

12 Eylül 1980 sabahı, tankların palet sesleri arasında emir-komuta zincirine dahil olan genç subaylar vardı. Hulusi Akar o gün üsteğmendi, Binali Yıldırım asteğmendi. Darbenin planlayıcısı değillerdi elbet, fakat emir-komuta zincirinin birer halkasıydılar. Yıllar geçti, biri Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı oldu, diğeri Başbakanlık koltuğuna oturdu.
36 yıl sonra, bu kez 15 Temmuz gecesi sahneye başka genç subaylar çıktı. Emir-komuta zinciri içinde, üstlerinden gelen talimatlara uyarak hareket eden astsubaylar, üsteğmenler, teğmenler… Onların akıbeti Akar ve Yıldırım gibi olmadı. Kimisi ordudan atıldı, kimisi işkence gördü, kimisi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Hayatları karardı, aileleri dağıldı, ömürleri mahvoldu.
Hukukun Çifte Yüzü
Eğer “darbenin emir-komuta zincirinde yer almak” başlı başına suçsa, Akar ve Yıldırım neden yargılanmadı? Eğer “emir emirdir, o günkü şartlarda yapacak başka şeyleri yoktu” mazereti makbulse, neden 15 Temmuz’daki alt rütbeliler için geçerli sayılmadı?
Bu çelişki, aslında hukukun değil, siyasetin işlediğini gösteriyor. Bir dönemde görmezden gelinen şey, başka bir dönemde ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırılıyorsa, ortada hukuk değil, iktidar menfaati vardır.
Yiğitlik Beklentisi mi?
15 Temmuz gecesi karargâhını darbecilere teslim eden ve bu durumda esir düşen Hulusi Akar’dan, 12 Eylül sabahında bir Ömer Halisdemir serdengeçtiliği beklemek zaten hayaldi. Bu ülkede “yiğitlik” hep alt rütbeli askerlerden, garibanlardan beklendi. Makamı, rütbesi, itibarı olanların ise en iyi yaptığı iş “sonradan kahraman yazılmak” oldu.
Siyasi İrade ve Menfaat
12 Eylül sonrasında siyasetçiler, darbeci generallerle hesaplaşmak yerine onların gölgesinde iktidarlarını sürdürmeyi tercih ettiler. 28 Şubat’ta da aynı tabloyu gördük. Tankların yürüdüğü, iradenin esir alındığı o karanlık süreçte kimse ciddi anlamda yargılanmadı. Bugün dönüp bakın: 12 Eylül’ün alt rütbelisi de, 28 Şubat’ın paşası da hiçbir ciddi yaptırımla yüzleşmedi.
15 Temmuz sonrasında ise iktidar, meşruiyetini “darbe karşıtı kahramanlık” üzerinden yeniden inşa etti. Bu nedenle alt rütbelilerin en sert biçimde cezalandırılması siyasi faydaya dönüştürüldü. Kiminin suçlu, kiminin ise “kahraman” ilan edilmesi tamamen iktidarın ihtiyaçlarına göre belirlendi.
Adaletin Terazisi Şaştığında
Bir tarafta darbenin içinde olup yıllar sonra devletin en yüksek makamlarına yükselenler… Öte tarafta darbe gecesi komutanının emrini uyguladığı için işkence gören, hücrelerde çürüyen, ömür boyu damgalanan gençler…
Adaletin terazisi bu kadar şaşarsa, toplumun vicdanı nasıl tatmin olacak?
Son Söz
Mesele Akar’ı, Yıldırım’ı ya da herhangi bir alt rütbeli subayı aklamak değil. Mesele, adaletin herkes için eşit uygulanması gerektiğini hatırlatmaktır. Çünkü adalet birilerine bol, birilerine dar ölçülürse, aslında hiç kimseye yok demektir.
Ben bir Türk milliyetçisi ve Ülkücü olarak devletimin, milletimin yanındayım. Ancak adaletsizlik karşısında susmak da inancıma, töreme sığmaz. Bizim töremiz “zulme rıza zulümdür” der. Adalet terazisi şaştığında kıyam durmak da imanımızın, ülkücülüğümüzün gereğidir.
Cenab-ı Hak Maide Suresi 8. ayette buyuruyor ki: “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Bu, takvaya en yakın olandır.”
Unutmayalım: Adalet ya herkese eşittir ya da hiç kimseye yoktur.
POLİTİKA
Az önceGENEL
Az önceGENEL
Az önceEKONOMİ
Az önceDÜNYA
Az önceDÜNYA
Az önceSPOR
Az önce