

Erkek cinselliği, çoğu evlilikte konuşulmayan ama ilişkilerin kaderini belirleyen en güçlü unsurlardan biridir. Sessizlik uzadıkça, yatak odasında başlayan uzaklık, kalplere de yerleşir. Peki, bir evlilikte sessizliği bozan, yakınlığı geri getiren o ilk dokunuş nedir?
Evlilik, yalnızca iki insanın hayatını birleştirmesi değil; bedenlerin, duyguların ve zihinlerin ortak bir ritim yakalamasıdır. Bu ritmin önemli parçalarından biri ise cinselliktir. Erkek cinselliği, evlilikte hem bireysel hem de çiftin ortak yaşam kalitesi üzerinde derin etkiler bırakır. Ancak bu etkiyi anlamak için yalnızca biyolojik süreçlere bakmak yeterli değildir; toplumsal roller, psikolojik durumlar, kültürel kodlar ve iletişim biçimleri de bu tablonun ayrılmaz parçalarıdır.
Erkek cinselliği, testosteron, dopamin ve oksitosin gibi hormonların etkisiyle şekillenir. Ancak evlilikte bu biyolojik yön tek başına belirleyici değildir. İş stresi, yorgunluk, sağlık sorunları ve uyku düzensizliği, cinsel isteği ve performansı zayıflatırken; eşler arası duygusal bağın zedelenmesi de fiziksel yakınlığı doğrudan etkiler.
Toplum, erkeklere evlilikte bile “hep hazır olma” rolünü yükler. Bu beklenti, cinselliği doğal bir paylaşım alanından çıkarıp bir performans sahnesine dönüştürebilir. “Yetersiz kalma” korkusu, performans anksiyetesi yaratır; zamanla bu kaygı hem cinsel işlev bozukluklarına hem de duygusal uzaklaşmaya neden olur.
Cinsel sorun yaşayan erkeklerde, “ben yeterli değilim” düşüncesi yaygınlaşır. Bu duygu, özgüven kaybına ve iletişimde sessiz duvarların örülmesine yol açar. Depresyon, kaygı ve kimlik sorgulamaları, çiftin duygusal bağını iyice zayıflatır.
Birçok kültürde cinsellik, evlilikte bile konuşulmayan bir konudur. Tabular, suçluluk duyguları ve yanlış inançlar, erkeklerin arzularını ifade etmesini zorlaştırır. Oysa konuşulabilir bir cinsellik, hem fiziksel hem de duygusal yakınlığın anahtarıdır.
Bu değişimi kabullenip uyum sağlayabilmek, evlilikte yakınlığı korumanın temelidir.
Cinselliğin yaşanmaması, hem bireysel hem de ilişkisel sorunları tetikler:
Aile danışmanlığı yaptığım bir çiftte, aralarındaki fiziksel temas tamamen bitmişti. Konuşmalar yüzeysel, göz teması nadir, duygusal bağ zayıftı. Onlara şu metaforu anlattım:
“Bedeniniz bir toprak, ruhunuz bir bahçe gibidir. Eğer sevgi suyu bu bahçeye akmazsa, çiçekler solar, renkler kaybolur. Ama aynı suyu yeniden akıtmak, toprağı canlandırmak mümkündür.”
Ve küçük ama etkili bir görev verdim:
“Bu hafta, konuşulmayan bir duyguyu birbirinize fısıldayın. Bir zamanlar sizi birbirinize çeken o ilk dokunuşu hatırlayın. Elinizi tuttuğunuzda parmak uçlarınızda yayılan o sıcaklığı yeniden çağırın. Ve unutmayın; sevgi, yeniden çağrıldığında geri döner.”
O akşam kadın, eşinin gözlerindeki ilk bakışı hatırladı; o bakışla odanın aydınlandığını gördü. Erkek ise eşinin kahkahasının sesini zihninde yeniden duydu. Eller buluştuğunda, yıllardır unutulan sıcaklık geri geldi.
Sonuç olarak; cinsellik; yatakta başlamaz, zihinde başlar. Erkek cinselliği, bir “görev” değil, karşılıklı bir “paylaşım” alanıdır. Bedenin kimyası kadar zihnin açıklığı, duyguların paylaşımı ve kültürel kodların sorgulanması, sağlıklı bir cinsel yaşamın temelidir.
Ve unutmayın: Sevgiyle dokunulmayan bir beden, zamanla ruhun sessiz çığlığına dönüşür.
YAZILAR
15 saat önceDÜNYA
15 saat önceDÜNYA
15 saat öncePOLİTİKA
15 saat önceDÜNYA
15 saat önceSPOR
15 saat öncePOLİTİKA
15 saat önce