

“Kök” kavramı, ontolojik olarak bir varlığın başlangıcı, özü ve varlığın kendini anlamlandırdığı temel referans noktasıdır… Uyanışın, dirilişin, büyüme ve gelişimin eşiği olan bu nokta, yaşam yolculuğunda mücadele edebilmenin ve hayata tutunabilmenin sembolüdür.
Alman filozof Heidegger’e göre; insan, varoluşunu anlamaya çalışırken özüne, yani köküne dönmelidir. Carl Jung’a göre, “Köklerini bilmeyen biri, rüzgârlara savrulmaya mahkûmdur.” Konfüçyüs’e göre; “Bir ağacın sağlamlığı, köklerinin derinliğindedir. İnsan da öyledir.”
İslam felsefesinde kök, ilahi kaynaktır. İnsan, hakikati ararken yaratılışına, özüne, yani köküne dönmelidir. Hakikat, bir kökten doğar ama sürekli bir açılım içindedir. İbnü’l-Arabî’nin dediği gibi; “Kök, bizi anlam dünyasına bağlayan bir kavramdır ve zuhura vesiledir.”
Mevlânâ, Mesnevî’de şöyle der:
“Ağaca su yürümedikçe dal yeşermez; insan da kökünden beslenmedikçe hakikate varamaz.”
Burada ifade edilen gönül pınarı; ilim, irfan, tevazu ve güzel ahlaktır.
Modern çağ insanının köklerinden koptukça kültür karmaşası yaşayarak kimlik bunalımına düşmesi, yalnızlaşması, yozlaşması ve yaşadığı topluma yabancılaşması gibi sorunlarla yüz yüze gelmesi; köksüzlüğün tezahürüdür. Bu bağlamda köyden kente göç eden insanın sadece coğrafyası değil, anlam dünyası da değişir.
Filmlerde ve romanlarda çokça işlenen ağaç metaforu gibidir bu: Dağ başında ya da ıssız bir tarlanın ortasında bir tek ağaç görürsünüz; rüzgâra, soğuğa, susuzluğa, fırtınalara rağmen dimdik duran… Güneşle uyanan, toprağın sessizliğinde derinleşerek kök salan…
Ağacın dallarının göğe doğru yükselmesi ve gürleşmesi, köklerinin toprağa ne kadar derine indiğine bağlıdır. Bu anlamda kök; sadece biyolojik bir zorunluluk değil, aynı zamanda bir anlamın, aidiyetin, direncin ve hayata tutunmanın metaforudur.
Anadolu irfanı, “kök” kavramını sadece ağaca değil, insana, topluma, hatta inanca ve ahlaka dahi teşmil etmiştir. Kök, kültürel mirasımızın, dilimizin, töremizin, inançlarımızın belleği; hatırlamamızın ve geçmişle bağ kurmamızın adıdır.
Bu nedenle Anadolu kültüründe ve Türk dilinde, kök kavramına yüksek ve derin anlamlar atfeden atasözü ve deyimler önemli bir yer tutar:
“Otu çek, köküne bak.”
“Köksüz ağaç, temelsiz duvara benzer.”
“Köküne kibrit suyu dökmek”,
“Kökünü kurutmak.”
“Kök salmak”,
“Kökü dışarıda”, vb.
Köksüzlük bir hafıza kaybıdır. Bu minvalde kök sadece bir milletin geçmişinin değil, geleceğinin de teminatıdır. İnsanın kökü; beslendiği kültürle, eğitimle, bilgiyle, hikmetle, güzel ahlakla gelişir. Aksi halde insan ve dolayısıyla yaşadığı toplum içten içe kurur ve çürür.
Köksüzleşen toplumlar sadece toprağını, iradesini, inançlarını, özgürlüğünü, yönünü değil; vatanını, millî ve manevî değerlerini de kaybeder.
Biz milletçe çok derin yaralandık vesselam…
Yahya Kemal Beyatlı’nın “Koca Mustafapaşa” isimli şiirindeki dizelerde ifade ettiği gibi:
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
DÜNYA
4 saat önceBİLİM & TEKNOLOJİ
4 saat önceDÜNYA
4 saat önceGENEL
4 saat öncePOLİTİKA
4 saat önceYAZILAR
4 saat önceYAZILAR
4 saat önce
Büyük şehir hevesiyle değişiyor kimyamızNe köyde köylük hal var, ne de kaldı kökümüz Hayaller farklılaştı, çöle döndü Dünya’mızSanki insan değiliz, fabrikadan dökümüz …zg