

Doğa; her rengini, her güzelliğini, mevsimin taze çiçek kokusunu, ılık rüzgârını, sıcak güneşini, meyve dolu ağaçlarını, kelebeğini, arısını insana sunan, değeri ölçülemez cevherdir.
İnsan ömrüne benzetirim ben mevsimleri.
İlkbahar doğuş…
Pür gonca bebeğin miski amber kokusu gibi, bin bir renge bezenmesi gibidir.
Yaz mevsimi…
İnsanın gençlik yılları gibidir. Taze fidanın büyüyerek kök salması, tutunması; meyveye dönüşen, üretken olduğunu göstermesidir. Yaşamı boyunca umut taşımasıdır.
Sonbahar…
Orta yaşın, çocukluk ve gençlik çağını geride bırakarak dingin, nadasa bırakılmış ruhun; bedenin, hüzün yüklü girift olmuş döngüsünde kazandığı, kaybettiği yaşamın hüznü ve umududur.
Kış mevsimi…
Çocukluk, gençlik, orta yaşın bitimi; yaşlılık dönemidir. Tutmayan bacakları, titreyen elleri; zemheri soğuğu gibi yalnızlığın buz tutmuş, siyah saçına kar düşmüş hâlidir. Güneşin umut edildiği, yaşlılığın o umuda sarıldığı mevsimdir. O kış mevsimi ki, buzulların altında mucizevi kardelen çiçeğinin o eşsiz rahiya kokusu, insana nispet yapan direnci ile yaşamın her mevsiminin, yaşamın her yaşında yaşamak Tanrı’nın insana verdiği armağanıdır.
Mevsimler arasında sonbahar, sitemkâr edilen mevsimdir. Yazarlar, şairler sıkça konu ederler sonbahardan. O sarı hüzün ki, hepimizin veda busesidir adeta. İnsan ruhu nadasa yatmaz mı? İnsan, sevdikleriyle yeri ve zamanı gelince ayrılık yaşamaz mı? İnsan, gün gelir her ayrılığın kavuşması olacağını bilmez mi? Nedendir ki sonbahara bu kadar sitem etmek? Sonbaharın suçu ne? İnsan kendi yoksulluğunu, vefasızlığını sonbahara yükler.
Sararmış yaprakların rüzgârlar önünde savrulması, vedasıdır; ama toprağa kök salmış ağaçlar, toprağın sadakatiyle çayırı çimeni koynunda uyutarak daima lütufkâr dönüşümü gösterir. Bu cömertlik değil midir? İnsan, insana böylesi cömert ve koruyucu olmuş mudur yaşamı boyunca? Çıkar ilişkileri, maddeye tapan ruhu, bedenini ruhunu satanlara inat; doğa daima kendi döngüsünde verimli ve fedakârdır.
Sonbaharın, doğanın sararan rengini, ayrılık duygusunu hepimiz hissederiz. Rüzgârla savrulan yaprakların sesi, senfonik bir dinleti gibidir. Biten sevgilerin hüznüne sarılan, kavuşmayı bekleyen sevgililer gibidir. Ben bu mevsimde keman dinletisine bayılırım. Kemanın titreyen nağmeleri, hüznün dili olsa da kavuşmaya hasret bedenlerin titreyen kalbini hissettirir bana. Tıpkı bir şarkıda olduğu gibi: “Elbet bir gün buluşacağız.”
Yine bahar gelecek, yine kelebekler özgürce uçacak. Peki ya insan? O özlemle beklediği özgür yaşantısını, yaşama hakkını, hak, hukuku yeniden eşit koşullarda yaşamayı, emeğinin karşılığını emeklilik yaşında sonbahar hüznünü yaşamadan… Çocukların türlü istismara uğramadan, müreffeh geleceği olacak mıdır? Her çocuğun koruyucu, kollayıcı eğitim ve yaşam hakkı olacak mıdır? Günden güne şiddetin tırmandığı günümüzde kadınları “toprak ana” olarak özdeşleştiririm. Onları cinayetlere kurban vermeyeceğimiz günler olacak mıdır? Sonbaharın suçu ne? İnsan, kendi mevsimini güneşli; doğa gibi özverili kılmayı bilmelidir.
Sen bana eylül gibi gel
Bırak döksün yaprağını
Kalbinin kırılan sayfası
Sen bana eylül gibi gel
Üşürse narin ellerin
Güneş olup ısıtırım
Kedere eş olma sakın
Sen bana eylül gibi gel
Altın sırması hazandan
Aşka dökülen yapraktan
Umuda bağlan bahardan
Sen bana eylül gibi gel
Başak topladık ümide
Seyranda çimen eylülde
Huzuru demler gönülde
Sen bana eylül gibi gel
Ağlar sevdaya erenler
Sonbaharı göç zanneder
Rüzgâr tatlı ninni söyler
Derin sevda yaşar eylülde
SPOR
Az önceSPOR
Az önceDÜNYA
Az öncePOLİTİKA
Az önceGENEL
Az önceDÜNYA
Az önceGENEL
Az önce
Harika yazı Tebrikler