Asalet, çoğu kişinin yanlış anladığı ve yalnızca köklü aile bağlarıyla ilişkilendirdiği bir kavram. Oysa gerçek asalet, bir soydan gelen mirastan ibaret değil, ruhunuzda yankılanan bir karakter bütünüdür. Asaletin temelleri çocuklukta atılır; kişinin yetişme tarzı, ailesinden öğrendikleri, hayatına kattığı değerler asaletin hamurunu oluşturur. Büyürken alınan bu değerler, konuşmalarınızda, tavırlarınızda kendini belli eder. Sonradan kazanılan bir süs değil, karakterin özünden gelen bir parıltıdır.
Topluluk içinde bulunurken, kendiliğinden fark edilen bir özellik olur asalet. Bir insanın nasıl konuştuğu, ses tonunun nasıl olduğu, yüz ifadesi, duruşu ve verdiği tepkiler onun asil mi yoksa sıradan mı olduğunu belli eder. İnsan karakteri, tüm bu özelliklerle dışa vurur kendini; bir yandan da bu özellikler, kişiyi tanıtan bir kimlik gibidir adeta. Ne gerçek asalet ne de bayağılık saklanamaz; akar insanın üzerinden, ta ki “Ben buyum” diye haykırana kadar. Bir insanla ilk karşılaşmanızda bile onun içsel niteliklerini, karakterini sezersiniz; ruhunun derinliklerinden yayılan sinyalleri alır ve kafanızda bir yere koyarsınız. Ancak, bir insanı yargılarken ilk izlenimden fazlasına güvenmek de önemlidir. Kim bilir, belki de ilk izlenimde yanıldığınız biri zamanla sizi şaşırtabilir.
Bu yüzden, insanlara bir şans vermek, onları hemen bir kalıba sokmamak gerekir. Zaman tanıdığınızda asil biri, zarafetiyle yavaş yavaş kendini gösterir. Bayağı bir insan ise eninde sonunda çiğliğini saklayamaz ve kendini açık eder. Hele ki toplu yaşanan, farklı sosyal çevrelerden insanların bir araya geldiği ortamlarda bu farklar çok daha net gözlemlenir. Gözlem gücünüz kuvvetliyse, insanların özündeki gerçek kişiliği kolayca fark edebilirsiniz.
Çoğu zaman, gerçekten asalet sahibi olmayan insanların da toplumda takdir toplama arzusuyla daha asil görünme çabalarına şahit oluruz. Fakat içten gelmeyen bu davranışlar, kısa sürede kendini belli eder. Gerçekten asil olmayan biri, ne kadar taklit ederse etsin, kendine uygun olmayan bir tavır sergilediğinde tıpkı yanlış kıyafet giymiş gibi durur. İnsan bu yapmacıklığı fark ettiğinde içten içe acır; çünkü bir insan, kendine yakışmayan bir davranışı üstlenmeye çalıştığında zavallı bir hal alır. Belki bir umutla, “Belki bu yeni tavırlarını benimser de hep böyle kalır,” diye düşünürsünüz. Ancak, değişimin temelinde dürüst bir içsel motivasyon yoksa, davranış kalıcı olamaz.
Gerçek asalet, gösterişsizdir ve bir ayna gibidir; sadece kendisini değil, etrafındaki herkesi yansıtır. Asil bir insan, sessiz bir zarafetle çevresindekileri etkilerken, bayağı olan insan içsel zayıflığını gizleyemez ve bu, en beklenmedik anlarda ortaya çıkar. Gerçekten asil birine bakınca, o zarafet ve saygı, her haliyle doğal görünür. Asalette kendiliğinden gelen bir vakar vardır ve bu insanın karakterine nüfuz etmiş bir erdemdir.
Öyleyse asalet, soyla değil, ruhla gelir. Asil olmayı isteyen bir insan önce karakterine bakmalı, kendi içinde bu değerleri geliştirmelidir. Çünkü ne köklü bir soy ne de taklit edilen tavırlar, kişinin özüne gerçek bir asalet katabilir. Gerçek asalet, kendi ruhunun zarafetiyle insanın yolunu bulduğu bir karakter meselesidir ve bu, her zaman doğallığın bir yansıması olarak kendini gösterir.
Banu BALAT
GENEL
10 saat önceEKONOMİ
10 saat önceGENEL
10 saat önceGENEL
10 saat önceGENEL
10 saat önceEKONOMİ
10 saat önceGENEL
10 saat önceTercüman Gazetesi Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.