

İnsancıl toplumlarda sosyal yapının işleyişinde; fikir beyanları, eleştiriler ve şerh koymalar “aykırılık ve hasımlık” icabı değil, bilakis doğru karar alınmasının ve alınan kararın uygulanabilmesinin teminatıdır. Aksini savunmak ve uygulamak, toplumun emanetiyle topluma tahakküm eden “Yezidi” bir anlayışın hayat kaynağıdır.
İbn-i Haldun ve Ahmed Cevdet Paşa çizgisinde devlet felsefesi yapacak aydınların soyu tükenince meydanın “saray soytarılarına” kalmasına hayıflanmamak lazım. Ne kadar çok soru sorarsak, bu konudaki feryatlarımız o kadar çok azalır. Kaldı ki kenarda köşede kalmış olsa da devlet konusunda insan soyunun en ilmî ve uygun sorularını sorup cevaplayanlar, yine bizim mensubu olduğumuz kültürün düşünürleridir. Ama biz bu mirasın hakkını veremedik!
Bu ülkede hiçbir şey “doğaçlama” yaşanmaz. Her şey bir senaryo gereği uygun aktörlerle sahneye konulur. Zaman zaman “seyirci” tepkisinden hareketle “konsept ve aktör” değişikliğine gidilse de bu sadece zaman açısından bir farklılık gösterir ama netice hep “senaristin” istediği gibi olur.
Tarihimizi bilmiyoruz. Coğrafyamızı, ülkemizi tanımıyoruz. Nüfusumuz dâhil hiçbir şeyi “net ve reel rakamlarla” ifade edemiyoruz. Topraklarımızda ne yetişir, nasıl bir iklim kültürü var, maddî ve manevî kaynaklarını bilmiyor, öğrenmiyor, öğretmiyoruz. Üç tarafımız denizle çevrili, denizde beş dakikalık bir süre yüzebilecek insan sayısı %20’yi geçmez. Balık deyince sekülerlerin aklına “rakı”, muhafazakârların aklına da “hamsi” gelir. Gözlerimizi mezar taşlarına dikmiş, kutsallarımızın şefaatine gark olmuş, başkaları tarafından yazılan bir kadere şükrederek nefes alıp veren ölüler hâline gelmişiz. Her felaketin arkasında iç-dış düşman aramakla kendimize ve insanlığa ne kadar büyük bir düşmanlık yaptığımızın farkında bile değiliz.
İşte Türk milleti ve insanlık için asıl felaket budur vesselam…
DÜNYA
10 saat önceBİLİM & TEKNOLOJİ
10 saat önceDÜNYA
10 saat önceGENEL
10 saat öncePOLİTİKA
10 saat önceYAZILAR
10 saat önceYAZILAR
11 saat önce