

Uzun yıllar İslami ekollerin içinde bulunanların ömrü zâyi oldu bu ülkede! Mısır, Pakistan, Suriye, Arabistan; oralarda üretilen dini yorumları sorgulamadan ithal ettik, kutsal kitap okur gibi okuduk. O fikirler kendi coğrafyalarında bir anlam ifade edebilirdi, sorun çözebilirdi (ki bugün hiçbir sorunlarını da çözemediği görüldü) bizim için o bilgi ile bu coğrafyadaki sorunları çözmezdi, çözemedi de… Anladık. Anladık ama geç anladık!
İnsan hakları ile sorun oldu mu adres “Batı”, sol akımlarda adres “Batı”, geleneksel sorunlarımız olduğunda adres “Doğu”… Hep ithal… Hep ithal… Hep yabancı!
Kendimize has bir ideolojimiz bile yok. Milliyetçilik diyeceksiniz! O bile bizden değil artık!
Tuğrul Bey’in milliyetçilik anlayışını bugün icra eden bir sistem olsa tüm dünya gıpta ile bakardı eminim.
Yerli bir ateistimiz bile yok, yerli bir komünistimiz bile yok. Onlar da yabancı ithal! Hep başkalarına öykünme ile geçti asırlar.
Zihnimiz felç olmuş sanki. Bilgi bize o kadar uzak ki…
Oysa 1100 ve 1350 yılları arasında İslam aleminde üretilen eserlerin yüzde 90’ı Selçuklu döneminde yazılmıştır. Bilgiyi ithal etmiyorduk; ihraç ediyorduk; ve ihraç ettiğimiz bilgi oranın sorunlarını da çözüyordu. Teorik bilgi üretmek için en ideal ortamı hazırlayabilen bir yönetim anlayışımız vardı. Bilim, makuliyetin sağlandığı ortamlarda gelişir; makuliyet de ancak adaletle var olur, makuliyet liyakati getirir, yani adil ve makul ortamlarda liyakat inkişaf eder. Herkes yerini bulur ve her şey yerli yerine oturur. Zaten adaletin tanımı da bu değil mi? Adalet her şeyi yerli yerine koymaktır. Her şeyin yerinde olduğu ortamda, bilgi de, sanat da, edebiyat da, huzur da var olur. İnsanlar huzur bulur, hem bu dünyada hem öteki dünyada huzura kavuşur.
Dünya ahiretin tarlası ise adaletin, bilimin, sanatın hâkim olduğu topraklarda ne yeşermez ki?
Ya şimdi? Ya şimdi diyesi geliyor insanın. Şimdi nasılız? Şimdi dumura uğramış onlarca neslin bakiyesiyiz! Bilgi ithal, adalet ihtiyaç duyulmayan eskimiş bir bez parçası, erdemler tozlu raflarda küflenmiş, vicdan ve merhamet deseniz kurumuş bir dal parçası! Düşünce, düşünenin şahsında aşağılanıp dayak yemekte! Düşünce adamı istibdat altında ya susturulmuş ya pusturulmuş! Böyle bir ortamda düşünce adamı nasıl çıksın? Cemil Meriç bu konuda: “Düşüncenin kuduz köpek gibi kovaladığı ülkede düşünce adamı çıkmaz” der. Ne kadar haklı değil mi?
Öyle ya da böyle “Bilgi kendine kayıtsız kalan toplumları affetmez.” Affetmiyor da…
Bilgi ihtişamdır, sahibini muhteşem kılar. Bilgi üreten, bilgiye sahip olan toplumlar muhteşemdir, güçlüdür, hâkimdir. Üretirseniz hâkim olursunuz, hâkim olursanız yönetirsiniz.
Bilgi sahibi olarak yönetene “hâkim” denir, yani hikmet sahibi, eşyanın hakikâtine göre davranan insan; bilgi sahibi olmadan yani “tahakküm” ile yönetene de zalim denir.
Bilgi bir toplumda eteğini toplayıp çıkınca yerini zulümata bırakır. Örnek isteyen İslam alemine baksın!
Ne mi yapmalıyız? Bu sorunun cevabı o kadar zor ki!
Önce titreyip kendimize gelmeli ve çöpe attığımız, eskittiğimiz, küflendirdiğimiz bizi biz yapan değerlerle tekrar kendimizi rehabilite etmeliyiz.
Kolay mı deseniz kolay değil. Ama Anadolu yani Küçük Asya geç gelenlerin ve geç kalanların ülkesi biraz da!
Kısaca Anadolu’da hiçbir şey için geç değil ve geç değil bir şey için hiçbir şey. Burası Anadolu. Her şey mümkün, zor olan yapılır, çok zor olan da zaman alır. Yeter ki zahmeti ve zamanı göze alacak yiğitler titreyip çıksın meydana!
Muhtaç olduğumuz heyecan, kudret, tarihimizin şanlı sayfalarında mevcuttur.
YAZILAR
21 saat önceGENEL
21 saat önceGENEL
21 saat önceDÜNYA
21 saat önceGENEL
21 saat önceSPOR
21 saat önceSPOR
21 saat önce