MASAYA OTURMANIN GEREKÇESİ VE “ÖZGÜRLEŞME”NİN ANLAMI

MASAYA OTURMANIN GEREKÇESİ VE “ÖZGÜRLEŞME”NİN ANLAMI

Dr. Kadir Çetin kaleme aldı....

ABONE OL
20 Aralık 2025 10:41
MASAYA OTURMANIN GEREKÇESİ VE “ÖZGÜRLEŞME”NİN ANLAMI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türk devlet geleneği nettir: Devlet, terörle pazarlık yapmaz; terör örgütleriyle müzakereye oturmaz. Hele hele 50 bin vatandaşımızın kanından sorumlu bir yapının kurucusunu meşru bir muhatap olarak asla kabul etmez.
Bu ilke, günübirlik siyasetin değil, devlet aklının ve binlerce yıllık millî hafızanın ürünüdür.

MHP’nin Komisyona sunduğu raporun bazı bölümleri, özellikle de terörle mücadele ve müzakere meselesine yaklaşımı, ciddi bir tutarlılık sınavıyla karşı karşıyadır.


Kavramsal Tutarlılık
“Terörü fiilen bitirmiş bir devletin…” ifadesini de kullanan MHP’nin Komisyona sunduğu raporda yer alan şu ifade son derece dikkat çekicidir:
“…ne uluslararası konjonktür ne de Türkiye’nin iç siyasi dengeleri ve şartları Türkiye’yi bir terör örgütüyle müzakere ve muhataplığa mecbur bırakmış değildir.” (s.82)

Bu cümle, ilk bakışta net ve kesin bir reddiye gibi duruyor. Türkiye’nin ne zorunluluktan ne de mecburiyetten ötürü bir terör örgütüyle masaya oturmadığı vurgulanıyor.
İşte tam da burada kaçınılmaz bir soru akla geliyor: O hâlde, terörü fiilen bitirmiş bir Türkiye’yi bebek katili Abdullah Öcalan’la muhatap kılan ve masaya oturtan sebep nedir?

Eğer iç ve dış konjonktür bir zorunluluk üretmemişse; eğer devlet, koşullar tarafından bir müzakereye itilmemişse; eğer bu bir “mecburiyet” değilse… ve de “Terörü fiilen bitirmiş bir devletin…” bu masaya oturuşunun gerekçesi nedir?


“Kürtlerin Özgürleşmesi” Ne Anlama Gelmektedir?
Bu çelişki, raporun ikinci önemli vurgusuyla daha da derinleşiyor.
Komisyon; “PKK’nın ve tüm ilişkili yapıların silahsızlandırılması ve dağıtılmasını her şeyden önce Kürtlerin özgürleşmesi ve… sivilleşmesi/normalleşmesi için zorunlu görmektedir.” (s.97)

Burada durup sormak gerekir: “Kürtlerin özgürleşmesi” nedir? Hangi özgürleşme? Kimin tanımladığı, kime göre özgürleşme?

Çünkü “özgürleşme” gibi ideolojik yüklü bir kavram, devlet raporlarında gelişigüzel kullanılamaz. Bu ifade, etnik temelli kolektif bir siyasal yapıya mı işaret etmektedir? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı içinde, eşit haklara dayalı bireysel özgürlükleri mi kastetmektedir? Rapor bu ayrımı muğlak bırakmaktadır.
Eğer “özgürleşme” kavramı, etnik kimliği esas alan kolektif bir siyasal özne inşasına ya da ayrı bir siyasal kader tahayyülüne kapı aralıyorsa, bu durumda kullanılan dil ciddi bir belirsizlik taşır. Devlet raporlarında bu tür kavramların muğlak bırakılması, ileride farklı yorumlara açık bir zemin oluşturur.

Asıl dikkat çekici olan ise şudur: PKK’nın silahsızlandırılması “Kürtlerin özgürleşmesi” için şart görülürken, bu silahlı yapının kurucusuyla masaya oturmanın nasıl bir özgürleşmeye hizmet ettiği açıklanmamaktadır.
Silahı susturmakla, silahı meşrulaştırmış bir figürü muhatap almak arasındaki ince çizgi, raporda yeterince net çizilmemiştir.


Devlet Aklı
Devlet aklı, elbette gerektiğinde görüşür; ancak kiminle, hangi gerekçeyle ve hangi kavramsal çerçevede görüşüldüğü, en az görüşmenin kendisi kadar önemlidir.
“Mecbur değiliz” denilen bir masaya neden oturulduğu ve “Kürtlerin özgürleşmesi” konusu açıklanmadıkça, bu çelişki kamuoyunun zihninde büyümeye devam edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için özgürlük, etnik ayrışma değil; ortak vatan, ortak kader ve ortak hukuktur. Kürtlerin özgürlüğü de Türklerin özgürlüğü de, silahlı örgütlerin tasfiyesiyle, devletin üniter yapısının güçlendirilmesi, insan hak ve hürriyetlerine dayalı hukuk devletinin inşası ile mümkündür. Bu özgürlük, terör örgütlerinin piyonlarıyla pazarlık ederek sağlanamaz.

Çünkü bu terör örgütünün arkasındaki güç ve güçler, yüzlerce TIR silahla bu yapıyı teçhiz eden ve bütçesinde açıkça bu yapıya para ayıran müttefikimiz olan, başta ABD olmak üzere Batılı devletlerdir.

Daha açık söyleyelim:
PKK’nın silahsızlandırılmasını savunurken, PKK’nın kurucusunu siyasal özne ve bütün Kürt Kardeşlerimizin temsilcisi hâline getirmek, millî duruşla bağdaşmaz. Bu, silahla mücadele ederken ideolojik teslimiyete kapı aralamaktır. Türk devleti, terörle mücadelede böyle bir zaafı kaldıramaz.


Sonuç
MHP raporu, terörle mücadelede sert ve kararlı bir dil kurma niyetini taşısa da, kullandığı kavramlar ve kurduğu ilişkiler bakımından önemli soru işaretleri barındırıyor.
Devlet aklı, görüşmenin kavramlarını bu kadar savruk, gerekçelerini bu kadar flu bırakmaz.

“Mecbur değiliz” denilen bir masaya neden oturulduğu açıklanmıyorsa;
“Terörsüz Türkiye” iddia edilirken, terörün kurucusu siyasal özneye dönüştürülüyorsa;
“Özgürleşme” denilip içi doldurulmuyorsa, ortada ciddi bir güven sorunu vardır.

(Umut hakkı bir başka yazımızın konusu olacaktır)

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP