LİDER KIRMIZI ÇİZGİ MİDİR?

LİDER KIRMIZI ÇİZGİ MİDİR?

Dr. Hakan Bolat kaleme aldı...

ABONE OL
20 Kasım 2025 13:50
LİDER KIRMIZI ÇİZGİ MİDİR?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hiç lafı uzatmadan en başta söyleyeyim: Lider, kırmızı çizgimizdir, namusumuzdur, şerefimizdir gibi ifadeleri; liderin ve herkesin duyacağı şekilde, insanların gözüne sokarcasına söylemek, sağlıklı düşünen bir beynin ve doğruluk, hak ve adalet için mücadele eden birinin söyleyeceği ifadeler değildir.
Çoğunlukla siyasal, ideolojik ve dini örgütlerde görünen bir çeşit topluluk davranışıdır.

Neden lidere taparcasına sadakat gösterilir? Neden lideri kusursuz ve eleştirilemez görürler? Ve neden herkesin öyle görmesi gerektiğine inanırlar?

Birincisi, gerçekten patolojik bir akıl problemi olanlar böyle ifadeler kullanır ve tıbbi olarak tedavi edilmeye muhtaçtırlar. Böyle insanların bir topluluk içinde bulunması ve bu tarz dalkavukluğun her türlüsünü göstermelerine müsaade edilmesi bile, o topluluğun ve liderlerinin ne kadar kalitesiz olduğunu görmek için yeterlidir.

İkincisi, çıkarları olanlar lidere bu kadar sadakat duyar. En büyük sebebi budur. Sorgulanması istenmeyen yanlış, kirli, haksız kazançların tümünü böylece liderin arkasına atarlar. Lider ya çok yaşlanmıştır ya da hastalanmıştır; aklî melekeleri yerinde değildir, kendinin bu durumlar için kullanıldığının… Ya da aklı başındaysa, komisyonunu alıyordur. Dalkavukluğun sınırsız olduğu bir toplulukta zenginlik, gücün en önemli bir parçasıdır. Ve lider, her zaman en zengin olmayı kimseye kaptırmaz. Kaptıramaz; çünkü yanındakilerin tamamı çıkarları için yanındadır. Ve hepsi, bir gün lider tarafından yine pis bir yerlerde harcanma korkusunu yaşarlar. Bu korkuyu sadece lider yaşamak istemez ve tüm kirli sistemin tepesinden asla inmez. İnmemek üzere tüm politikalarını kurgular.

Üçüncüsü, lidere taparcasına sadakat, o grupların aslında ne kadar küçük, ne kadar sığ, ne kadar sakil, ne kadar kalitesiz olduklarını gösterir. Böyle topluluklar ancak kendi kitlelerini diri tutabilmek için, bu şekilde putperestçe bir liderlik anlayışı ve liderlik kültürü geliştirirler. En kutsal insan olarak bilinen ve inanılan Hz. Muhammed’e bile, “Ben de sizin gibi bir insanım,” demesi emredilmiş, insanların da buna inanması istenmiştir. Ve yaşarken herhangi bir konuda konuştuğunda kendisine, “Bunu sen mi söylüyorsun, yoksa Allah’ın ayeti mi?” diye sorgulama özgüvenine ve kalitesine sahip bir topluluk varken; lideri kusursuz, eleştirilemez, sorgulanamaz, “namusumuz, şerefimizdir” gibi ifadelerle tanımlamak ve buna inanmak, herkesçe de böyle görülmesini beklemek, Kur’an’da sadece firavun figürüyle tarif edilebilir.
Yani bu kafadaki insanlar, kesinlikle birini firavunlaştırmışlardır ve ondan besleniyorlardır. Hepsi bu. Geri kalan her şey, yani lider ve lider güzellemeleri işin kılıfıdır.

Taht kavgaları da bu yüzden olur. Baştaki de dahil, çevresindeki herkes suçlu olduklarını, suçun kaynağı olduklarını bilir. Lider eninde sonunda düşecektir. Belki elden ayaktan düşecektir, belki ömrünü tamamlayacaktır. Ama mutlaka bir gün gidecektir. Suçlu, organize bir örgütte, lider kimseye güvenmediği gibi, kimse de birbirine güvenmez. Dolayısıyla, lider gitmeden taht oyunları mutlaka başlar. Çünkü liderlik yolunda, hiçbiri birbirine hangi kazığı atacağını bilemez. Bu oyunlar esnasında bazı kelleler gider. Çünkü lider, “ikinci adam” ifadesinin bile kullanılmasını hazmedemezken; kendinden sonrası için oynanan taht oyunlarını hiç kaldıramaz, hiç affetmez.

Mesela konuyu devlet boyutunda ele aldığımızda: Amerikan halkında 80 yaşındaki Trump ölürse Amerika batar gibi bir düşünce var mıdır? Yoktur. Hatta Trump’ın kendisinde bile yoktur. Veya Merkel, yıllarca Almanya başbakanlığını yaptı; Alman halkında böyle bir düşünce var mıydı? Yoktu. Veya Macron’un Fransa’sında? Bu liderlere baktığınız zaman, ne kendileri “Ben gidersem bu ülke çöker,” dediler, ne toplumları “Onlar giderse ülke çöker,” dediler, ne de toplumların oyunu almak için böyle bir propaganda yaptılar.
Aslında bu konunun tümüne özet olarak bu kısım yeterlidir.

Dördüncüsü, liderlik propagandasıdır. Yani bir sistem, lider sayesinde vardır; lider sayesinde yoluna devam eder; lider yoksa aslında biz hiçiz anlayışının propagandasıdır. Toplumu bu bahaneyle kitlerler. Lideri Tanrı yerine koyarlar ve “o dedi”, “o söyledi”, “o yasakladı”, “o istedi” diyerek topluma göz açtırmazlar.
Mesela lider bir bidonun kapağı gibidir; bir çuvalın ipi gibidir bu düzende.
Fakat bu durumda lider, sistemin en çok sevileni değil, en çok akıllısı olmak zorundadır.
Bir delinin sistemin başında olması, mutlaka bir akıllının başında olduğu sisteme köle olmasına neden olur. Veya başka bir delinin başında olduğu sistemle karşı karşıya kalırsa, mutlaka çatışma çıkar ve bütün sistemler çöker.
Bir topluluğa bu şekilde bir lider anlayışı kabul ettirmenin ya da inandırmanın tek bir amacı vardır: O topluluğu iliklerine kadar sömürebilmek.
Böyle topluluklar ne kadar acı çekse de asla başka sistemleri tartışamaz, “Bir de şu sistemi deneyelim” diyemez, hakkı, hukuku, adaleti savunamaz.
Ve bu durum sadece liderlere yarar. Hep liderlerin tartışıldığı sistemler, çürümüşlüğün kanıtıdır. Toplum, liderin bir bayrak yarışçısı olması gerektiğini kavramadığı sürece hep sömürülür. Ve kesinlikle sistemi yönetenleri de başkaları sömürüyordur, eğer en büyükler arasında değilseler.

Özetle, lideri taparcasına kırmızı çizgi görmenin normalleştiği örgütsel yapıda kesinlikle pis işler, kirli işler, yanlış işler yapılıyordur.
Gerçek temiz bir lider, kirli işlerin, kirli insanların paravanı veya bir parçası olmaz!
Kirli işlerin, kirli insanların ve kirli liderlerin oluşturduğu bir topluluk, sadece çetedir; suç örgütüdür.

Böyle işlerin olduğu bir toplulukta yönetim sisteminin başında bulunanların tek politikası, bütün kirliliklerin kendi kitlesi içinde normal bir durum olduğuna inandırmaktır.
Aslında bu farklı bir kültürdür. Yani hırsız bir ailenin içinde doğup büyüyen bir çocuğun, hırsızlığı normal hayatın bir parçası olarak görmesi gibi bir durum. Bu tür hırsız aileler, Tanrı’nın dünyada herkese eşit davrandığını ve kendi haklarını bu şekilde aldıklarına inanır. Ne kadar da masum bir bahane, değil mi?

Hayata hangi pencereden bakıyorsanız, dünyayı öyle görürsünüz.
Hırsızlığın normalleştiği örgütlü bir yapıda; veya kendinden başka insanları öldürmenin hak olduğuna inanan insanların olduğu İsrail’de “insanlık”, “hak”, “adalet”, “vicdan”, “merhamet” kelimelerinin hiçbir anlam ifade etmediğini sanırım siz de tahmin edebilirsiniz.

Bir lideri aşk derecesinde sevmek, saymak, savunmak gayet doğal bir insani davranıştır.
Fakat bir liderin fikirlerini, kurduğu veya yönettiği sistemi; en iyilerle kıyaslayarak daha ileriye, daha iyiye götürmek ve geliştirmek için mücadele etmemek ve kendinizi geliştirmemek, sizin tembelliğinizdir ve suçunuzdur.
Sizin hiçbir mücadele ve gelişim içinde olmadan lidere duyduğunuz aşk, bu suçunuzu liderin arkasına atmak demektir.
Başkalarında gördüğünüz bu durumu, belki dikkatlice kendinize bakarsanız kendinizde de görebilirsiniz. Çünkü herkes değişiyor, her şey değişiyor, dünya değişiyor…
Siz bu değişimin ve gelişimin mimarları içinde olmazsanız, aşk derecesinde sevdiğiniz, saydığınız liderlere en başta kendiniz ihanet etmiş olursunuz.

Artık, sürekli lider tartışmalarının ve lider güzellemelerinin olduğu yerde olaylara nasıl bakacağınızı biliyorsunuz.



Yazıyı sesli dinlemek için: https://www.instagram.com/reel/DQNNh5VkbMZ/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP