KUR’AN KİMİN KELAMI?

KUR’AN KİMİN KELAMI?

Şahin Doğan kaleme aldı....

ABONE OL
20 Kasım 2025 08:40
KUR’AN KİMİN KELAMI?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kur’an, lafzı ve manasıyla bir bütündür bizce. Bir yönüyle Allah kelamı, bir yönüyle beşer kelamıdır. Allah’tan gelmesi yönüyle Allah kelamı, bu kelamın Hz. Peygamber’in ağzından işitilmesi yönüyle beşer kelamıdır. Allah, kutsî kelamını bir beşerin ağzından duyurmayı murat etmiştir insanlara. Vahyin Hz. Peygamber’in kalbine ve zihnine nasıl ve ne şekilde geldiği hususu, kıyamete kadar peygamber olmayan bütün insanların meçhulüdür.

Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim’de geçen Mekkeli müşriklere yönelik bazı ağır ithamları, hakaretleri, bedduaları, galiz ifadeleri uluhiyetin şanına yakıştırmadığı; başka bir deyişle Allah’ı böyle âdi şeylerden tenzih etmek için vahyin -en azından bir kısmının- manasının Allah’a, lafzının Hz. Peygamber’e ait olduğunu söylüyor. Niyet sahih ama netice tartışmalı. Evet, ilgili konuşmadaki üslubu nezih değil. Nihayetinde yapılan, vahyin mahiyetine ilişkin bir yorumdan ibarettir.

Umumi kanaat, vahyin hem lafzının hem manasının Allah’a ait olduğu ve bu konuda Hz. Peygamber’in aracılık dışında hiçbir dahlinin ve tasarrufunun olmadığıdır. Bir ilim adamını sadece bir düşüncesinden dolayı mürted, kâfir, zındık gibi sıfatlarla itham etmek bu topraklara has bir garabet olsa gerek. Abdülkerim Sürûş, benzer düşünceleri dillendirdiği için vatanı olan İran’dan uzun yıllar uzak yaşamak zorunda kaldı. Düşünmek, düşman kazanmak sanatı gibi bir şey bu topraklarda.

Hülasa, Mustafa Öztürk’ün Kur’an vahyinin mahiyeti ile ilgili mezkur düşüncelerine katılmıyorum ama şunu da çok iyi biliyorum ki hocanın esas maksadı, Allah’ı basit ve süflî şeylerden tenzih etmek. Onun için bu konudaki düşüncelerini güven içinde özgürce ifade etmesini sonuna kadar destekliyorum. Engizisyon, sadece bu toprakların değil, bu kürenin kaderi.

Malûm tartışmaya müdahil olmayan kalmadı. Mehmet Görmez, Mehmet Azimli, İhsan Eliaçık, Ebubekir Sifil, Alparslan Kuytul, Dücane Cündioğlu… Mehmet Görmez güzel konuştu fakat sadra şifa bir şey söylemedi. “İslam tarihi’nde Kur’an’ın manasının Allah’a, lafzının Peygamber’e ait olduğunu Mustafa Öztürk dışında söyleyen çıkmadı.” dedi. Bunun hemen ardından Mustafa Öztürk, Süyûtî’nin el-İtkan’ında geçen ilgili notu paylaşarak Görmez’in iddiasını çürüttü.

Dücane Cündioğlu, üç saatlik konuşmasında esasa müteallik bir şey söylemedi. Kısmen Mehmet Görmez’in dediklerini tekrar etti. Süyûtî, kaynak olarak Zerkeşî’yi; Zerkeşî ise bir Hanefî olan Semerkandî’yi gösteriyor. Ama bir Semerkandî uzmanı olan Görmez, Semerkandî’de böyle bir kayıt olmadığını söylüyor. Kime ve neye güveneceğiz? Mesela Taberî, Mâtürîdî, Gazzâlî, Ebû Hanîfe bu konuda ne demiş, kimse bir şey söylemedi.

Mehmet Azimli ve İhsan Eliaçık, Öztürk hocaya tam destek verdi. Hele İhsan Eliaçık hızını alamayarak vahyin hem manasının hem lafzının Peygamber’e ait olduğunu söyledi. Ebubekir Sifil ve Alparslan Kuytul, doğal olarak ateşli muhalefet ettiler. Sifil’in konuşmasında telefonunu açıp Öztürk’ün montajlanmış iki dakikalık konuşmasını izleyicilerine dinlettikten sonra “Bunlar küfür değil de nedir arkadaşlar?” demesi hiç şık değildi. Tekfir etmek için fırsat kollamak…

Cündioğlu hariç hepsi tek ağızdan şunu söylüyordu: Bunlar İslam tarihinde yıllarca tartışılan malum şeyler. Ama buna rağmen hiçbiri bu tartışmaya ait bir metin ortaya koyamadı. Sözgelimi mihne meselesinde, kader meselesinde veya sıfatlar meselesinde yüzlerce metin görebiliyoruz ama bunun hakkında Mustafa Öztürk’ün gösterdiği ‘mini’ ibare dışında bir şey göremiyoruz. Acaba çok metin var da biz mi bilmiyoruz?

Ebû Hanîfe, Taberî, Gazzâlî, Kâdî Abdülcebbar, Nezzâm, Câhız, Zemahşerî, Cürcânî bu konuda ne düşünmüş, çok merak ediyorum. Keşke diyorum ileri seviyede bir Arapça bilseydim de bunları inceleyip tarama imkânım olsaydı! Bilebildiğim kadarıyla konuyla alakalı müstakil yazılmış iki eser var: Biri Abdülkerim Sürûş’un “Nebevi Rüyaların Ravisi Hz. Muhammed”, diğeri Hamdi Tayfur’un “Vahyin Tarihsel Mahiyeti.” İlginçtir, ikisi de ilahiyatçı değil.

Mustafa Öztürk’ü mezkur yoruma iten sâike gelince, bu husus çok tartışmalı bence. Çünkü “Her şeyden münezzeh ezelî ve ebedî bir Tanrı, son sözündeki bütün kadrajını bir lavuk müşrik için mi sarf edecek?” dediğinizde, bunun bir ileri aşaması “Her şeyden münezzeh ezelî ve ebedî bir Tanrı, bütün işini gücünü bırakacak, kâinat içinde bir nokta kadar bile yer kaplamayan insanın basit hareketleriyle meşgul olacak, onun için peygamberler gönderecek, sonsuz evreni yaratacak?” olur.

Birinci soruyu makul bulup onun üzerinden yerleşik geleneksel teolojiye muhalif çıkarımlar yapmaya çalışan uyanık bir zekânın ikinci soruyu görmemesi veya ıskalaması düşünülebilir mi? Hâlbuki bir açıdan ikinci soru, birinci sorudan daha önemli ve hayati bir soru. Onun için bir durum tespiti olarak daima diyorum: Tarihselci teolojinin bir adım ötesi deizm, iki adım ötesi ateizmdir.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP