

Toplumda olaylar iki hat üzerinden ilerliyor. Biri insanların gerçek hayatta yaşadıkları, diğeri ise sanal ortamda gerçekleşenler. Pek çok durumda sosyal medyada yayılan bilgiler, insanların başvurduğu “doğru kaynak” hâline geliyor. Kısacası, yeni teknoloji hayatımızın önemli bir parçasına dönüştü.
Sosyal medya üzerinden insanlar birbirine laf atıyor, mesajlarını “WhatsApp” durumlarıyla gönderiyor, “TikTok” videolarını günün önemli haber kaynağı olarak kabul ediyor. Bu hengâme içinde gerçek hayat sosyal problemlerle devam ediyor.
Belirtmek gerekir ki, sosyal medyada kullanıcı sayısı her yıl yaklaşık %10 oranında artıyor. Elbette bu küresel platformlarda farklı kültürlerden daha fazla insanın yer alması, sosyal medyada birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Bu sorunlardan biri de “linç kültürü”nün sosyal medyada gün geçtikçe daha fazla yayılmasıdır. Sosyal medya kullanımının artması sonucu, insanların sosyal medyada daha fazla hayatı gözlemlemesi, kıskançlık ve kendini eksik hissetme duygusu bu linç kültürünü daha da körüklüyor.
Bazen gerçek hayatla çelişen sanal dünya, insan psikolojisinde birçok probleme yol açıyor. İnsanlarda telefona bağımlılık oluşmuş durumda. Bunun terminolojik karşılığı ise “nomofobi” olarak adlandırılıyor. Nomofobi, “no mobile phobia” teriminin kısaltmasından gelen, cep telefonu olmadan kalamama veya iletişimden kopma korkusu olarak tanımlanan bir anksiyete bozukluğudur.
Hayatın her alanına yeni teknolojinin etkisini savunanlar benimle hemfikir olmayabilir. Ancak bu bağımlılık, günlük hayatımızda hepimizin şikâyetçi olduğu problemleri gözle görülür bir manzaraya dönüştürüyor. Herkesin yakındığı örneklere bakalım:
Metrodan çıkıp aceleyle bir yere yetişmek istiyorsun, kalabalığın aktığı platformda önde hareket yavaşlıyor. İnsanların arasından bir şekilde sıyrılıp “olay yerine” yaklaştığında, elinde telefonla âdeta kendinden geçmiş bir halde çevresinden kopmuş insanların kayıtsız yürüyüşüne tanık oluyorsun. Bu tür durumları otobüslerin dar koridorlarında telefona dalanlarda da görmek mümkün, metroda vagon kapıları açıldığında içeridekiler inmeden dışarıdakilerin hücum etmesinde de…
Her dönemde yaşlı kuşakların “bizim zamanımızda böyle değildi” serzenişi gençlerin hoşuna gitmemiştir. “Bütün eleştiriler haklıdır” ısrarından uzağım. Çünkü bizden önceki neslin bize yönelttiği eleştiriler, “savaş görmediniz, açlık çekmediniz” sözleriyle başlayıp gençliğe umutsuzluk aşılamayla son bulmuştur. Oysa tarih, bizim kuşağa yaşlıların eleştirisinden katbekat fazlasını yaşattı. M.Ö. 4. yüzyılda Yunan filozoflarından birinin “gençliğin hâli kalmamış” tarzında serzenişte bulunduğunu da düşünürsek, kuşaklar arasında birbirinden hoşlanmama geleneğinin tarih boyunca süregeldiği sonucuna varabiliriz.
Şimdi tekrar yukarıda bahsettiğimiz “linç kültürü”ne dönelim:
Sanal dünyada ve gerçek hayatta davranışların birbirinden farklı olabileceği artık kabul edilen bir gerçek. Gerçek hayatta son derece normal davranan insanlar hakkında sosyal medyada daha çok olumsuz ifadeler kullanıldığını görüyoruz. Sohbet ettiğim birçok insan, hayatta normal görünen kişiler hakkında aşırı derecede negatif düşünceler dile getiriyor. Buna da “kişilik bölünmesi” deniliyor.
Normal şartlar altında günlük diyaloglarda asla kullanmayacağımız cümleleri, bir sosyal medya paylaşımının altında pervasızca yazabiliyor ya da bizimle hemfikir olmayan arkadaşlarımıza zehirli mesajlar atabiliyoruz.
İnsanlar bazen birine o kadar öfkeleniyor ki, onu sert şekilde eleştirmek istiyor. Çoğu zaman söz konusu kişinin bu ağır eleştirilerin hedefi olmasını hak edip etmediğini araştırmaya sosyal medya kullanıcıları gerek bile duymuyor. Yani herkesin “gerçeği” kendisine mutlak hakikat gibi geliyor. Bir başka sorun ise bu tartışmalara bir şekilde şahit edilmek, sosyal medya diliyle yazarsak, “etiketlenmek”.
Bu durumları en iyi şekilde uzmanlar açıklayabilir. Belki de bilgisayar başında, telefon ekranı karşısında insanlar kendilerini ulaşılamaz hissediyor. İşte bu yüzden kaba sözler kullanmak, küfür etmek, yargılamak gibi olumsuz ve agresif davranışlar daha sık karşımıza çıkıyor. Sosyal medyada nefret duygusunun yayılması ve “linç kültürü”nün gelişmesi bu anonimlikten besleniyor.
Bir an için sosyal medyadan uzaklaşan insanlar, yeniden sosyal sorunların kucağına düşüyor. Bir gün ekonomik durum düzelebilir, belki sosyal problemlerin ağırlığı da hafifler. Ancak insanların karakterinde oluşan sosyal aşınmaların topluma verdiği zararın altından kalkmak oldukça zor olacak.
POLİTİKA
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceEKONOMİ
2 saat önceDÜNYA
2 saat önceDÜNYA
2 saat önceSPOR
2 saat önce