

Şiir, belki de insanın kalbine dokunan en eski dillerden biri. Duygunun en saf hâli. Bazen sadece bir kelime, bazen sadece bir mısra insana yarasını hatırlatır. Ya da farklı bir dokunuşla yarasına merhem olur. Nasıl oluyor da tek bir kelime ya da tek bir mısra insanın ruhunu allak bullak edebiliyor, hâlâ çözülememiş olsa da bilinen ve kesin olan bir şey var ki şiir her çağda ruha süzülmeyi bilen tılsımlı kelimeler kümesi. Suskunluğun kelimelere dökülmüş o ince hâli. Günümüzde de hızla değişen yaşamın içinde şiir, bence hâlâ bir sığınak… Bir nefes ve anlam arayışı olarak karşımızda duruyor. Bu röportajda da şiirin insan ruhuyla kurduğu bu derin bağın izini sürdük. Şiirleriyle tanınan şair Kenan Kara ile şiir üzerine oldukça keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Keyifli okumalar.

Biraz klişe olacak ama şiirle ilk kurduğunuz temas nasıldı? Bize şairlik yolculuğunuzun nasıl başladığını, size o ilk dizeyi yazdıran sebebi anlatır mısınız?
Öncelikle bu söyleşi için zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum.
Şiirle tanışma hikâyem lise yıllarımın başlangıcına kadar dayanıyor. Mahalleden çocukluk arkadaşım Recep Bilgehan şiirle ilgilenirdi. Bir gün bizi okulunda icra edilecek olan ve kendisinin de görev aldığı bir şiir dinletisine davet etti. O kadar kişinin önüne çıkıp bir şiir okumak kolay değildi. Arkadaşımı cesaretinden dolayı kıskanmıştım. Recep çıktı ve hâlâ bazı dizeleri aklımda kalan bir Cahit Külebi şiiri okudu:
Senin dudakların pembe,
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek,
Tut biraz!
…
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
…
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi…
Cahit Külebi
O zamanlar fark etmesem de bu dizeler üniversite yıllarıma kadar (2001-2006) beni içten içe takip etmiş ve ara ara kendini hatırlatmıştı. Hani bazen dilimize bir şarkı dolanır, söylemek istemesek de sık sık aklımıza gelir ve kurtulamayız ya, öyle bir şeydi sanırım. Üniversite yıllarımda da vakit buldukça çeşitli kitaplar okumaya başlamıştım, bazı kitaplar elbette şiire açılıyordu. Çeşitli yazarları tanıdıkça edebiyata ilgim de artmıştı. Zaten okuduğum bölüm de İngiliz Dili ve Edebiyatı’ydı. Üniversite yıllarımda aynı sınıfta birlikte okuduğumuz müstakbel eşime ithafen ilk şiir denemelerimi kaleme almıştım.
Bugünün şiir okuru, çoğu zaman şiire değil onun çevresinde kurulan söyleme temas ediyor gibi. Yani şiirin kendisinden çok şiir hakkında konuşulanlara, şairin gerek sosyal medyada gerek kendi yaşantısındaki duruşuna odaklanıyor. Böyle bir atmosferde sizce şiir hâlâ içsel bir alan olarak varlığını devam ettirebiliyor mu? Ve bu durum şairin yazma biçimini etkiliyor mu?
Bir edebi eserin kıymetini belirleyen esas nitelik ne olmalı diye düşünmek lazım burada. Yüzyılların birikimi olarak günümüze kadar ulaşmış olan klasik eserlerin edebi niteliklerini düşündüğümüz zaman bu eserleri değerlendirirken yazarlarının sosyal statülerinden, varlık veya yoksunluk durumlarından, sahip oldukları şöhretten, seslerini duyurabilmek için o dönemlerde sahip oldukları veya olmadıkları olanaklardan bağımsız olarak değerlendiririz. Bu hikâye bize ne anlatıyor? Neden uzun yıllar geçmesine rağmen her dönemin okuyucusunda bir karşılık buluyor? Bu tamamen edebi eserin bize aktardığı eşsiz üslubu, anlatış tarzı ve orijinal hikâye ve karakterlerden kaynaklanıyordu. Fotoğraf ve videonun yer almadığı bir dünyada Notre Dame Kilisesi’nin nasıl göründüğünü en ince detaylarına kadar tıpkı bir portreye, resme bakar gibi gözümüzün önünde canlandıran Victor Hugo, tarihe bir yazılı kayıt düşmüştü.
Günümüzün görsel ve hızlı iletişim çağında ise olanlara şöyle bir göz atalım. İstatistikler bize insanların bir videoyu izleme sürelerinin ortalama 17 saniyeye kadar düştüğünü bildiriyor. Ve bir görseli izleyip izleyemeyeceğimize sadece ilk 3 saniyede karar veriyormuşuz. Önceleri uzun uzun yemek tarifleri videoları izlerken şimdi yemek tariflerini yaklaşık 30 saniyede alabiliyoruz. Her şeyin bu kadar hızlı aktığı bir zaman diliminde, yanımızdan yöremizden akıp gitmekte olan bazı kıymetli şeyleri fark edip üzerinde odaklanabilmek için oldukça fazla gayret sarf etmemiz gerekiyor. Hâl böyle iken, şiirden çok şairin görüntüsüne, yemeğin lezzetinden çok yemeğin sunumuna, anlatılan hakikatten çok anlatan kişinin düşüncesine ya da yaşantısına, dizelerden çok arka planda çalan müziğin ritmine kapılabiliyoruz. Çoğu kimse daha çok beğeni, izlenme veya görüntülenme telaşı ile farklı yollara girmeye başladı. Bu yarışta teknik olarak şiirini, eserini absürt enstantanelerle süsleyen ve sosyal medya tekniklerini iyi bilenler öne çıkmaya başladı. Az sayıda yazar bu popüler akımların istilasından kendini sakınabiliyor bence. İhsan Oktay Anar’ı hiçbir gündelik olayın, akımların, haberlerin arasında göremiyoruz. Yok gibi yaşıyor sanki. Vakti zamanı geldiğinde yeni kitabını baskıya gönderiyor. İşte hepsi bu kadar. Neyi sever, nasıl yaşar, nerede tatil yapar, ne okur ne izler, hiç bilmiyoruz.
Şiir en başta içsel bir yolculuktur. Bu yolculukta alınan yaralar bellidir ve çoğu zaman ortaktır. Şair bunu kendine özgü üslup, kelime ve imgelerle anlatmakla yükümlüdür. Aslında yaşadığı, tecrübe ettiği mahrem duyguların dışa vurulmasıdır bir yerde. Bazen 100 yıl geçse bile hiç kimseye anlatamayacağı şeylerin dile dökülmesidir. Sevdiği kadını aşikâr etmemek, sakınmak için ona özgü bir ünvan ile gizli anlatabilmektir. Şiirin özünü bu noktadan alıp kopardığımız zaman geriye estetik kaygılar, beğenilme arzusu, takipçi sayısı, reklam, satış, daha şan ve şöhret gibi harici unsurlara kaydığını görmekteyiz.
Peki sizin şiirlerinizde biçim mi sözcüğü sürükler yoksa içerik mi biçimi zorlar? Daha açık bir ifadeyle şiirin iskeletini kurarken önceliğiniz nedir?
Öncelikle şunu itiraf etmek istiyorum ki günümüzde yaygın hale gelen modern şiirin özellikleri kalıplara pek girmek istemiyor, belirli kalıp, ölçü, kafiye ve uyaklarla yazabilmek çok çok daha fazla beceri ve emek gerektiriyor. Ben bir şiire başlarken herhangi bir ölçü, biçim, şekil kaygısı taşımak istemeyenlerdenim. Aklıma düşen bir imgeden genellikle yola çıkarak bir şiire başlıyorum ama ne zaman biteceğini çoğunlukla kestiremiyorum. Ben bir şiire başlarken hissettiğim duyguyu, hayal kırıklığını, acıyı ya da mutluluğu anlatmak istiyorum, derdim bu. Bunu yapmaya çalışırken kullandığım imgeler orijinal olsun, görebildiğim farklı bir açıdan düşünceler dile gelsin kâfi. Böyle bakıyorum şiirlerimin kuruluş aşamasına.
Bir şiiri kaleme alış süreciniz nasıl gerçekleşir? Yeni bir şiirin doğduğunu ne zaman fark edersiniz? Bu an, sizde bir düşünceyle mi gelir yoksa bir duygu patlamasıyla mı gelir? Yoksa hiçbiri, daha planlı bir şekilde “bugün şiir yazmalıyım” diyerek mi başlarsınız şiir yazmaya?
Her şeyden önce şunu belirtmek isterim ki bugüne kadar hiçbir zaman bir sipariş üzerine ya da kafamda bir plan, program yaparak bir şiire başlayamadım. Bazen şairlerin sipariş üzerine ücret karşılığında şiir yazdıklarını duymuştum ama bana bu çok hayalî geliyor. Öncelikle bir şiirin benim dünyamdan doğabilmesi için dolup taşmam gerekiyor. Bazen okuduğum şeylerin tesirinde kalarak, bazen şahit olduğum olayların sonucu olarak, bazen yaşadığım hayal kırıklıklarının yansıması olarak ya da içimde yaşadığım derin duyguların bir tezahürü olarak genellikle şiirlerime başlıyorum. Bazen tek bir “kelime” rehberlik ediyor şiirin geri kalanına, bazen tek bir cümle, bazen kocaman bir olay ya da ansızın aklıma düşen bir imge zaman içerisinde bir şiire evriliyor. Fakat malumdur ki; çoğunluğun ittifak ettiği üzere acının şiirini yazmak daha kolay olduğu için, mutlu olduğum zamanlarda daha az yazabildiğimi itiraf ederim.
Türkçenin geçirdiği dönüşümler, sizce şiiri hangi katmanlarda etkiliyor? Güncel dile yaslanmak şiiri gençleştirir mi ya da tam aksi derinliğini mi örter?
Türkçe sürekli dalgalanan bir deniz gibi… Kıyıları değişiyor, kelimelerin içi boşalıyor, bazılarıysa yeniden doluyor. Şiir bu dalgalardan kaçamaz, tam tersine onların içinde yaşar.
Güncel dile yaslanmak şiiri gençleştirir, evet; çünkü sokaktan, günlük hayattan beslenen bir şiir damarında tazelik taşır. Ama bu gençleşme bazen derinliğin üstünü de örtebilir. Çünkü güncel olan, hızla eskir. O yüzden şairin işi, bugünün sesini yakalarken kelimelerin özüne dokunmak. Dilin kabuğunu değil, öz suyunu çıkarmak.
Bence Türkçedeki dönüşümler şiire hem yük hem de özgürlük veriyor. Yük, çünkü geçmişin ağır mirası var: Divan şiirinden halk şiirine uzanan dev bir dil tarihi. Özgürlük, çünkü şair bugünün Türkçesiyle kendi sesini kurabilir, geçmişin zincirlerini kırabilir.
Bir öykü yazarı olarak şiirle ilgili en çok merak ettiğim soru, şairin şiirin içinde en çok nerede susması gerektiği. Yani şairin, şiirin içinde nerde susması gerekir? Şiirde her şey söylenmeli mi, eksik mi bırakılmalı? Şair nerde duracağını nasıl bilir?
Şair şiirin içinde en çok, kelimenin artık kifayetsiz kalacağına inandığı yerde susmalı. Çünkü çok konuşmak yazmakta değildir esas maharet, fazla tekrar ve yersiz anlatı, hissi öldürür. Kendi ağırlığını taşıyacak kadar ışık verilmelidir kelimeler şiire.
Her şey söylenmez şiirde. Söylenirse şiir olmaktan çıkar, açıklamaya dönüşür. Şiir biraz da okuyucunun zihninde aydınlanması beklenen farklı yorum ve bakış açılarına gebedir. Okur, o eksikliğe kendi kalbini koyar, kendi sesini ekler. Şairin susmasıyla okurun sesi birleşir.
Durması gereken yeri şair çoğu kez “sezgiden” bilir. Bir kelime fazlası şiirin ritmini bozar, bir dize fazlası şiiri yorup yaşlandırır. Şair, o fazlalığın yükünü hissettiği anda susmalıdır. Bazen bir dizeyi silmek, bir şiiri eşsiz hale getirebilir. Bu yüzden geri dönüp sildiğim çok kelime, dizeler olmuştur.
Bir de meselenin şu yönü var ki, bazı şiirlerin muhatapları vardır. Bazen anlatılan hikâyenin mahremiyeti adına, bazen yaşanılan duyguların özgün kalabilmesi adına, anlatırsın ama her şeyi değil, söylersin ama her sözü değil, ya da bazen Fuzuli’nin dediği gibi “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” der ve susmayı tercih edersin.
Yeni şiirlerde sıkça rastladığımız parçalı anlatım ya da anlam bulanıklığı sizce bilinçli bir estetik arayış mı? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence günümüz şiirindeki parçalı anlatım ya da bulanıklık çoğu kez bilinçli bir seçim olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü modern zamanın kendisi parçalı, bulutlu. İnsan belleği, şehirlerin gürültüsü, ekranlardan akan görüntüler, filmler, okumalar… Her şey kesik kesik, kopuk kopuk. Şair de bu dağınıktan nasibini alıyor bence.
Parçalı anlatım, şiirde bir giz bırakıyor. Okura açık kapı lazım. Şair her şeyi dümdüz söylese, şiir yazdığı kelimelerden ibaret kalır; oysa bulanıklık, okurun kendi hayalini, kendi gölgesini oraya bırakmasına izin veriyor. Ve şiiri tekdüzelikten kurtarıyor. Elbette bu aynı zamanda ince bir çizgi. Çünkü bazen bulanıklık, şiiri tamamen anlaşılmaktan uzak kılabiliyor.
Benim için şiir, anlaşılabilirlik ile belirsizlik arasında bir dengeye oturmalı. Ne tamamen şeffaf ne tamamen karanlık olmalı. Sis perdesi aralanmalı, ama ardında da okuyucu hayrette bırakacak bir tablo gibi manzara sunmalı.
Sizce bir dizeyi “iyi yapan” nedir? İmgenin gücü sesi etkiler mi?
Bir dizeyi değerli kılan, tek bir özelliği değil, birçok unsurun uyumudur. Kimi zaman güçlü bir imgeyle parlar, kimi zaman ise kelimelerin kendi iç ahengiyle okuru yakalar. İmge tek başına yetmez. Onu canlı kılan, dilin müziğidir. Sözcüklerin ağızda bıraktığı titreşim, nefesle uyumu, dizenin kulağa düşüşü… İşte bunlar imgeye derinlik katar.
İyi bir dize hem işitilir hem de hayal edilir olmalı. Sadece bir düşünceyi dile getirmek değil, aynı zamanda okurun içinde yankı yaratmaktır asıl olan. Şiir içinde belirli aralıklarla tekrarlanan sesler ya da kelimeler bazen düşüncelere inen çekiç darbeleri gibi tesirli olabilir.
İmge ile ses birbirinden kopmaz; biri ötekini besler. Resim ve melodi gibi: biri gözle görülür, diğeri kulakla duyulur; ama ikisi birleştiğinde asıl bütünlük ortaya çıkar.
Şairlik yolculuğunuzda bugün dönüp baktığınızda ilk yazdığınız şiirlerle şimdi yazdığınız şiirler arasında en keskin fark nedir?
Zaman içerisinde en çok fark ettiğim değişim; şiirlerimin daha fazla usta elinden çıkmış gibi görünmeleri. Anlatış üslubumun daha fazla orijinalleşmesi diyebilirim. Birçok alanda olduğu gibi şiir yazma konusunda da bir uç nokta, sınır bulunmuyor. Eskiden daha kısa sürelerde şiirler yazar ve noktayı koyup başlığına atardım ama şimdi bu süreler çok daha fazla uzamaya başladı. Şiir ve edebiyat üzerinde harcadığım vakit yekûn olarak arttıkça, hayal dünyama kazandırdığı değerler de aynı doğrultuda artıyor. Her yazarın veya şairin ayrı bir dünyası, alemi var. Her insan bir kâinat kadar karmaşık hisler barındırıyor ruhunda. İnsan ne ile en çok hemhal olursa en çok ona benzer, ona meyil eder. Bu sebeple ne kadar çok usta yazarlar ve şairlerle eserlerini okumak yoluyla sohbet edebilirsek o derecede yol kat edeceğimize inanıyorum.
Eskiden şiir benim için bir tür “ispat”tı: Duygumu, düşüncemi kanıtlama çabası. Şimdi daha çok bir “tanıklık” gibi. Hayata, içimdeki yankıya, başkasının sessizliğine tanıklık etme hali. Ya da başkalarının sessizliğini onlara gösterme, hatırlatma makamı.
Son olarak Kenan Kara, şiirinizin içinde en çok kiminle konuşuyorsunuz?
Sanırım şiirimin içinde en çok kendimin bilmediğim tarafıyla konuşuyorum. Bir nevi gölgemle… Çünkü şiir yazarken çoğu kez bana ait sandığım duyguların, aslında benden daha eski bir yerden geldiğini hissediyorum. Bazen yeni tanıştığımız birisiyle çok uzun zamandan beri dost olduğumuz hissine kapılarız ya, aynen bunun gibi.
Bazen evinden kovulmuş, gidecek bir yeri, sığınacak kimsesi olmayan çocukluğumla konuşuyorum. Bazen hesapsız kitapsız, özgürce yaşadığım çocukluk yıllarımla. Bazen de hiç görmediğim ama yüzünü bildiğim bir insanla, bir ideali bulma arzusuyla. Bazen de beni yakıp yıkan ve bir daha asla geri dönmeyecek olan bir nazarla konuşurken kendimi buluyorum.
Ve elbette ki zamanın hızlı akışında durup dinlenip soluklanabilen şiir seven okuyucularımla konuşuyorum. Onların kulağında, gözünde, iç sesinde yankılanacak bir kelimeye, pişmanlığa, özleme bırakıyorum kelimelerin çaresiz çırpınışlarını. Şiir biraz da bir “çağrı”dır; şair tek başına söyler ama karşıda biri olduğuna inanır. Bu kişi var mıdır hâlâ yok mudur? Bunu yalnız Allah bilir.
POLİTİKA
1 saat önceGENEL
1 saat önceGENEL
1 saat önceEKONOMİ
1 saat önceDÜNYA
2 saat önceDÜNYA
2 saat önceSPOR
2 saat önce