Lawrence’ın yıllar yılı içimizde olması ahmaklığımızdan değildi, hayır. Daha çok insanlığımızdandı. O kadar ki, Müslümanları oyuna getirebilmek için münafıklığının son raddesi olarak, kendisinin beyanıyla yalnız başına olduğu vakitlerde dahi gece namazlarına kalkması da onun sorunudur.
Kapitalizm, yaşayabilmek için zaferden zafere koşmak mecburiyetindeydi. İlk kapitalist ülke olan Hollanda’da Doğu’ya karşı ilk ilgi alaka başlamıştır. Dil sahasında ilk üniversiteler burada kurulmuştur.
Tahsilini Hollanda’da tamamlayan Herbélot, “Doğu Kütüphanesi” çalışmasıyla Batı’ya Müslüman Doğu’yu tanıtır. Bu çalışmada başlıca kaynağı Katip Çelebi’nin “Keşfuzzünun” adlı eseridir. Bu eser, o zamana kadar basılmış eserlerin listesidir; biraz da izahat verilmiştir.
Galand, Kur’an’ın ve 1001 Gecenin dört ciltlik hülâsasını yapar. Courty’nin “Binbir Gün” tercümesiyle Batılı’nın asırlardır Roma ve Atina sokaklarında dolaşan muhayyilesi artık Şiraz Bahçeleri’ne, Bağdat şadırvanlarına kanatlanır.
Batı’nın ilgisi iyice çekilir Doğu’ya. Doğu, iştahını kabartır: Baron d’Argence “Çin Mektupları”nı yazar, Montesquieu “Acem Mektupları”nı. Bütün bunlar burjuvazinin ele geçirmek istediği ülkeler hakkında olabildiğince fazla bilgi sahibi olmak için yaptığı çalışmalardır. Doğu evvela filolojik olarak tanınır.
Batı’nın bu Doğu merakının temelinde elbette Kapitalizm vardır. Yani yapılan, ilim için ilim değildir. Batı’da güçlenen burjuvazi sınıfının sömürü ihtiyacının bir tezahürüdür. O halde Batı’nın toplumları incelerken de klavuzu habis bir ihtirastır: Doğu’yu talan etmek.
Tabiatıyla saf ilim adamları da vardır; ancak rahatlıkla denebilir ki Batı’da menfaatsiz ilim yapılmaz. Bunun için Türk tarihini bir Avusturyalı, Türkçe’nin ilk lügatini İngiliz kaynaklarıyla beslenen Redhouse yazar. Fransızca-Türkçe sözlüğü ise Hançeri adlı bir Slav kaleme alır. Fransa, Cezayir’e yerleşince aşiretleri zapt u rapt altına almak için Mağrip’in tarihini tanımak zorunda kalır. Onun için De Slane, “Berberiler Tarihi”ni çevirir. Oysa ki daha 14. yüzyılda adını vermeden kurduğu tarih bilimi ve sosyolojinin kurucusu olan Müslüman ilim adamı İbn-i Haldun ve muhteşem eseri “Mukaddime”den aynı Batı ve bilim insanları ancak 19. yüzyılda söz edebilmişlerdir.
Batı medeniyetinin özü şiddettir. Sınıflar arası menfaat çatışmaları şiddeti doğurmuş; şiddetten kurtulabilmek için de daha fazla rahatlama alanı oluşturabilmek için çare olarak bilime başvurulmuştur.
Bugün için göreceli olarak ortak menfaatlerin etrafında Batı bir hale oluşturabilmiş olabilir; lakin Mevlana’nın tabiriyle aralarına bir kemiğin atılmasıyla birbirlerini ısırmayacakları hiçten bile değildir.
Şiddetin karşısında olan ve kavmini sonsuz barışa çağıran, hatta temsili olarak bütün bir ümmetinin ızdıraplarına siper olmak için vücudu çarmıha gerilen İsa Peygamber, bu kıtada ne yazık ki ancak on iki havari toplayabilmiştir.
Oysa ki kapitalist ve materyalist bir felsefe ve hayat anlayışıyla insanı metaya, maddeye çağıran Batı’nın aksine Doğu’nun kadim anlayışında insanlık, sevgidir; ruhu olan vicdan, ahlak ve adalettir.
Fuat Oskay
GENEL
9 saat önceEKONOMİ
9 saat önceGENEL
9 saat önceGENEL
9 saat önceGENEL
9 saat önceEKONOMİ
9 saat önceGENEL
9 saat önceTercüman Gazetesi Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.