Sirayetin dirayeti kırdığını gördüm… Rehavet artık bireysel değil, “toplumsal çözülmeden” beslenen sosyolojik bir meseledir.
Bireysellik mücadelesi içinde olan kitlelerin gitgide yalnızlaştığını, aidiyet duygusunu yitirerek ait olduğu topluma yabancılaştığını ve toplumun değerlerinden uzaklaşarak bir toplumsal çözülme sürecinin başladığını, bu çözülme neticesinde ise suç oranlarının, kolay para ve haksız kazanç yollarının, liyakatsizliğin, madde kullanımlarının, şiddetin, psikolojik travmaların, düşmanlık ve tahammülsüzlüklerin arttığını, aile, eğitim, siyaset, hukuk, inanç ve ahlaki değerler gibi kurum ve kavramların işlevini yitirerek toplumun bir kesiminin hızla çürümeye başladığını gözlemlemekteyiz.
Ülkemizin kurtuluş savaşı ve bağımsızlık mücadelesi yılları akabinde değişen ekonomik, demografik yapısı ve sanayileşme ile başlayan şehirleşme sürecinde oluşan sosyolojik ve kültürel değişimlerle birlikte yabancı menşeli kültür ve ideolojilerin getirdiği noktadaki toplumsal çözülmeyi Peyami Safa, Fatih Harbiye romanında şöyle anlatıyordu: “Ah efendim, bizi bizden daha iyi biliyorlar; Mesnevi’yi de, Rubaiyat’ı da, Gazali’yi de, Farabi’yi de bizden daha çok okuyorlar; bizden daha çok takdir ediyorlar; bizim bizden daha büyük düşmanımız yoktur efendim, yoktur…”
Tarkovski’ye göre; “Bir insanın başka insanlara zarar vermeden yaşayabilmesi için manalı ve derinliği olan bir ideali; iç âlemine ve etik değerlerine dair bir ideali” olmalı. Ve yine dönüp bugüne baktığımızda benzer kültürel yozlaşmaları ve dijital çağdan kapitalizm sonrası insanlığı bekleyen tehlikeleri “Yeryüzü Yakılıp Yıkılırken” kitabında anlatan Jonathan Crary; “Bütün dünya ahalisine dayatılan internet kompleksi, bu ahalinin çoğu için iptila, yalnızlık, boş umutlar, zulüm, psikoz, borçluluk, ziyan edilmiş hayatlar, aşınmış bellekler ve toplumsal çözülme yaratan amansız bir makinedir. İnternetin zararları ve toplum kırıcı (sociocidal) etkileri yanında o ağızlara sakız edilen faydalarının esamisi bile okunmaz, hepsi tali kalır” diyor.
Toplumsal çözülme sürecine, insanın fıtratı ve tabiatından baktığımızda çözülmenin zıddı olan bağ kavramı ile kâim olduğunu, yani insanı insan yapan değerler zinciri ile rabıta halinde olunması ile mümkündür. Toplumsal çözülme sürecini ontolojik varoluş zemininde değerlendirdiğimizde ise; esasen bizleri ayrıştıran, özümüzden koparan ve köklerimizden uzaklaştıran nedenlerin, birleştiren sebeplerin erozyona uğramasından olduğunu net bir şekilde görürüz. Bu noktada; etik planlamalarını üstlenecek olan sosyologların, felsefe, hukuk, eğitim ve bilim insanlarının, yazarların ve sanatkârların etkileşim alanları göz önünde tutulup, telkin ve görüşleri alınarak, ekonomi, siyasi, hukuki, eğitim, bağımlılıklarla mücadele, göç, sığınmacı ve mülteci alanlarındaki sorunların çözümü noktasında ortak etik değerler günümüzün şartlarına göre tekrar düzenlenerek toplumsal bütünleşme sağlandığında, çatışma ve çözülmelerin büyük ölçüde ortadan kalkacağı kanaatindeyim.
Çözülme demişken, ipler kimde ve nerede?
Bazen örülen çoraptı milletimizin başına ve içimizden seçtikleri kuklalara bağlayıp, göz diktiler memleketin insanına, toprağına taşına… İhtilal ve darbelerde yağlı urgan oldu kimi zaman devlet adamlarımızın, kimi zaman da gencecik fidanların boynuna ve en son maskelerle bağladılar ağzımıza ve burnumuza.
Biraz nefes efendim, biraz nefes…
Yıllardır bizim elimizi kolumuzu ve ağzımızı kimler bağladıysa, toplumumuzu da onlar çözdü! Toplanmak ise bize düşer.
Banu Sancak
KÖŞE YAZILARI
9 saat önceKÖŞE YAZILARI
9 saat önceKÖŞE YAZILARI
9 saat önceKÖŞE YAZILARI
9 saat önceGENEL
9 saat önceGENEL
9 saat önceSPOR
9 saat önce