Nisan ayının ilk haftası, yani geçtiğimiz günlerde 1 ve 7 Nisan arası “Kanser Haftası” kutlandı. O nedenle bu haftaki yazımı “kansere” ayırdım. Ancak sizlerden küçük bir ricam olacak. Hepinizin bu yazıma ortak olmanızı istiyorum. Yapmanız gereken tek şey, empati kurmak.
Boşaltın kafanızı. Sadece ve sadece kansere odaklanın. Kansere karşı ne kadar güçlüsünüz, onu ne şekilde karşılar, ne şekilde uğurlarsınız, beyninizde canlandırın. Şimdi izin verirseniz ilk ben başlamak istiyorum.
Uzun zamandır aşırı yorgunluk, anlayamadığım bir halsizlik vardı üzerimde. Parmağımı kıpırdatacak hali bile bulamıyordum çoğu zaman kendimde. Sürekli uyumak, yataktan hiç çıkmak istemiyordum. Beni ısrarla doktora götürmek isteyen anneme “kansızlıktır, dinlenince geçer” diyerek atlatıyordum. Nihayet annemin evlat acısı korkusu galip gelmiş ve beni kolumdan tuttuğu gibi en yakın hastaneye götürmüştü. Haftalarca süren tetkikler, zaten yorgun olan bedenimi iyiden iyiye halsizleştirmişti. Ve nihayet yapılan tüm tetkikler sonuçlanmış, bunun sevinciyle güle oynaya doktorumun odasına koşmuştum. Elimde bir yığın tahlil raporunu doktoruma uzatarak “Oturabilir miyim?” diye sordum.
“Buyurun, oturun.” dedi ve hiç vakit kaybetmeden çıkan sonuçlarıma göz atmaya başladı. Uzun bir sessizliğin ardından bana dönerek “Bizi annenle yalnız bırakır mısın?” dedi. İçime bir korku düşmüştü.
“Ben çocuk değilim Doktor Bey, ne varsa bana da söyleyebilirsiniz.” dedim ve oturduğum sandalyeye sırtımı iyice yaslayarak dinlemeye başladım.
Annem benden daha fazla tedirgin olmuştu. Yüzü sapsarı kesilmiş, ağzından kelimeler zorla dökülüyordu:
“Nesi var kızımın Doktor Bey? Kansızlık değil mi? O kadar da söylüyordum, bakmıyorsun kendine diye ama dinletemiyordum.”
“Kansızlık mı?” Sorusu, aslında duymak istediği tek cevaptı ve içinden ettiği dua, kulaklarımı sağır edecek kadar içten ve yüksekti.
Doktor, “Sanırım daha ciddi bir sorunla karşı karşıyayız hanımefendi. Lütfen güçlü olmaya çalışın, kızımız çok genç ve hayat dolu. Hastalığı atlatacağından eminim.” dedi.
Doktorumun adını bile zikredemediği hastalığı, ben içimde taşıyormuşum meğer. Kanserdi beni genç yaşımda hayattan alarak sonsuzluğa, kara toprakla buluşturacak olan.
Elim kolum bağlı, hayatta olan hiçbir şeyden zevk almıyorum artık. Etrafımda bir şeyler yapmak için çabalayan insanların değişen beden dillerini görmezden gelerek, uyumak, sadece uyumak istiyorum.
İçimde günden güne bir şey büyüyor, büyüdükçe acılarım, ağrılarım fazlalaşıyor. Arsız ağrılarım, yorgun olan bedenimi uyutmuyor geceleri. Uykusuz gecelerimde bana yarenlik eden günlüğüme geçmişte yaşadığım iyi-kötü anılarımı yazarak moral bulmaya çalışıyorum. Güzel anılarımı yazdıkça “Allah’ım, lütfen biraz daha zaman tanı” diye dua ediyorum. Yapmam gereken daha çok şey olduğunu hatırlıyorum ve içten içe hiçbir zaman doğmayacak olan kızımdan özür diliyorum.
Var olmamış kızım affederdi beni belki… Peki ya kırdığım kalpler, yapamadığım iyilikler, en önemlisi iyi bakamadığım bedenim beni affedecekler miydi?
Tüm bunları düşünürken iç sesim devreye giriyor: “Korkaksın sen!” diye avazının çıktığı kadar bağırıyor.
“Korkak değilim ben!” diyorum.
“Pes ettin. Çok çabuk kabullendin ölümü. Korkaksın işte!”
“Ne yapabilirim? Kaderde genç yaşta ölüm varsa, elimden ne gelir ki?”
“Elinden geleni yaptın mı?”
“Sus artık sus. Uyumak istiyorum, git buradan.”
“Annenin hıçkırık seslerini duyuyor musun? Allah kahretsin, git diyorum sana, git! Ne istiyorsun benden?”
“Kalk ayağa hemen. Topla kendini, hayatına bir yön vereceğiz şimdi.”
“Nasıl?”
“Kalem ve kâğıt al eline. Bir liste hazırlayacağız seninle.”
Seni sevenler, mutlu edenler, yanında olan gerçek dostların nerede?
Yanımda.
Sevmeyenler, mutsuz edenler, üzenler, dert üstüne dert yükleyenler nerede?
Yanımda.
Hadi, hayatına olumsuzluk eken herkesi ama herkesi çıkart hayatından. Hemen şimdi.
Mutlulukların, sevinçlerin, yapmaktan hoşlandığın hobilerin nerede?
Yanımda.
Dertlerin, üzüntülerin, olumsuz düşüncelerin, karamsarlığın nerede?
Kafamın içinde.
Seni üzen ne varsa, fırlat at camdan sokağa. Bu dünyada hiçbir dert, senin tek damla gözyaşına değmez.
Şimdi söyle, sen mi daha güçlüsün, kanser mi?
Bilmiyorum…
“Korkaksın sen, anlıyor musun? Ayrıca bencilin tekisin. Senden sonra sevdiklerinin kahrolacak olması umurunda bile değil.”
“Hayır, umurumda. Ben güçlüyüm. Ben kanserden daha güçlüyüm!”
“Peki şimdi kanseri yenecek misin?”
Emin değilim. Kafam çok karışık.
Toparla kafanı o hâlde. Düşün. Geçmişte yaşadığın onca zorluğa karşı verdiğin büyük mücadelelerini ve her defasında kazandığın zaferleri düşün.
Gelecek güzel günler için değil miydi tüm savaşın? O güzel günleri göremeden mi öleceksin? Peki ya durmadan andığın doğmamış kızın? Kızını da mı seninle birlikte kara toprakta uyutacaksın?
Hayır, hayır, hayır!
Peki tamam. Kendime söz veriyorum. Kendim için, sevenlerim için kanseri yeneceğim. Ant olsun kanser, seni yeneceğim! Ve güzel günlere doğru ilerleyeceğim.
Ben öncelikle tüm kanser hastalarımızdan çok özür diliyorum. Olayın anlattığım kadar basit ve sıradan olmadığını çok iyi biliyorum. Biliyorum çünkü biz babamla birlikte tam beş yıl kansere karşı mücadele verdik. Bugünkü kanser hakkındaki tüm düşüncelerim o zamanlardan kalma.
Defalarca babamla paylaştım düşüncelerimi. Ama kendini öyle çok hazırlamıştı ki ölüme, dediklerimi anlamadı bile. Ama siz anlayabilirsiniz. İnanın bana, çok zor değil. Sadece kendinize inanın. Biliyorum, başaracaksınız. Kanser illetini elinizin tersiyle iterek hayata sımsıkı tutunacaksınız.
Tüm kanser hastalarımıza acil şifalar diliyorum.
KÖŞE YAZILARI
10 saat önceGENEL
10 saat önceGENEL
10 saat önceGENEL
10 saat önceSPOR
10 saat önceEKONOMİ
10 saat önceGENEL
10 saat önce