

Bazen olan biten her şeye istem dışı kayıtsız mı kalıyorsunuz?
Gözleriniz ve gönlünüz yorgun, sanki yüreğiniz taş kesilmiş gibi.
Hem ruhen hem ahlaken yorulan insanın iyilik ve kötülük karşısında duyarsız kalması zayıflıktır. Bu durum yalnızca kişisel bir durum değil, toplumsal bir zafiyetin de işaretidir.
Modern yaşam, küreselleşme, sosyal medya, haz-hız arayışı, kirli bilgi akışı, savaş, yoksulluk, iklim krizi gibi sorunlar ve oportünist politikalar, bu durumu besleyerek zihinsel uyuşma, alışma ve empati yoksunluğuna zemin hazırlıyor.
Duyarsızlık; bazen bilinçli olarak tercih edilmiş bir davranış biçimi olarak değil, sürekli olumsuz haber ve olaylara maruz kalmanın oluşturduğu incinmişlik, yoğun stres ve travmalardan sonra oluşan psikolojik bir savunma mekanizması olarak çıkıyor karşımıza.
Örneğin; toplumsal çürüme ve yozlaşmaların hızla yayılarak toplumu umutsuzluğa sevk etmesi ve millî ve manevî değerlerimizin örselenmesinin bir sonucu olarak, millet olma şuurumuzun zafiyete uğratılması gibi.
Stoa felsefesine göre, duygusal etkilenme sonucu oluşan duyarlılık, ancak akıl ile duyguların uyumlu yönetimi ile erdeme dönüşebilir.
Aristoteles’e göre; duygusuz ve duyarsız olmak eksikliktir ve ahlaki bir kusurdur.
Varoluşçulara göre; duyarsızlık bir tür zayıflık ve zafiyettir zira insanın ve toplumun duyarlılığı, özgürlüğü ile doğru orantılıdır.
Bu konuda, İslam felsefesi de modern felsefe ile benzer noktalara işaret eder.
Kur’an-ı Kerim ve hadisler, kötülüğe, adaletsizliğe ve zulme sessiz kalmamayı öğütlerken; “Emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker” ilkesi ile insanı iyiliğe teşvik ederek, kötülükten sakınma sorumluluğunu vermektedir.
Tasavvufta ise vicdanın temizliği ve içsel duyarlılık ön plandadır.
Gazali’ye göre, insanlar gaflete ve duyarsızlığa düşerse, hem ruhsal hem de toplumsal olarak zarara uğrar.
Farabi, insanın erdemli bir varlık olduğunu ve akıl ile duyguların uyumlu olması gerektiğini vurgular.
İbn Sina ve İbn Rüşd ise, duyguların yok sayılmasının insanı ruhsal ve ahlaki zayıflığa sürüklediğini savunur.
İbn Haldun’a göre; “Bir toplumun çöküşü, insanların birbirine karşı ilgisizliği ve duyarsızlığından başlar.”
Habil ile Kabil’den bu yana, iyiliğin ve kötülüğün bitmeyen sınavından ve savaşından ibarettir yaşamak.
İnsanın kendine, yaşadığı topluma ve diğer canlılara karşı yabancılaşmasına, hatta acımasızlaşmasına neden olan duyarsızlık davranışı ile ilgili incelediğimiz felsefi ve dini hususlar, ölçülü ve bilinçli tepki ve eylemlerin ne denli değerli ve önemli olduğunu vurguluyor.
Bu noktada, duyarsızlık sadece bireysel değil; toplumsal bağlarımızı ve vicdanımızı da etkileyen bir sorun olarak çıkıyor karşımıza.
Hasılı empati yapmayınca; görmüyor, duymuyor ve hissedemiyoruz.
Albert Einstein şöyle der:
“Dünya, kötülük yapanlardan değil; olup bitenleri seyreden duyarsız insanlardan ötürü tehlikeli bir yerdir.”
İyiyi ve kötüyü ayrıştırmak için farkındalıkla başlayan fikir ve düşünceler, büyük değişimlerin başlangıcıdır.
Modern dünyada duyarsızlıkla mücadele etmek; hem kendimizi hem toplumumuzu, dolayısıyla millî, manevî, dini değerlerimizi ve kültürel mirasımızı korumanın; adaletsizlik, zulüm ve haksızlıklara karşı durarak güçlü bir medeniyet inşa etmemizin en önemli yoludur.
Ben, bu köklü ve necip milletin bir ferdi olarak inanıyorum ki;
İnsanlığın kurtuluşu, insanlara rağmen, insanlık davasındadır.
POLİTİKA
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceEKONOMİ
2 saat önceDÜNYA
2 saat önceDÜNYA
3 saat önceSPOR
3 saat önce