Âlim Sesinin Mucizesi

Âlim Sesinin Mucizesi

Resul Mirhaşimli kaleme aldı...

ABONE OL
21 Haziran 2025 10:03
Âlim Sesinin Mucizesi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Bais-i icâd-ı âlem tâ ki bildim aşk imiş,
Zikri ‘Hu-hu’ eylerim bir lahza yahûîler gibi.”
(Seyyid Abulkasim Nebati)

Uzaklardan bir ses yükseliyor göklere. Ses zaten göğe yükselmeli… Nereden geldiğini hissediyorsun. Önce “Vatan” diyerek adım adım arşa yükseliyor. Zira arştan gelmiştir. On sekiz bin âlem, iki sesin hikmetiyle yaratılmıştır. Biri “Kâf”, diğeri “Nûn”. Yerin ve göğün bu iki sesini birleştiren “Kun” – “Ol” kelimesiyle var olduğuna inanmak, ilahi sesin mucizesinde yakin bulmaktır. Bu sesleri içinde yaşatabilen insanlar, Allah’ın özel lütfettiği kullarıdır…

Bir ney inliyor. Bu inilti neden, diye sorar insan. Neydeki bu sızı, uyuşmuş bir yaranın acısı gibi canı acıtır. O zaman sor: Bu inleyen ney ne çekiyor? Mantık sadedir. Dal dal kesilmiş basit bir çubuğun sızısının sebebi ortaya çıkar. Ayrılıktır onu dile getiren. Hicrandır onu inleten. Vatanından ayrı düşmüştür. Başkalarına sıradan bir kamışlık gibi gelen o yer, ney’in vatanıdır. Kökünden koparılmış, feryat ediyor…

Uzaklardan bir ses gelir. Sahibini arar. Onu bekler. Çaresizce inler bu aşkın ayrılığıyla. İniltisinden çaresizliği anlaşılır.
“Ne edim, kılım ne çare o nigar-i nazenine,
Boyanıb cihan sözünden özü bir beyane gelmez.”
Bu, “ateşe düşmüş yılanlar gibi” yanan, bu yangınlar içinde inleyen âşık, Azerbaycan’ın Halk Sanatçısı, Türkiye izleyicisinin de yakından tanıdığı Alim Gasımov’dur.


1980’li yıllardan itibaren Azerbaycan klasik müziğinde geleneksel eğilimlerden uzaklaşma gözlemlenmeye başladı. Bu gelenek, 1930’larda Sovyet baskısından korunmak amacıyla büyük bestecimiz Üzeyir Hacıbeyli tarafından nota sistemine aktarılan mugam icrasında kendini göstermişti. Zamanla, bir zamanlar aynı okulda buluşan mugam sanatı doğal olarak iki kola ayrıldı. Bir yanda geleneksel icrayı sürdürenler, öte yanda sufi müziğin köklerine dönenler vardı. O dönemde açıkça konuşulamayan derviş müziği unsurları bazı sanatçıların icrasında görünmeye başladı. Çok geçmeden, bu sanatçıların açtığı yolda Alim Kasımov, farklı icra tarzıyla sahneye çıktı.

Oysa herkesin geleneksel tarzı benimsediği bir dönemde, Alim’in müziği insanların üzerine adeta bir çığ gibi düştü. Bu müziğin kaynağını kimse anlayamıyordu. Alim’e yönelik ikili yaklaşım da tarzını değiştirdikten sonra başladı. Sahneye ilk çıktığında, herkes gibi okuyordu. “Heyratı”sı da gelenekseldi, “Güllü kafiye”si de… Ancak birden fırtına koptu, kasırga başladı; dünyayı ekseninden sarsabilecek bir SES, âlemi titretmeye başladı. Neydi bu sesin cazibesi? Onu bir devrim olarak gören de oldu, mugamı tahrif çabası olarak niteleyen de… Ama birçok kişi yanılıyordu.

Alim’in okuması, Hakk’ın esmalarının Âdem’de tecellisinin bir göstergesiydi. Alim’in sesi, O’nun evidir; sesin büyüsü O’nun “bu evde misafir” olduğunu gösterir. Bu sesin sırrıyla Alim, “Yusuf gibi ol Mısır’a sultan” da olabilir, “hak ile yeksan” (toprakla bir olan) da. Sahnedeki bu hâlden kopukluğu bundandır. Alim’in okudukları yenilik sayılıyor. Belki de sebebi, halkın yetmiş yıl boyunca mugamın geleneksel icrasını dinlemiş olmasıdır.

Ama Alim’in sesinden yükselenler, Ruh’un çırpınışlarıdır. Onu dinlerken, sanki geçmişin seslerini – Şekili Alesker, Hacı Hüsü, Keçəçioğlu Məhəmməd, Yaver Kelenterli, Meşedi Memet Ferzaliyev’i – aynı anda dinliyorum. Arı nasıl her çiçekten öz alıp peteğe toplarsa, Alim de bu üstatlardan “bal” alıyor. Her çiçekten bir demet yapıp, onlardan bir buket bağlıyor.


Alim Gasımov, geçmiş müziğimizin bugünü gibidir. Aslında, mücadele de bugünkü müziğin geçmişle ve klasik müziğin bugünle mücadelesidir.

Seyirciye zevk vermek için okumak Alim’e azap veriyor. Kalpleri okumanın çilesi budur. Alim, kalplerde düğüm olmuş hasretleri seslendiriyor.

Okudukça seyirciyi peşine takıp gizemli âlemlere götürüyor. Bu hâl, söze sığacak bir durum değildir. İlahi sesin coşkusuyla çırpınan bir hanendeyi anlamak için önce o sesin büyüsüne kapılmalı, onun açtığı yoldan yürümelisin. Gözlerini kapat, sen de Alim’le birlikte O’nun yanında olacaksın. Zerresinden yaratıldığın ilahi varlığa, hiç değilse bir anlık da olsa, kavuşmak istiyorsan önce Alim’in sesinin büyüsüne kapılmalısın. Alim bu hâle okurken giriyor. Sen de girebilirsen, Allah’ın Âdem’i yaratırken aslında Kendine söylediği övgünün felsefesini anlayacaksın. Anlarsan, sen de zikret…

Gözlerini aç. “Neden ol büt-i periveş dahi bir bu yane gelmez?” hasretiyle yolunu bekle. Hasret seni yorsun.
“Meger o harabe evden usanıb cezane gelmez?” sorusu seni rahat bırakmasın.
Sesin etkisinde ruhunla “rehberinin” peşine düşüp “onun mahallesinde” dolaşmak mesleğin olursa, o zaman emin olacaksın: Alim ne güzel bir mekâna yerleşmiş… Alim de biliyor, “inleyenler içinde bu sesten beslenen” çok sayıda hayranı var.

Alim okurken hâle girmesi, irade dışı bir şekilde ortaya çıkıyor. Dışarıdan onu gözlemlemek daha kolay. Ne zaman ki Alim yerinde vird ediyor, demek ki hâle girmiştir. Alim, onu saran hâl ile yaşıyor. Hanendelik hayatı sahneyle sınırlıdır. Gerçek hayatta Alim çok sıkılır. Sıkılmasın da ne yapsın? Bu fanî dünyanın oluşturduğu boş hayatta ne var ki?

Alim’in okumasında bir derviş hâli ortaya çıkıyor. Bu sanatçıya sufi müziğiyle örtüşen bu icra tarzının nereden geldiğini öğrenmek istedim, bir faydası olmadı. Alim diyor ki, bu yönünün farkında değil. Kitap da okumamış bu konuda. Ne kitabı? Eğer bu hâl kitapla ortaya çıksaydı, şimdi herkes bir destan yazardı. Bu yolun yolcularına her şeyi dikte eden gönül çırpınışlarıdır. Bu yolu akılla yürümek mümkün değildir. Çünkü akıl bu yolda yetersiz kalır. Bu yolu Aşk ile yürümelisin. Yolun sonundaki Nûr’a kavuşmak için akıl kılavuzluk edemez. Seni ruhun götürecek. Ya sonunda ebediyete kavuşup Bekâ’da var olacaksın, ya da Fenâ denen hiçlikte yok olacaksın… Ve artık o “Hiç”ten daha yüce bir makam yoktur… Denizden kopmuş bir damlanın ayrılığı kadar bile olsa, o gülüstanı bırakıp fanî dünyanın acılarına geri dönmek…

Alim Gasımov’un mugam okumasında çok farklı bir uyum ortaya çıkıyor. Bu da, mugamların her bölümüne uygun gazelin seçilebilmesi becerisidir. Azerbaycan klasik müziği sanatçıları arasında, Alim Qasımov’la karşılaştırılabilecek ikinci bir sanatçı bulmak zordur. Mugama gazel seçme yeteneği çok üstündür bu sanatçının. “Segah”ta okunan gazelle “Rast” için seçilen şiirin farkını bilmeyen bazı hanendeler (muğam okuyanlar) var. Alim bu işi büyük ustalıkla gerçekleştirir. Gazelin havasıyla mugam müziği arasında oluşan sentez o kadar güzeldir ki, sanki o şiirleri Alim’in kendisi yazmış gibidir. Hanende bunun tesadüfen olduğunu söyler. Belki Alim’e göre bu bir rastlantıdır. Fakat aslında hiçbir şey tesadüf değildir. Ne zaman ki hanende hâle girer, mistik âlemin mucizeleri her şeyi düzenler. Gazel ve müzik tam bir bütünlükle ortaya çıkar. Hâle girince, hanende için sözün anlamı da ortadan kalkar.

Alim Gasımov’un konserlerinde bir şey dikkatimi çekti. Adeta nefesi kesilene kadar okuyor. Bu sırrı kendisi açtı: “Kendi sesimin düşmanıyım. Bazen isterim ki, sesim oracıkta sönsün.” Alim, sanatında hiç kendini düşünmemiştir.

Alim okuyor… Bu sadece okumak değil, acı çekmektir. Hakk’ın nuruna baka baka içten içe erimektir. Alim, inleyen, sızlayan bir saz gibi okur. Her perdesinde bin sır gizli olan tar’a benzer Alim’in sesi. Bu okumak, daha çok ney gibi sızlamaktır. Bu okumak, dillere düşmüş derdi dillendirmektir. Hakk’ın dergâhından gelen nura boyanmaktır.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP