ASİMETRİK SAVAŞTA YENİDEN DOĞAN BEN

ASİMETRİK SAVAŞTA YENİDEN DOĞAN BEN

ABONE OL
21 Aralık 2024 22:31
ASİMETRİK SAVAŞTA YENİDEN DOĞAN BEN
4

BEĞENDİM

ABONE OL

Ben 19 Aralık 1968 yılında doğdum. Ancak 2006 yılında kritik bir füze birliğinin komutanı iken Amerika’da bir kurs sırasında aniden bütün bilincimi ve hafızamı kaybetmem hem askerlik ve hem de kendi özel hayatımda tam bir dönüm noktası olmuştur. Bundan dolayı ben 2006 yılını ikinci doğum yılım olarak kabul ediyorum.


FÜZE BİRLİK KOMUTANLİĞI

Sarıkamış’ta 2005 yılı bahar ayları başlangıcında tayinlerin açıklandığını duyar duymaz yeni tayin yerimi öğrenmek için Sarıkamış’taki tek Kara Kuvvetleri resmi internet ağı olarak nitelendirilebilecek KARANET ortamının bulunduğu Birlik Karargahına gittiğimde  burada tayinimin kritik bir Füze birliğine Birlik Komutanı olarak çıktığını öğrendim. Birlik hakkında araştırma  yaptığımda ise Amerikan MLRS silah sistemine  yani Ordumuzdaki ismi ile 227/607 mm ÇNRA Sistemine Birlik Komutanı olarak atandığımı öğrendim. 

  Yeni Birliğim ilk başta gerçekten çok etkileyici idi. Birlik o anda 165 km menzili ile Ordumuzun en uzun menzilli füze atabilme ayrıca 32 km ye kadar seri roketler atabilme yetenekleri ile Ordumuzun en güçlü ateş destek silah sistemi olup çok kritik bir birlikti.

MLRS Silah Sistemi

227/607 mm ÇNRA yani MLRS sistemi ile ilgili olarak   yeni atandığım birlikte Göreve Yönelik Kurs kapsamında  13 Haziran- 08 Temmuz 2005 tarihleri arasında kendi birlik personelimden bizzat özel kurs aldım. Burada görevi devir alacağım eski Birlik Komutanı ve diğer personel ile çok samimi görüşmeler yaptım..Birlik geçmişi, alınan tecrübeler, takip edilmesi gereken hususlar, silah sisteminin bakımı ve bu kapsamda NATO bağlantılı Amerikalılar ile görüşmeler, mevcut roket ve füze ömrünün dolması ve bakım zafiyetleri vb. diğer konularda kurs konu kapsamı dışında çok teferruatlı bilgileri aldım.Bu kurs süreci birliğimi tanımam ve gelince yapacaklarımın tespiti açısından çok faydalı geçti.

   Sistem hakkında internet ve bulabildiğim diğer kaynaklardan ayrıca yüzeysel bir araştırma sürecine girdim. Gördüm ki  mevcut bilgiler tamamen ve sadece sistemin üretici firması ve Amerika tarafından yansıtılan bilgilerdi. Sarıkamış’ta ilişik kesip ev toplamayı müteakip  yeni Birliğimde görevime başladım…

   .Yeni Birlik Komutanlığı Tabur Komutanlığı muadili bir birlikti ve ben daha o sene Binbaşı olmama rağmen böyle  kritik bir göreve atanmıştım. Birliğimin bütün Subay, Astsubay ve Uzman Erbaşları özel olarak seçilerek birliğe atanmıştı. Birliğim, askeri okulları derece ile bitiren ve yer seçme hakkı olan personelin ilk seçtiği birlik idi.Bu birlikte daha önce görev yapmış başta Birlik Komutanları olmak üzere birçok personelin yurt dışı görev geçmişleri bulunmakta idi.

   Birliğim o anda  TSK envanterindeki en uzun menzilli ve etkili sistem olduğundan bütün yabancı heyetlerin ve üst düzey komuta kademesi ziyaret ve denetlemelerinin öncelikli gezi güzergahında bulunmakta idi. Birliğim devlet törenlerinin yapıldığı içinde bütün devlet erkanı ve yabancı temsilcilerin bulunduğu Ankara’daki bütün  30 Ağustos, 29 Ekim resmi törenlerine Ordumuzu temsilen katılmakta idi. Başta personelim olmak üzere, silahlarımız, teçhizatımız, araçlarımız, tesislerimiz,  diğer imkan ve kabiliyetlerimiz başka kıta komutanlıkları ile kıyaslanmayacak derecede üstündü. Birliğimin, bağlı olduğu  komutanlığın bulunduğu garnizon dışındaki tek birliği olması bana; planlama, insiyatif kullanma, karar verme ve üst Komutanlık ile ilişkilerde ayrıca çok büyük esneklik sağlıyordu.

     Füze Birlik.Komutanlığımın. ilk safhası geçmişe ve geleceğe yönelik çok büyük bir araştırma, personel ile birebir görüşme, silah sistemi, mevcut sorunları  ve alınması gereken tedbirlerin tespiti maksadı ile çok yoğun geçti. Birlik personelimin çok yetenekli olması ve bağlı olduğum Komutanımın bana güvenerek, insiyatif tanıması  askerlik safahatımda şimdiye kadar hiç olmadığı kadar kendi Birliğim ve bu yabancı  Silah Sistemi konularında derinlemesine araştırma yapma imkanını şahsıma sağladı. Bu araştırmayı kendime öncelikli bir vazife edinmiştim.Çünkü 227/607 mm ÇNRA (MLRS),o anda Ordumuz envanterindeki en güçlü ve en uzun menzilli ateş destek sistemi, atandığım görev ve Birliğimin vazifesi o ana kadar atandığım görevler ve birliklerimin aldıkları vazifeler içinde  en önemlisi idi.Bu araştırmayı yapmayı kendime kutsal ve öncelikli bir vazife edinmiştim.

    Konularında uzman Birlik personelimin bir kısmını da kullanarak yaptığım araştırmalar sürecinde; ilk tespit ettiğim ve de daha önce eski Birlik Komutanı ve bağlı olduğum Komutanım tarafından bu konuda çalışma yapmam gerektiği konusunda bilgilendirildiğim; elimizdeki bu Amerikan silah sistemine ait bütün mevcut roket ve füzelerin raf ömürlerinin önümüzdeki 5 yıllık sürede  dolmak üzere olduğu ve 2007 yılından itibaren de Birliğin tarihi geçmişinde ilk defa büyük bir miktar roket ve füzenin  raf ömrünün tamamen dolacağı ve bunların yerine yenilerinin konması gerektiği tespiti idi.  Yaptığımız çalışmalarda üretici firma internet sitesinde de fiyatını açıkça görebildiğimiz  tanesii 801.471 dolar olan M-39 ATACMS füzeleri ile tanesi 153.081 dolar olan M-26 roketlerinden elimizde bulunanlardan  o anda değerini tam hatırlayamadığım yüz milyonlarca Dolarlık füze ve roketin raf ömürlerinin önümüzdeki  2 yılda dolmakta olduğu idi. Önümüzdeki 2 yılda dolacak yüz milyonlarca Dolarlık ve 5 yıllık süre sonra şu anda maliyetini kesinlikle değerlendiremediğim belki de milyarlarca dolarlık raf ömrü tamamen dolacak Ordumuz elindeki bu yabancı sistemin mevcut  bütün roket ve füzeleri ve de eskimiş sistemin bizzat kendisi için acilen bir tedbir almak gerekiyordu.

  NATO kanalı ile Amerikalı yabancı şirketçe önceden roket ve füzelerin raf ömürleri zaten uzatılmıştı. Ama şimdi bu uzatmanın teknik olarak son aşamasına gelinmişti .Artık teknik olarak roket ve füzelerin kullanım ömürleri uzatılamayacağından Ordu ve Devlet olarak önümüzde iki seçenek bulunmaktaydı.

  Ya Amerika’dan kullanım ömrü bitmiş  roket ve füzeler yerine yüz milyonlarca , milyarlarca dolar vererek yenilerini alacağız ya da bu sistemi terk ederek yerine o tarihlerde gizli tutulan Türk mühendislerinin geliştirmeye devam ettikleri milli fabrikalarımızda yeni üretmeye başladığımız  milli roket ve füze sistemlerini geliştirerek  kullanacağız

  Yeni takip edilecek yolun tespiti için benim göreve gelmem öncesinden başlayan yoğun bir araştırma sürecine zaten girilmişti. Yeni ilave sistemlerin Amerika’dan Ordumuza alınarak MLRS sayısını arttırmadan, bütün roket ve füzeleri istenen hedefler üzerine atarak komple bitirme projelerine kadar uzanan birçok alternatif çözüm yolları ortaya konmakta idi.

 İlk önceleri diğer geliştirilen alternatif milli silahların belirsizlikleri ve riskleri  sebebi ile belli bir süre daha Amerika’dan yeni roket ve füze alınarak sistemin devam ettirilmesi seçeneği ağırlık kazanmıştı. Ama hala araştırmalar devam ediyordu.

  Bu yoğun araştırma sürecinde iken bizim gibi Amerika’dan aynı yıllarda MLRS alan  Güney Kore ordusunun bir lançerinin  bir M-26 roketini atarken   atış sırasında yerinde patlayarak personelinin öldüğünü ve lançerin paramparça olduğunu gösteren bir fotoğraf internet aracılığı ile gayri resmi kanaldan elimize geçmişti. .Diğer tespit ettiğimiz önemli husus ise; bu silah sistemi ile bir hedef için 801.471 Dolarlık bir füze atmanın maliyet-etkinlik analizi çerçevesinde ne kadar pahalı olduğunu gösteren bulgulardı

   Alternatif özel araştırmalarımda üretici Amerikalı firma haricindeki diğer Amerikalı askerler dahil birçok bilirkişi uzmanlarının yaptığı araştırmalardan sistemin maliyet-etkinlik yönünden çok pahalı olduğu ile ilgili değerlendirmeleri değişik internet sitelerinde bizzat bende bulmuştum. Ama asıl bulduğum acı gerçek ise şu idi.

    ‘’ Artık Amerika tarafından bu sistemlerin üst modellerinin kullanıldığını, yeni sistemlerin kullanılmaya başlaması ile bizim de kullandığımız mevcut  roketlerin, füzelerin ve de bizzat bizim kullandığımız MLRS sisteminin üretici Amerikalı şirketin elinde satamadan kaldığı gerçeği.’’

   Bu arada Çin’den ilk teknolojik destek alınarak halen geliştirilen ve yerli fabrikalarda üretilen milli roket ve füzeleri  de  araştırmakta idim. Öncelikle  Türkiye tarafından halen geliştirilen  o tarihlerde gizli tutulan ÇNRA ve Füze silah sistemleri  ile yine yerli ROKETSAN tarafından üretilen gizli olmayan 107 ve 122 mm.ÇNRA sistemlerini de askerlik safahatımda ilk defa tanıma imkanı buldum.

   Bu araştırmalarda bulduğum ince husus ise MLRS sisteminin bütün alt unsurlarını ayrı ayrı farklı milli kuruluşlar tarafından milli imkanlarla üretebildiğimizi, tek yapmamız gerekenin ise bunun tek bir silahta birleştirilmesini sağlayacak alt yapının oluşturulması olduğu gerçeği idi.   Şu an yeni hatırladığım uzun araştırmalardan sonra elime geçmiş Lockheed Martin şirketinin bir broşürü idi. Bu broşürde   önemli bir ayrıntı vardı. Birlik olarak elimizdeki bütün roket ve füze miktarlarını GİZLİ gizlilik derecesinde saklarken ve sadece bilmesi gereken prensibine göre sadece yetkili personelin bilebildiği elimizdeki o tarihteki ATACMS füze miktarının ve lançer sayısının bu broşürde açık olarak yer alması idi. Bu özel basım broşür 1997 yılında basılmıştı.

Bizim ‘’ÇOK GİZLİ’’ sakladığımız füze sayımızı ve lançer miktarımızı Amerikan şirketi bütün dünya ülkelerine reklam amaçlı açık açık duyuruyordu.  Hem de biz 2005 yılında iken ve bu bilgi bizim için halen gizli iken şirket bu bilgiyi 1997 yılında yayınlamıştı. Ne kadar GİZLİ? Bu broşürde diğer ülkelere de ne kadar silah ve füze satıldığı açıkça belirtilmekte idi. Şimdi bu dökümanı yine ibret olsun diye özel saklıyorum.

  Füze Birlik Komutanlığına  atandığımda şu an hatırlayabildiğim diğer ince bir ayrıntı ise şu idi; Birlikteki odama ilk defa geçip masama oturduğumda, masamın önündeki sehpa üzerinde Amerika’dan ismime ve direk Birlik adresime  ‘’ TUGTIGIN SEN 227/607 mm.CNRA Brl.K POLATLI’’ ifadeleri ile gönderilmiş silah sistemi üreticisi Lockheed Martin şirketi amblemi taşıyan MLRS ile ilgili birçok dergi, afiş ve dökümanın bulunması idi. İlk önceleri beni bu husus çok ilgilendirmemişti..Eski birlik personeline sorduğumda bu tür dökümanların eski Birlik Komutanına da devamlı geldiğini bana söylediklerini hatırlıyorum.

     Bu Amerika’lı şirket nasıl oluyor da benim adımı ve bu Birlik Komutanlığına atandığımı biliyor?

   Ayrıntısını daha yeni hatırlayabildiğim diğer bir hususta şu idi. Birlik Komutanlığımda artık belli bir süre geçirmiş, yeterli olmasa da belli bir bilgi düzeyine ulaşmıştım. Benden önceki Birlik.Komutanı.devamlı Amerikalıların geldiğini ve onlarla silah sistemi ile ilgili görüştüklerini söylemiş, silahlarımızın ve mühimmatımızın bakımının Amerikalılarca yapıldığını bana iletmişti.Birlik personelimden bazıları da Amerikalılarla bakım faaliyetleri ile ilgili yaşadıkları bazı tecrübeleri bana iletmişlerdi. Bu arada yurtdışından adıma ve birlik adresime daha yoğun olarak üretici Amerikan firma tarafından silah maketleri ve yeni ürettikleri sistemleri tanıtan broşürler gelmekte idi.

    Bu süreçte yeni izlenecek yolun teknik tespiti açısından yeni başlattığımız mevcut roket ve füzelerin kalan ömürlerini tespiti ve bakımları açısından Birliğimizde yoğun bir çalışma ortamı vardı. Ben, birliğimin  özellikle bir gerginlik anında  Trakya ve Ege  bölgesinde alabileceği muhtemel plan görevleri ile ilgili vazifelerde çok yoğun olarak ayrıca uğraşmakta idim. Bu süre içinde Tugay Komutanımın teklifi ile 23.01.2006 tarihinde Kara.Kuvvetleri.Komutanı tarafından ‘’Eğitim ve Öğretim Şerit Rozeti’’ ile ödüllendirilmem, yine bizzat Tugay.Komutanım tarafından 25 Kasım ve 09 Aralık 2005 tarihlerinde yapılan harbe hazırlık faaliyetlerinde Birliğimin gösterdiği başarıdan dolayı takdir yazılması sağlığım yerine geldikten sonra  bunlarla ilgili belgeleri bulmam sonucu şimdi yeni hatırlayabildiğim hususlardır. Bu takdirleri  de şimdi özel korumaya aldım.

. Tarihe meraklı birisi ve araştırdığım için envanterimizdeki yabancı silahlar da dahil bütün dünyada kritik silah sistemlerinin   üretici yabancı ülkeler  tarafından üst modelleri üretilmeden ve kritik kullanım bilgileri muhafaza edilmeden diğer ülkelere satılmadığını bilmekte idim. Yakın geçmişimizde hemen II. Dünya Savaşı sonrası artık kullanım alanı kalmamış birçok silah ve mühimmatın Amerika ve Avrupa tarafından Türkiye’ye hibe dahil çok düşük fiyatlarla satılarak milli imkanlarla uçak dahil, birçok silah ve mühimmat üretiminin önüne geçildiğini bilmekte idim. Gerçi Kıbrıs Barış harekatında ve sonrasındaki  yakın tarihi süreçte  milli imkanlarla silah üretmenin önemini ve önceliğini Devlet ve Ordu olarak artık görmüştük ama geç kaldığımızdan çalışmalarımızı hızlandırmamız gerekiyordu.  Ayrıca yakın tarihi süreçte bir savaşın maliyetinin ne kadar ağır olduğunu ve hatta  Rusya’nın dahi Afganistan’daki savaşının ekonomik yükünü  kaldırmada nasıl zorlandığı konusundaki bilgilerim  şu anda hatırlayabildiğim hususlardır.

    Tespit ettiğim en önemli husus ise o anda dünya da küresel güçlerden sonra kendi imkanları ile roket ve füze üretmeye başlayabilen sayılı ülkelerden birisi olduğumuzu ve yeterli imkan tanınması halinde ise bu imkanımızı bize silah satan ülkelerden çok daha ileri seviyelere getirebileceğimizin tespiti idi.

    Araştırmalar sırasında bulduğum bir fotoğraf ise benim için tarihi bir ders çıkartmak adına çok anlamlı ve düşündürücü idi. Bu fotoğraf; 1999 yılı Kasım ayında A.B.D. Oklahama, Fort Sill üssünde A.B.D nin hem Yunanistan’a hem de Türkiye’ye MLRS sattıktan sonra eğitim verirken çekilmişti.

    ‘’Fotoğrafta bir tarafta Türk bayrağı ile Türk askerleri, bir tarafta Yunan bayrağı ile Yunan askerleri, ortalarında eğitim veren Amerikan askerleri ve arkada hem Yunanistan’a hem de Türkiye’ye satılan Amerikan silahı MLRS’’     Bu fotoğrafı çerçeveletip derhal odama astırdığımı hatırlıyorum. Sadece  ibret olsun diye…

Amerika’nın hem Türkiye’ye hem de Yunanistan’a sattığı MLRS için Amerika’da verilen kurs

Üç NATO ülkesi askerleri ve Amerikan Silahı, İki ülke Yunanistan ve Türkiye bu silahı bir gerginlik anında gerektiğinde birbirleri için çekinmeden kullanacaklar ve ortalarında daimi müttefikimiz, stratejik ortağımız A.B.D. ……’’

   Biz bu büyük oyunda Türkiye ve Yunanistan olarak acaba bir oyuncak mıyız?

  Türkiye’nin komşu ülkelerinden sadece Yunanistan’da bu silahlar mevcut. Tarihe meraklı ve bu konuda yüksek lisans yapmış bir kişi olarak kendi ve dünya yakın tarihimizde savaşların nasıl çıktığını öğrenmiştim.     

  I nci Dünya Savaşı sonrası emperyalist ülkelerin nasıl araç olarak Yunanlıları kullanarak Büyük Yunanistan’ı (Bizansı) kurmak hayaliyle Kurtuluş Savaşımızda üzerimize gönderildiklerini, Sadık Millet olarak bilinen Ermenilerin nasıl kandırılarak Osmanlı Devletinin parçalanmasında kullanıldıklarını bilmekte idim. Bosna’daki görevim sırasında emperyalist devletlerin nasıl aynı milleti birbirine düşürerek Yugoslavya’yı parçalayabildiklerini tarafsız bir gözle bizzat görmüş, yine İç Güvenlik Harekatında bölücü terör örgütüne karşı yapılan mücadelede fiili olarak bizzat görev yaparak bizi birbirimize karşı nasıl kırdırabildiklerini görmüştüm.

  Acaba biz Türkiye ve Türk Milleti olarak bu kadar şanlı ve onurlu bir tarihe sahip olmamıza rağmen Amerika’nın ve diğer emperyalist devletlerin çıkarları için bize biçilen rol içinde onların menfaatleri için oyuncak olarak kullanılıyor muyuz? Bu soruyu kendime şimdi daha çok sormaya başlamıştım.. .    Ben Füze Birlik Komutanı iken, bu sistemin artık Ordumuz tarafından son kullanım ömrüne kadar kullanılıp, sonra da kaldırılmasını ve yerine geliştirmeye devam ettiğimiz milli sistemlerinin  kullanılmasını istiyordum.. Bu konuda Birlik Komutanlığımdan itibaren hep araştırmalar yapmış, ilgili Komuta kademesini ve ilgili diğer personeli bilgilendirerek, kendi komutanlık sınırlarım içindeki tedbirleri almıştım. Birlik Komutanlığım sırasında  raf ömrü biten roket ve füzeler için üst komuta kademesine yeni roket, füze alınması ve de raf ömrü uzatımı yönünde resmi yazı yazmamış, komuta ve diğer karar kademelerine kesinlikle olumlu görüş bildirmemiştim…

Kısaca milli imkanlarla bu sistemleri yapmamız halinde şu anda acı tecrübelerle öğrenebildiğimiz ordumuzdaki diğer bütün yabancı sistemlerde olduğu gibi mevcut roket ve füzelerin raf ömürlerinin bitmesinden kaynaklanan sorunlar gibi başka sorunların Devletimiz ve Ordumuz için bundan sonra gelecekte ortaya çıkmasını kendi yetkilerim içinde engellemeye çalışıyordum.

AMERİKA’YA KURSA SEÇİLMEM

Yurtdışına hiç gitme isteği ve teşebbüsü yok iken Amerika’ya yerinde lisan kursuna gideceğimin bana telefon ile bir arkadaşım tarafından bildirilmesi ve yaşadığım şok. Amerika’ya gideceğim haberi bana 2006 Mart ayı sonlarına doğru bu şirket yetkilileri ile görüşmemden yaklaşık bir ay sonra öğrenmiştim. Yurtdışına gitmek isteğim yoktu çünkü 1995-1997 yıllarında İç Güvenlik Harekatında, 1998 ve1999 yıllarında da Bosna-Hersek’te görev yapmıştım. Bu süreçte ailem ile beraber değildim. Aile bütünlüğüm Sarıkamış’tan sonra batıda ilk defa tam olarak sağlanmıştı.

Diğer önemli husus ise mesleki konulardaki önceliklerim değişmişti.2005 yılında bitirdiğim Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yaptığım Yüksek Lisans ve hazırladığım ‘’Bölücü Terör ve Ermeniler’’ üzerine tezim akademik sivil çevrelerden ilgi görmüş ve bana tezimi geliştirerek kitap olarak basmak konusunda tavsiyelerde bulunulmuştu. Ben ise bu tezimi asker olduğum ve o zamanki durum gereği sivil kuruluşlar yerine Genelkurmay ATASE’ye basılmak üzere gönderme durumunda kalmıştım. Türkiye’nin gündeminde olan konularda araştırma yapmaktan çok büyük zevk almıştım ve de kendimi Ankara’da bir üniversitede yakın tarihimiz üzerine daha önce araştırılmamış konular üzerine akademik doktora yapmaya hazırlıyordum. Halen de ayrıca başka bir üniversitede İşletme-Yönetim Organizasyon üzerine Yüksek Lisansımı bitirmek üzereydim..

Akademik Tarih Doktorası yapmak için mecburi olarak girdiğim Kamu Personeli Yabancı Dil Sınavı (KPDS) ve akabinde yıllardan beri göremediğim Erzurum’da sınava girecek diğer silah arkadaşlarımla tekrar buluşmak için girdiğim dinleme sınavı sonucu Genel Dil notu olarak 02.01.2006 tarihinde aldığım 57.5 Genel Dil notu gerekçesi ile İngilizce’yi yerinde daha iyi öğrenmek maksadı ile Ordumuz beni Amerika’ya gönderiyordu. Talihe bakın ben bu sınavlarda çok daha yüksek not alabilirdim fakat doktora yapmak için KPDS den 55 almamın yeterli olacağını öğrenmiş ve ben bu sınavda son 30 soruyu belki yüksek not alarak beni yurtdışına tekrar gönderirler gerekçesi ile dikkatli okumadan işaretlemiştim. Dinleme sınavında da aynı sebeple çoğu soruyu boş bırakmıştım. İşte kader dedikleri buymuş: iki sınav ortalamam 57.5 olduğu için beni Ordumuz ilgili mevzuata uygun olarak haklı gerekçelerle İngilizcemi daha geliştirmek maksadı ile Amerika’ya gönderiyordu.

Daha önce Bosna’da 1 yıl beraber çalıştığım bu insanlara ve 2002 yılında eşimle birlikte turist olarak gittiğim bu ülkeye tekrar gidiyordum.

Canım Ordum beni, önce kritik bir Füze Birliğine Birlik Komutanı olarak atamış akabinde de yine beni talebim olmamasına rağmen böyle özel ve güzel bir kursa gönderiyordu. Bu beklenmediğim kurs haberi Ordumun benden gelecek için bir ümit duyduğu ve de ileriki askerlik safhamda bana yeni farklı yollar açabileceği düşüncesi ile önceleri bende mutluluk yarattı.

Ama bu kurs sırasında Amerika’da başıma gelen o zaman üzücü olarak değerlendirdiğim bir olay ileriki askerlik safhamda ve hayatımda hiç ummadığım ve beklemediğim fakat şimdi kesinlikle hayırlı olduğunu değerlendirdiğim yolları önüme açacaktı.

AMERİKA’YA KURSA GİDİŞ VE RAHATSIZLANARAK GERİ DÖNÜŞ

Amerika’ya kursa gitmeden önce Ankara’da çeşitli kurslar gördük. Amerikan irtibat Subayları ile görüştük. Kursa gitmeden önce Türkiye’de yapılan dil sınavında çok iyi not aldığımı hatırlıyorum. Kurs veren bir Türk Subayı tarafından bana’’ Amerika’ya gittiğinde kesinlikle yüksek not alma. Sizi orada ilk gittiğinizde bir giriş testine tabi tutacaklar. Yüksek not alırsan sana sen zaten İngilizceyi çok iyi biliyorsun derler, bizi de bu subayı aramıza ajan olarak mı gönderdiniz diye uyarırlar’’diyerek ikaz edildiğimi hatırlıyorum.
.Amerika’daki kursa isimlerini ve görev yerlerini iyileştikten sonra öğrendiğim 4 subay ile gittim.

Amerika’da kurs başlangıcı sürecini çok net hatırlamamak ile birlikte benim öncülüğümde askeri üs içindeki bize özel tahsis edilen kalma yeri haricinde kentte dışarıda bir ev tuttuğumuzu ve bir araba aldığımızı hatırlıyorum.Ben öncülük yapmıştım çünkü daha önce 2002 tarihinde Amerika’ya turist olarak gitmiş, en uç ve güzel yerleri kardeşim vasıtası ile gezmiştim.Bosna’da görevdeyken daima Amerikalılarla beraber çalışmış hatta belli bir süre Amerikan Tümeninde irtibat görevlerinde bulunmuştum. Birde en önemlisi A.B.D.de açılan bu kursların bir şey öğretmekten ziyade Amerikan düşünce yapısını ve psikolojik harbini diğer ülke askerleri üzerine uygulamak olduğunu yaptığım araştırmalardan ve özellikle yüksek lisans tezimi hazırlarken yabancı okulların ve eğitiminin ülkemizin bölünmesindeki rolünü çok iyi öğrenmiştim.

Sonra ne oldu? Hiç ama hiç hatırlamıyorum….Rahatsızlık….Bilinç kaybı…???? Detaylarını biraz kardeşim Alper biliyor.Az çok öğrenebildiğim kadarı ile önce başka bir sebeple viziteye çıkma, ilaç alma, mide kanaması ve şuur kaybı…..Ne oldu??? Hastalığımın ismini iyileştikten yıllar sonra öğrenebildim.ENSAFALİT.

Kardeşim bana çok detaylı anlatamamakla birlikte Amerika’da hastanede bana çok iyi bakmışlar. Sonra özel bir uçakla kardeşim Alper’de yanımda olarak bir gece Almanya’da kalarak çok mükemmel bir hizmetle 24.05.2006 tarihinde Türkiye’ye geri getirmişler.

TÜRKİYE’YE GELİŞ VE HASTAHANE SÜRECİ

Kardeşim Amerika’daki Türk Askeri Ateşe tarafından Türkiye’ye mesaj çekildiğini ve bu mesajda benim Etimesgut’taki askeri hava alanında ambülansla karşılanarak Askeri Hastahaneye götürülmem gerektiği konusunda bilgi verildiğini söylemesine rağmen uçak askeri hava alanına. indiğinde hiçbir ambülansın ve bekleyenin bulunmadığını tespit etmiş. Kardeşim ilgili hastahaneyi telefon ile aramış, çok zor ve ikna edici konuşmalar sonucu sadece şöförü olan bir ambülansın hava alanına gönderildiğini, Amerikalıların hastayı sadece yetkili bir doktora teslim edebileceklerini söylemeleri üzerine kardeşimin ambülans şoförünü doktor gibi giydirerek Amerikalılara doktor gibi tanıştırıldığını ve benim teslim edildiğimi sonradan öğrendim. hastahaneye ilk gittiğimizde önce sevk kağıdı sorulduğunu, niçin bu kadar eşya ile geldiniz diye sorulduğunu ve hatta hastaneye kabul edilmek istenmediğimizi üzülerek sonradan öğrendim. Beni büyük bir bürokrasi ve soruşturma sonrası hastaneye almışlar.

Bu süreci hiç ama hiç hatırlamıyorum. Çocuklarım, eşim hastaneye koşmuşlar. Hiçbirini hatırlamamışım, hepsini itmişim. Eşim hala o günleri anlatırken göz yaşlarını tutamayıp ağlar.İki defa bağlı olduğum Komutanım beni ziyaret etmiş. İyileştikten sonra Emir Astsubayından öğrendiğime göre onu hiç tanımayarak odamda beni rahatsız etme diye iki ziyaretinde de bu vefalı ve çok sevdiğim komutanımı kovmuşum.
Kardeşim Alper 1 ay Amerika’da hastanede 1 ay Türkiye’de hastahanede yanımda olduğu halde onu dahi tanımıyormuşum. Ama kendisine sık sık ‘’Benim Alper diye bir kardeşim var. Sen onu tanıyormusun?’’ diye devamlı soruyormuşum.

HAVA DEĞİŞİMİ SÜRECİ:

Hatırlamadığım hastanedeki süreç ve çok az hatırladığım hava değişimi süreci? Zannedersem hastaneden yani Amerika’dan döndükten bir ay sonra hava değişimine gönderilmişim.Bu süreçte şimdi kısmen öğrenebildiğim Türk doktorların benim ile ilgili hiçbir ümitleri olmadığı, hava değişimi sonrası ‘’T.S.K ‘da Görev Yapamaz’’ raporu vererek beni sağlık sebebiyle emekli etme yolu???

Hava değişimi sonrası öğrenebildiğim kadarı ile belki iyileşir umudu ile bağlı olduğum Komutanımın devreye girmesi, ailemin istemesi ve benden hatırlamadığım T.S.K.da kalmak istiyorum konulu bir dilekçe almaları sonucu Hastahane Profesörler Kurulunca ilgili yönerge olan KKY 160-1 Hastalık, Arızaları ve Organ Kaybı Sebebiyle Kıt’a Komutanlığı Olmayan Kadro Görev Yerlerinde İstihdam Edilecek Subay ve Astsubaylara ait Yönerge’ye uygun olarak ‘’Sınıfının Kıt’a Komutanlığı Olmayan Yerlerinde Görevlendirilmesi’’ raporu 01..09.2006 tarihinde bana yeni sağlık durumum netleşinceye kadar geçici olarak verilmiş, sonra yine bir istirahat süreci… Bu süreci de çok iyi hatırlamıyorum.

BİRLİK KOMUTANLIĞINDAN SAĞLIK SEBEBİ İLE ALINMAM

Bu rapordan hemen sonra Eylül ara atamaları gelerek. beni sağlık sebebi ile Topçu ve Füze.Okulu.Öğretim.Başkanlığı emrine geçici olarak atamışlardı.

Evet artık Füze Birlik Komutanlığım resmen bitmiş, MLRS ile irtibatım kalmamıştı. Oturduğum askeri lojmanda karşı komşum olan Öğretim Başkanı beni kendi insiyatifi ile geçmişte roket ve füze birliğinde çalışmış olmam gerekçesi ile Roket ve Füze Kuruluna Eğitim ve Planlama Subayı olarak 13 Ekim 2006 tarihinde geçici olarak görevlendirmişti.

GEÇİCİ GÖREV SÜRECİM:

Devletimiz ve Ordumuz sağ olsun beni T.S.K da tutmuş ve Topçu ve Füze Okulu Öğretim Başkanlığında beni geçici olarak görevlendirmişti.

Roket ve Füze Kurulunda artık yeni görevimdeydim. Ama bende çok büyük değişikler vardı. Örnek olarak bilgisayar kullanmasını hiç bilmiyordum. Evet evinde dizüstü bilgisayar dahil masaüstü bilgisayar bulunan ben, hem yurt dışında hem de yurt içinde plan subaylığı yapmış ben, en önemlisi 2 ayrı konuda yüksek lisans yaparak tezler yazmış ben, hiç bilgisayar kullanamıyordum. Acaba neden?

Kendi imkanlarım ile gittiğim özel doktorlara ve resmi kanallardan gittiğim doktorlara sordum. Bir doktorun bana söylediği şu söz çok düşündürücü idi.’’ Sendeki bilgisayar bilgileri muhtemelen bilgisayarda olduğu gibi masaüstünde kalmış, sen bunları hard diske almadığın için bu rahatsızlık sonucu aynı bilgisayardaki gibi beyninin masaüstünde bulunan bu bilgiler kaybolmuş ama merak etme.’’ Diğer doktorlar ise bana, benim çok büyük bir badire atlattığımı, bunun şu an için önemli olmadığını, tedbir açısından günde 30 dakikadan fazla bilgisayar karşısında kalmamam gerektiğini belirterek, zamanla düzeleceğimi söylediler Doğru ben kendimi dahil bütün bildiklerimi bu rahatsızlığımda unutmuştum ama birçok şeyi artık hatırlayabiliyordum. Ama bu söz üzerine bazı konuları çok iyi, bazılarını ise hiç hatırlamadığımı gördüm.

Gerçektende bende bazı unutkanlıklar vardı.Önceden tek duyu organım ile öğrendiklerimi unutmuş, sadece 5 duyu organım ile yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi hatırladığımı anladım.Ama çok garip İngilizceyi hiç unutmamıştım???? Hatta beni Türkiye’ye ilk getirdiklerinde hep İngilizce konuşuyormuşum.

Hastahanenin bana verdiği rapor gereği 2 ayda bir hastahaneye giderek muayene olma sorumluluğu sırasında beni ilk kez kontrol eden ve geçmişimi bilmeyen Noroloji Polikliniğindeki diğer doktorların ‘’rahatsızlığınız nedir?’’ sorusu üzerine benim ‘’ENSAFALİT’’ cevabını vermem sonucu bana hissettirmemeye çalışarak ‘’Bu gün günlerden ne?’’, ‘’Halen görevdemisiniz?’’, ‘’Adınız nedir?’’ gibi şaşkınlıkla ve hayretle sorular sorarak akıl yönünden beni test etme süreçleri çok anlamlıydı.

Evet bende çok büyük değişikler vardı. Eskiden önemsemediğim konular önemli olmuş, en kolay yazışmalar, işler benim için çok büyük yük olmuştu. Eskiden belki çok meraklı değildim ama bilgisayar ve yazışmalar konusunda hiç zorluk çektiğimi hatırlamıyorum. Bosna’da iken o zaman için T.S.K nın yurtdışındaki tek birliği olduğu için her gün Genel Kurmay Başkanının bizzat bilgilendirildiğini bize ilettikleri Günlük Durum Raporunu yazarak belki 10 ayrı personele bunu inceleterek hazırlayan ve en son Bosna’daki en kıdemli Türk komutana imzalatarak Türkiye’ye gönderen bizzat bendim. Bu süreçte hiç ikaz almamış her seferinde ilgili komutanlarımdan takdir almıştım. Şimdi iyileştikten sonra eski belgelere baktığımda bu konuda aldığım takdirleri görmek ne düşündürücü? Acaba bana ne olmuştu?

Artık her şeyi not alıyordum.Acaba yine mi unutacağım?, Yine mi bilincimi kayıp edeceğim korkusu hep içimi kemiriyordu.Doktorların bilgisayar karşısında fazla kalma, gerekirse televizyon dahi çok seyretme ve fazla radyasyon alma ikazını bana devamlı hatırlatmaları unuttuğum bilgisayarı tekrar hatırlamamı engelliyordu. Öğretim Başkanlığında bulunan bilgisayarların, açılmadan itibaren çok uzun süreden sonra faaliyete geçmesi benim 30 dakikalık bekleme sürecimi baştan bitiriyordu. Bilgi emniyeti emirleri gereği şahsımıza ait modern dizüstü bilgisayarları ve vb. ekipmanı görev yerine getiremiyorduk. Öğretim Başkanlığındaki bütün faaliyetler birliklerden farklı olarak bilgisayar ortamında yapılıyor ve biz öğretmenler günlük çalışmalarımızın büyük bölümünü bilgisayar ortamında ve kapalı mekanlarda geçiriyorduk. Eskiden kıta komutanı iken birliklerimdeki sorumluluklarımın artarak bunaldığım zamanlarda karargah görevi yapan emsallerime bazen imrenerek şaka ile söylediğim, ‘’Sadece bir bilgisayarım ve masam olsun, yeter ki sadece kendimden ve işimden sorumlu olayım’’ esprisinin benim için şu an ne kadar zor olduğunu gördüm.

KADROLU GÖREV SÜRECİM:

Devletimiz ve Ordumuz sağ olsun benim 2 yıl süre ile 2 ayda bir muayene edilerek aldığım raporlara bakarak artık iyileşmeye başladığımı değerlendirmişti. Kara.Kuvvetleri.Komutanlığı yeni bir kadro oluşturarak Roket ve Füze kurulu içine ilk öğretmeni ben olmak üzere ‘’227/607mm ÇNRA ve Füze. Öğretmeni ‘’ olarak beni 01.07.2008 tarihinde bu göreve atadı. Artık bütün diğer öğretmenler gibi benimde kadrolu bir görev yerim vardı.

Yeni görevimde; amirlerimin ve bütün mesai arkadaşlarım vefası, hoşgörüsü, içten sabırları ve yardımı ile bilgisayar ortamında mecbur kalmadıkça fazla bulunmayarak mesaime devam ediyordum. Bu süreçte daha çok Amerikalıların roket ve füze sistemleri ile ilgili yayınlarını Türkçe’ye çeviriyor, Milli Savunma Bakanlığı, ilgili komuta kademeleri ve Roketsan’daki roket ve füze sistemleri ile ilgili toplantılara katılıyor, Türkiye içinde konuşlu roket ve füze birlikleri ile irtibat tesis ederek mevcut sorunların aşılması için bilgi ve fikir iletişimi sağlıyor ve de planlı derslerime giriyordum.

Artık benim için yeni bir süreç başlamıştı. Artık sağlık sorunlarımı yenmeye çalışıyor, başıma gelen kötü olayların önüne set çekerek benim başıma niye bunlar geldi? sorusunu ve içimdeki diğer şüpheleri bir kenara iterek ve de bunlara artık bir dur diyerek mesleki safahatımı bu doğrultuda devam ettirme kararını kesinlikle almıştım. Ailem ve başımdan geçen sağlık sorunları ile ilgili hususları benden daha ayrıntılı bilen kardeşim Alper’de bana bu konuda çok büyük destek veriyorlardı.

Gerçektende bende mesai ortamındaki çalışmalarımda; amirlerimin ve mesai arkadaşlarımın desteği ile olumlu gelişmeler olmuş, artık kendimi daha huzurlu ve mutlu hissediyordum. Yaşadığım rahatsızlığın zihinsel ve psikolojik etkilerini büyük oranda üzerimden atmış, bu safha da tekrar ilerideki yaşantım ve ailem için yeni planlar yapmaya başlamıştım. Hayata, aileme ve işime tekrar eski olumlu düşünce yapısı içinde bakmaya başlamıştım.

RAHATSIZLIĞIM İLE İLGİLİ BEKLENMEDİK GELİŞMELER:

Bu yeni olumlu ve huzurlu süreçte Amerika’da yaşadığım rahatsızlık ile ilgili Türkiye’deki bazı gelişmeler, bu rahatsızlık ile ilgili bazı şüphelerin kafamda tekrar belirmesine sebep oldu.

Türkiye’de Ordumuz hakkında bazı üzücü faaliyetler basında ve gündemde yer alırken Ankara’daki samimi bazı silah arkadaşlarım Doç.Dr.Ümit SAYIN’ın yazdığı ‘’Derin Devletler Gizli Projeler ve Kirli Gerçekler’’ adlı kitabı benim rahatsızlığım ile ilgili bazı hususları içermesi açısından mutlaka okumam gerektiğini bana ilettiler.

Bu kitapta; özetle yazarın 12 yılda yapmış olduğu bazı medikal ve paramedikal çalışmalar sonucunda yayınlamış olduğu makaleler ve bu konulardaki yeni bilgilerden yola çıkarak Türkiye’de hiç bilinmeyen Zihin Kontrolü, Kara Bilim, Psikolojik Savaş, Derin Devletlerin gizli projeleri anlatılmakta idi. Kitabın bazı kısımlarında ise şunlar vardı.

Bu kitabın 74 ncü sayfasında;’’ İnsanlarda, kısa süreli geçici veya kalıcı hafıza kaybı yaratmak ya da yaşadıkları pek çok şeyi unutturmak mümkündür, Kanada’da Allen Memorial Hastahanesi’nde uzun süreli elektro şok ve bazı ilaçlar denenen hastalarda uzun süreli kayıplar görülmüştür.’’

Kitabın 75 nci sayfasında ise ‘’Türkiye’de bu konuda çalışma yapılıyor mu bilmiyorum, ama özellikle Genelkurmay ve MİT’in bu konularda mutlaka çalışması gerektiğini düşünüyorum. Neden? Çünkü kendi elemanlarını sistematik olarak bu konularda eğitmesi lazım. Beyin kontrolü konusunda yurtdışında ya da Türkiye’de nelerle karşılaşacaklarını bilmeleri lazım.BU YÖNTEMLER TÜRK ASKERLERİ VE SUBAYLARI ÜZERİNDE BÜYÜK BİR İHTİMALLE UYGULANMIŞ OLABİLİR.Bu nedenle ulusal güvenlik açısından, Genelkurmay Başkanlığının ve İstihbarat birimlerinin, beyin kontrolü ile ilgili araştırmalar yapan ve dünyadaki gelişmeleri tarayan birimleri kurması gerekir.SENTEZLENDİĞİ TAHMİN EDİLEN 2000’E YAKIN HALÜSİNOJEN VAR,BİNLERCE DRAJE İLAÇ VAR;BU İLAÇLARIN NE GİBİ FONKSİYONLARI OLDUĞUNUN,İNSANLARDA NE GİBİ ETKİLER YAPTIĞI ARAŞTIRILAMASI GEREKİR’’.

Kendisi de bir nöroloji uzmanı olan Doç.Dr.Ümit Sayın’ın Kitabı

Kitabın 29 ncu sayfasında ise’’Zihin Kontrolü konularında ilk makaleleri yazmış birisi olarak, bu tip ulusal güvenlikle ilgili hususların TSK tarafından daha iyi araştırılması gerektiğini savundum.ama bu konularda yaptığım tüm çalışmalar engellendiği gibi, İstanbul Üniversitesinde ‘’zihin Kontrolü’’ konusunda tez yaptırmam bloke edildi.Son olarak da 10 Nisan 2006’da KARA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI EDOK İSTİHBARAT OKULUNDA ulusal güvenliğimizle ilgili ‘’KİMYASAL ZİHİN KONTROLÜ’’ konusunda bir seminer vermem için istenen bir günlük izinle Ankara’ya gitmem bizzat İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü ve Yönetimi tarafından engellendi.’’

Bu kitabı okuduğumda çok şaşırdım. Kitap ben Amerika’da rahatsızlandıktan bir yıl sonra basılmış idi. Samimi bir silah arkadaşım kendisi de bir nörolog olan Ümit Sayın’ın benim rahatsızlığım sırasında hastahanede benim ile ilgilendiğini gayri resmi olarak bildiğini söyledi.

Kitabı okudukça acaba bana da bu kitapta söz edilen sentezlendiği tahmin edilen 2000’e yakın halüsinojen ve binlerce ilaçtan verildi mi ve ya buna benzer olaylar olabilir mi? Sorusu daha önce bu konuyu hiç düşünmeme kararı almama ve bu kötü düşünceleri silme kararıma rağmen yine aklıma takılmaya başladı. Kardeşim Alper.’’Amerika’da sana çok iyi baktılar.Bu durum Türkiye’de olsaydı kesinlikle iyileşemezdin.’’demişti. Hem bir oyun içinde yer almak, hem çok iyi bakılmak ve özel bir uçakla Türkiye’ye getirilmek. Bütün bu çelişkiler yine kafamda önemli yer tutmaya başlamıştı. Artık bu konuda gerçek bir araştırma yapma gereği duydum.

Yazarla irtibata geçmeye çalıştım.Fakat kendisinin birçok askerle birlikte aynı iddialarla hapiste olduğunu öğrendim. .Araştırmaya iyileştikten sonra daha yeni isimlerini öğrendiğim Amerika’daki kurs arkadaşlarım ile irtibata geçerek başlamanın uygun olacağı kararını verdim. Bu maksatla iki kurs arkadaşım ile telefon ile konuştum.

Her ikisi de telefonda bana ayrı ayrı kurs süresince kursun Amerikalılarca yapılmak istenen psikolojik harekatın havasını bozduğumu, bu psikolojik harbe karşı anti reaksiyonlar gösterdiğimi,hatta burası Amerika bırak istedikleri gibi yapsınlar,sen karşı koyma diye beni uyardıklarını belirttiler.

Tam hatırlamamakla birlikte önce başka bir sebeple revire gittiğimi buradan bazı ilaçlar aldığımı bu ilaçlar sonrası bir anda hiç beklenmedik şekilde bilincimi kayıp ettiğimi, normal servis ve yoğun bakımda kaldığımı hatta mide kanaması geçirdiğimi söylediler. Sonra kardeşim Alper’in acilen Amerika’ya yanıma geldiğini, kendilerinin bana ne olduğunu bilemediklerini, kardeşimin ve onun arkadaşlarının her şey ile ilgilendiklerini belirterek, ama içlerinde benim rahatsızlanmam ile ilgili bir şüphe taşıdıklarını söylediler.Benim iyileşmeme çok sevindiklerini, yüz yüze geldiğimizde bana daha ayrıntılı bilgi verebileceklerini ifade ettiler.Diğer 2 kurs arkadaşıma ise yaptığım bütün çalışmalara rağmen ulaşamadım.

Tam bu kitapta anlatılan konulara yoğunlaşmış iken, ilgili hastahane Noroloji servisine her iki ayda bir gitmem gereken normal kontrolde ilgili doktor tarafından rahatsızlığım ile ilgili olarak Noroloji Ana Bilim Dalı Başkanı ile görüşmem gerektiği gerekçesi ile ilgili profesöre yönlendirildim. Hastalığımın üzerinden nerede ise 3 yıl geçmişti ve ben hastahanede ilk kez bir profesör ile yüz yüze görüşüyordum. Profesör bana çay ısmarlayarak ayrıntılı olarak başıma ne geldiğini anlatmamı istedi. Ben ayrıntılı olarak bilebildiğim kadar anlattım. Olayların biraz daha ayrıntısını kardeşim Alper tarafından bilindiğini belirttim.

Bu arada Doç.Dr.Ümit SAYIN’ın kitabı gündeme tarafımdan getirildi.Bu kitabı bilmem Profesörü çok memnun etti ve onun yönlendirmesi ile sonra ki süreçte çok ayrıntılı şekilde rahatsızlığım ile ilgili bütün ana bilim dallarını geçerek ayrıntılı bir şekilde ilk kez kontrol edildim. Her gittiğim serviste bana Amerika’da başıma gelenler hakkında detaylı sorular soruldu. Ama ben, sorulara yeterli cevap veremediğimden benim hakkımda gerçek bir bilgiye ulaşabildiklerini değerlendirmiyorum.

Ankara’da ilgili hastahane ile irtibatlı bir arkadaşımdan gayri resmi olarak bu kitabın basılmasından sonra bu kitapta bahsedildiği gibi yurt dışında rahatsızlananlar hakkında bazı kısıtlı araştırma ve çalışmalar yapıldığını, öğrenebildiğine göre benim rahatsızlığıma benzer rahatsızlık geçiren geçmişte bazı Subayların olduğu hatta Amerika’da başka ülkelerin askerlerinden de geçmişte başka görevlerde benim gibi rahatsızlananlar olduğu bilgisi bana ulaştı. Fakat bu bilgilerin doğruluğu konusu halen açık değildir. Fakat ben yine de soruyorum.

Niye aradan 3 yıl geçtikten sonra ilk kez ayrıntılı bakılarak durumum tespit edilmeye çalışıldı? Bu süreçte niye hep bana asistanlar baktılar? Gerçi ben dışarıda kendi imkanlarım ile özel muayenelerimi yaptırmıştım. Ama niye cidden resmi olarak araştırılmadım? Bu soruları hep sormaktayım…..

Benim hakkımda ilk kez ayrıntılı yapılan bu araştırma sürecinden önce ben, bilerek sırf beni daha iyi kontrol etsinler ve sağlam isem tekrar aktif kıta görevlerine atanabilmek için kendi isteğim ile ‘’Atamaya Esas Sağlık Kurulu Raporu’’almak üzere Şubat 2009 tarihlerinde Noroloji Polikliniğine sevk alarak hastaneye gitmiştim..Burada uzman bir doktor bana ‘’Sen çok büyük rahatsızlık geçirdin.Şu anda bu durumda olman bir mucize. Sen Amerika’dan geldiğinde ben buradaydım sana sağlam raporu veremeyiz.’’ Diyerek hastahanenin 01.09.2006 tarihli ‘’B/10F1 Sınıfının Kıta komutanlığı Olmayan Uygun Kadro ve Görev Yerlerinde Görevlendirilmesi’’ kararını bozamayacaklarını söylemiş ve resmi olarak raporuma tekrar yazmışdı. Bu raporu da şimdi saklıyorum.

Amerika’da sonradan ismini kardeşim Alper’den öğrendiğim yattığım hastane gönderme yazıları, burada tutulan raporlardan Amerika’da kardeşim eline verilmiş olanları bana kardeşim tarafından sonra verildi. Bunlara baktığımda detaylı bilgi yok. Kardeşime beni ilk kez ayrıntılı olarak Türkiye’de muayene ettiler ve Amerika’da başıma gelenler sorulduğunu söylediğimde kendisi bana ‘’bir daha seni çağırırlar ise mutlaka beni de götür. Gerekirse sen randevu al, ben ayrıntılı görüşeyim.’’ dedi. Ama sonrası bir daha gelmedi.

MLRS SİLAH SİSTEMİ İLE İLGİLİ ANİ TOPLANTI:

Öğretim Başkanlığında 21.05.2009 günü sabah mesaiye başladım. Kurul Başkanım .’’Tuğtigin yeni bana Okul’dan telefon ettiler Milli Savunma Bakanlığı Savunma Sanayi Müsteşarlığına Amerika’dan bir heyet gelerek, bir roket ve füze sistemini tanıtacaklarmış, Okuldan bir kişi istiyorlar, aslında ben gidecektim fakat ben İngilizce bilmiyorum. Kurul’da sadece sen biliyorsun acil üstünü değiştir. Bir araç bul ve 10:30daki toplantıya katıl. ‘’emrini bana verdi.

Bu emri aldığımda saat 09:00 gibiydi. Toplantı 10:30 da başlayacaktı. Bu arada eski Birliğimden telefon geldi Onlarda bu toplantıya ilgili üst Komutanlık tarafından acilen mesajla çağrılmışlar. Onlara araçları olup olmadığını sordum, olmadığını öğrenmem üzerine görevin acilen yapılması gerekçesi ve mevcut hazır araç olmaması sebebi ile derhal karar vererek kendi şahsi arabam ile eski Birliğimden 2 subayı alarak çok hızlı bir şekilde saat 11:20 gibi Savunma Sanayi Müsteşarlığına ulaştık.

Tanıtım yapılan salona 3 asker olarak girdik. Salondaki tanıtım yapan Amerikalılar bir anda bozuldular.’’Biz asker çağırmadık, niye zahmet ettiniz’’ dediler. Salonda sonradan toplantının gelişimi sırasında isimlerini ve görevlerini öğrendiğim Milli Savunma Bakanlığı temsilcileri ve ilgili üst komutanlıktan 2 subay daha vardı. Amerikalıların bütün herkese açık olarak verdikleri özel kartlara göre Amerikan heyeti bir Albay, bir bayan Yarbay ve bir uzmandan oluşuyordu.

Amerikalı Albay salondakilere ‘benim eski birliğimdeki silaha çok benzeyen bir silah sistemini anlatmakta idi.Bu tanıtımda özetle Amerikalı,
‘’ Bu sistemin sadece Türkiye için tasarlandığını, bu sistemin T.S.K.envanterindeki mevcut benim eski Birliğimdeki MLRS’ler yerine kullanılabileceğini ve elimizdeki mevcut roket ve füzeleri atabildiği gibi geliştirdikleri diğer roket ve füzeleri de atabileceğini anlatmakta idi.’’Tanıtımı yapılan bu sistemle ilgili isteyen herkese reklam amaçlı tanıtım broşürleri dağıtmışlardı. Tanıtım broşürlerini bende alarak inceledim. Amerikalı Albay bu broşürlerdeki sırayı hiç bozmadan tanıtımını yapmaktaydı.

Tanıtım sırasında belli aralıklarla molalar verilerek içecek ikramı yapılmakta ve personelin diğer ihtiyaçlarının karşılanmasına imkan tanınmakta idi. Bir mola sırasında ben Amerikalı Albayın. takdim yaptığı masaya gittim, o sırada orada yoktu. Takdim broşürlerine gözüm takıldı.Bu broşürlere iç güdüsel olarak daha ayrıntılı bakma ihtiyacı o an için içimde belirdi ve kimseye hissettirmeden bunlara bakmaya başladım.

Baktığım broşürlerde MLRS sistemini üreten Amerikan şirketinin amblemleri vardı.Biraz daha bu broşürlere ayrıntılı bakınca bize dağıttıkları ve halen Albayın. sunduğu takdim broşürleri ile aynı olduğunu fark ettim. Ama tek fark vardı. Takdim broşürlerinde Lockheed Martin şirketi özel amblemleri yerine Amerikan ordusunun ‘’ Precision Fires Rocket and Missile Systems ‘’ resmi amblemleri vardı. Amerikalı askerler sadece bu broşürlerdeki şirket amblemlerini çıkartmışlar, onun yerine resmi Amerikan ordusu resmi amblemlerini bilgisayarda küçük bir işlemle yerleştirerek bize tanıtım yapmakta idiler. Amerikalı asker Amerikan ordusunun değil sanki Amerikan şirketinin bir temsilcisi idi.

Bu molalar sırasında M.S.B.lığı Savunma Sanayi Müsteşarlığı temsilcileri ile de ikili görüşme imkanım oldu.Bu görüşmeler sırasında konusunda doktora yaptığını söyleyen bir sivil uzmanın Amerikalıların yaptığı bu tanıtım toplantısının nasıl geliştiğini bir grup personele aktarması bir ders çıkartmak adına çok anlamlıydı.Bu uzmanın anlattığına göre olay şöyle gelişmişti.
‘’MLRS sisteminin üreticisi Amerikan şirketinin temsilcileri özel kanallardan M.S.B. Savunma Sanayi Müsteşarlığına Mayıs 2009 tarihi ortalarında ulaşarak kendilerinin Türkiye’ye yönelik bir silah geliştirdiklerini, bu sistemin sadece Türkiye için tasarlandığını ve bu sistemin Türkiye’deki yerli firmalar tarafından üretilen sistemlere göre maliyet açısından çok ucuz olduğunu bildirerek, bunu şirket olarak tanıtmak istediklerini bildirmişler. M.S.B. Savunma Sanayi Müsteşarlığındaki ilgili personel ise kendilerinin özel şirketlerle birebir görüşmediklerini,M.S.B.nin sadece devletler arası resmi kanallardan görüşme yaparak bu tür talepleri gündemlerine alabileceklerini şirket yetkililerine iletmiş.Bunun üzerine yaklaşık bir hafta geçtikten sonra resmi kanaldan A.B.D’den bir Amerikan heyetinin Savunma Sanayi Müsteşarlığına Amerika’nın Türkiye için tasarladığı silah sistemini tanıtmak üzere gelmek istedikleri talep edilmiş.

Resmi istek gelince M.S.B.lığı heyeti kabul etme durumunda kalmış, işte bu sırada Savunma Sanayi Müsteşarlığındaki konusunda uzman bir kişi tamamen kendi insiyatifi ile olayları yönlendirerek Amerikan heyetinin geleceği gün olan 21.05.2009 tarihinde bulunmak üzere T.S.K.ilgili birimine bir mesaj çekerek bu tanıtım toplantısına ordumuzdan temsilcilerin gelmesinin uygun olabileceğini bildirmiş.’’

Bu aralarda daha öncede daima irtibat halinde olduğumuz ilgili komuta kademesi temsilcisi ve benim önceden tanıdığım binbaşıya niye bize zamanında haber vermiyorsunuz diye sitem ettiğimde, bana kendisi tam bilmemekle birlikte kendilerin de daha yeni tanıtımdan haberi olduğunu, mesaj kendilerine gelince Kurmay Başkanının acilen Topçu ve Füze Okulu ile ilgili Birliğe de haber verin hemen oradan da personel gelsin diye emir verildiğini bilebildiğini söyledi. Gerçekten de bizim bu tanıtıma son anda acilen katılmamız bu iki bilgiyi doğrular nitelikte idi.

Tanıtım sonrasında Savunma Sanayi Müsteşarlığının temsilcilerinin sordukları sorulara cevap veriliyordu.Sorulan sorulardan olan ‘’Biz silah sistemini Amerika ile ortaklaşa üretebilir miyiz?, Mühimmatı nereden alacağız? Bu roket ve füzeleri biz üretebilirmiyiz?’’ sorularına cevap olarak Amerikalı; ‘’Sizin üretmenize gerek yok, bunlar çok ucuz, siz üretseniz daha pahalı olur. Yerli şirketleriniz zaten bunları yapacak imkan ve kabiliyette değil’’ gibi cevaplar verdi.

Amerikalı bayan Yarbay ise bu tanıtım ve aralardaki molalarda bütün Türklerle çok güzel bir Türkçe ile konuşarak bütün Türklerin ilgisini üzerinde toplamıştı. Bu Amerikan Yarbayının kocasının Türk olduğunu Türklerden birisinin söylediğini hatırlıyorum.

Amerikalılar gittikten sonra Savunma Sanayi Müsteşarlığı.,ilgili komuta katı ve Polatlı’dan gelen personel baş başa kaldık.Kendi aramızda bir görüşme yaptık.ben bu görüşme de Amerika’nın aynı MLRS’de yaptığı gibi silahı bize çok ucuza satıp, bilahare bize roket ve füze üretme imkanı sağlamadan kendi ürettiği hazır mühimmatı bize satarak çok büyük karlar elde edeceğini,bu sistemlerin Amerika tarafından terk edildiğini belirttim.Savunma Sanayi Müsteşarlığındaki sivil bir uzman da görüşlerime aynen katıldığını ve konuyu çok iyi açıkladığımı diğer Türklere ifade etti.Müteakiben toplantıya katılanlar dağıldı.

Bu toplantıda dağıtılan reklam amaçlı herkese açık broşürleri artık özel koruma altına alarak saklıyorum. Belki ileride lazım olur. Ani gelişen bu toplantı ve bu süreçte tespit edebildiklerim kafamdaki şüpheleri ve mevcut soruların sayısını arttırdı.

AMERİKAN MOBİL EĞİTİM TİMİ FAALİYETLERİ

2009 yılı Haziran ayı içinde, Amerika’dan beş personelden oluşan bir Mobil Eğitim Timi’nin Topçu ve Füze Okulu’nda ortak faaliyetlerde bulunacağı, bizim eğitim sistemimizi yerinde görerek karşılıklı bilgi alışverişinde bulunacağı bilgisini aldık.

Mobil Eğitim Timi için gerekli tedbirler alınarak, Okul Komutanlığı tarafından bir binbaşı bu time daha önce Amerika’da eğitim aldığı için mihmandar olarak görevlendirilmişti.

Okul Komutanı Tümgeneralimiz, benim daha önce Lüleburgaz’da bulunan birliğimde görevliyken Tugay Komutanlığımı yapmıştı. Tugay’da beraber çok yoğun çalışmış ve yaşadığımız bir olay sonucu karşılıklı ilişkilerimiz birbirimize tam güven ve inanma derecesine ulaşmıştı. Bizzat kendisi tarafından şahsıma, 16 Kasım 2001 ve 4 Haziran 2002 tarihlerinde birliğimin eğitim, atış ve bakım seviyelerinde bizzat kendisinin yaptığı denetlemelerde gösterdiğim başarıdan dolayı takdir verilmişti. Kendisi Okul Komutanı olarak okulumuza atandığında, Lüleburgaz’daki aynı samimiyet ve güven yine devam etti. Kendisi sık sık benimle özel görüşerek eski Tugayımızın eğitim durumu ve okulumuzun mevcut eğitim sisteminin geliştirilmesi için yapılması gereken hususları görüşürdük. Bu samimi görüşmelerde ayrıca özel olarak benden çok ayrıntılı olarak MLRS sistemi, benim Amerika’daki rahatsızlığım, Doç. Dr. Ümit Sayın’ın kitabı ve diğer özel konularda bilgi almıştı.

Amerikan Mobil Eğitim Timi’nin okulumuzdaki faaliyetleri bittikten yaklaşık bir hafta sonraydı. Ben, okul içinde Öğretim Başkanlığı’ndan Öğrenci ve Kurs Taburu’na doğru yürümekteydim. Sabah saatleriydi. O sırada Okul Komutanı, makam arabasıyla yanımdan geçti. Selamlaştık. Araba, 150-200 metre kadar Öğretim Başkanlığı’na doğru gittikten sonra durarak geri geri geldi ve benim hizama ulaştı. Okul Komutanım arabasının kapısını açarak beni yanına çağırdı ve beni öptü.

“Seni tebrik ederim. Bu Amerikan Mobil Eğitim Timi’nin niye geldiğini çözdüm. Bunlar senin karşı çıktığın ve bana anlattığın roket ve füzeleri niye almıyorsunuz diye bana özel görüşmemizde sordular. Tabii ben bir şey söylemedim. Sessizce içimden güldüm. Bunlar buraya eğitime değil, silah satmaya gelmişler. Gerçek maksatları buymuş, şimdi anladım,” diyerek iki omzumdan sarılarak bana veda etti ve ayrıldı.

Mobil Eğitim Timi’nin faaliyetlerini ve Okul Komutanım ile görüşmelerinin ayrıntılarını bilmiyorum. Fakat mihmandarlık yapan binbaşıya bu konuda neler oldu diye özel olarak sorduğumda, kendisi tam ayrıntısını hatırlamamakla birlikte bana Amerikalıların birçok yeni sistemlerini ve silahını Okul Komutanı’na anlattıklarını ve Okul Komutanı’nın arkalarından kızarak “Bunların niye geldiğini anladım,” dediğini hatırladığını söyledi. Bu anımı da buraya, ileride belki birileri kullanır diye not ediyorum.

Bu arada, MLRS mevcut mühimmatından raf ömrü bitmek üzere olan M-26 roketleri ile ilgili bazı bilgileri ilgili komuta kademesi ve lojistik unsurlardaki ilgili personel ile görüşüyor ve Amerikalı şirket yetkililerinden, kendileri sakıncalı demedikleri müddetçe mevcut roketlerin atılabileceği konusunda bilgiler alıyordum. Fakat ilgili karargâh personeli henüz resmen böyle bir garanti almadıklarını, NAMSA vasıtasıyla yapılan görüşmelerde bu konuların gündemde olduğunu belirttiler.

MLRS SONU

Amerikan şirketi ve Amerika, envanterimizdeki mevcut MLRS roket ve füzelerinin raf ömrü bitmesi ve yerine yenisinin alınmaması halinde, zorunlu olarak etkinliği ve mevcudiyeti bitecek bu silah sistemi ve mühimmatını önümüzdeki yıllarda Türkiye’ye belki satabiliriz düşüncesiyle, bu silah sistemlerinin kullanılmasını devam ettirmek istediler.

Ancak, mühimmat depolama ömrünün bitmesiyle birlikte bu Amerikan silah sistemi, TSK envanterinden komple kaldırılmış olup, onun yerine şu anda milli yapım roket ve füzeler kullanılmaktadır.

CEVAP ARADIĞIM SORULAR

Bütün bu olaylar ve yaşadığım rahatsızlık sonucu, şu anda içinde bulunduğum ruh hali ve mevcut imkânlarımın yetersizliği gereği, bilimsel ve tarafsız bir analiz yapamamakla birlikte, çıkarabildiğim sonuçlar şunlardır:

Roket ve Füze Kurulu’ndaki öğretmenlik görevim sırasında, ilgili komuta kademeleri, Milli Savunma Bakanlığı, TÜBİTAK ve ilgili yerli firmalarda roket ve füze sistemleri ile ilgili yapılan toplantılara katılmakta, bu toplantılarda bu sistemlerin ve mühimmatının geliştirilmesi ve de raf ömrü dolmuş roket/füzeler için yapılması gerekenleri görüşmekteydik. Bu toplantılarda karar aşamasında, sistemleri kullanan birliklerden gelen teklifler, tecrübeler sonucu oluşturulan görüşler ve isteklerin belirtildiği resmi yazıların ne kadar ön plana alınarak alınan bütün kararları ve gelecek planlarını nasıl etkilediğini bizzat görmüştüm.

Yazımın başında belirttiğim gibi, ben Füze Birlik Komutanı iken, bu sistemin artık ordumuz tarafından son kullanım ömrüne kadar kullanılıp, sonra da kaldırılmasını ve yerine geliştirmeye devam ettiğimiz millî sistemlerin kullanılmasını istiyordum. Bu konuda Birlik Komutanlığımdan itibaren hep araştırmalar yapmış, ilgili komuta kademesini ve ilgili diğer personeli bilgilendirerek, kendi komutanlık sınırlarım içindeki tedbirleri almıştım. Birlik Komutanlığım sırasında, raf ömrü biten roket ve füzeler için üst komuta kademesine yeni roket, füze alınması ve de raf ömrü uzatımı yönünde resmi yazı yazmamış, komuta ve diğer karar kademelerine kesinlikle olumlu görüş bildirmemiştim. Kısaca, millî imkânlarla bu sistemleri yapmamız halinde, şu anda acı tecrübelerle öğrenebildiğimiz ordumuzdaki diğer bütün yabancı sistemlerde olduğu gibi, mevcut roket ve füzelerin raf ömürlerinin bitmesinden kaynaklanan sorunlar gibi başka sorunların devletimiz ve ordumuz için bundan sonra gelecekte ortaya çıkmasını kendi yetkilerim içinde engellemeye çalışıyordum.

Ülkemiz dışında da bu faaliyetlerin nasıl yürütüldüğünü, ben de kendi ülkemde yabancı askerlere irtibat görevinde bulunduğum 2 yıllık süreçte çok daha iyi anlamıştım. Topçu ve Füze Okulu’nda eğitim alan bir yabancı binbaşının bizim ürettiğimiz millî silahları görmesi ve onlar üzerine eğitim alması sonucu bana ilettiği şu bilgi, anlamasını bilenlere çok ince mesajlar veriyordu:
“Keşke Türkiye’ye daha önce gelip bu kursu görseydim. Biz Türkiye’nin böyle silahlar ürettiğini bilmiyorduk. Ben bizzat ülkemin dışarıdan satın alması gereken bazı silahların alım aşamasında karar verici grubun içinde görevliydim. Karar grubu içindeki bizlere sadece Amerika tarafından Amerikan silahları tanıtıldığından, Türkiye’deki ve diğer ülkelerdeki silahları hiç araştıramadan direkt onlardan aldık. Ama şimdi burada gördüm ki, Türk silahları daha iyiymiş.”

Sağlık sebepleri ile Birlik Komutanlığı’ndan ayrılmak durumunda kalınca, eski birlik personelim, ben iyileştikten sonra sadece bana ve aileme yönelik eksiksiz bütün personelin katılımı ile çok duygusal ve samimi bir akşam yemeği ortamında Birlik Komutanlığım anısına plaketler vererek beni uğurlamışlardı. O gece sabaha kadar duygulanarak ağlamış ve uyuyamamıştım. Hepsi sağ olsunlar.

Bu samimi görüşmeler, yeni görevime başladıktan sonra da aynı şekilde devam etti. Birlik personelim sık sık beni ziyaret etti, bütün birlik gecelerine beni davet ederek, benimle gönül birlikteliklerinin bitmeyeceğini ifade ettiler. Bana, odamda astığım, Amerika’nın hem Yunanlılara hem de bize MLRS satarken çekilmiş fotoğrafını hediye olarak getirdiler. Birçok personelim bana bu samimi görüşmelerde, “Siz Amerika’da rahatsızlanınca aklımıza ilk gelen size kasıtlı olarak bir şey yapıldı düşüncesi oldu. Hatta daha siz Amerika’ya giderken birçok arkadaşımız ‘İnşallah orada başınıza bir şey gelmez.’ demiştik.” dediler. Benim Birlik Komutanlığı sürecimde çok milliyetçi ve aşırı anti-Amerikancı olduğumu belirterek, böyle birisinin nasıl oluyor da bir Amerikan sisteminin başına komutan olduğuna hep şaştıklarını ifade ederek, benim bütün ortamlarda Türk askerini, bayrağını ve şanlı tarihimizi öne çıkarttığımı söylediler. Hatta şimdi, benim birlikteyken başlattığım, terhis olan ve ayrılan personele Türk bayrağını üç kez öperek hediye etme geleneğinin şu anda da özellikle devam ettirildiğini söylediler. Hepsi bu vefalarından dolayı sağ olsunlar.

Bu tür ifadeleri, ben iyileştikten sonra eski Birlik Karargâhı personeli ve bağlı olduğum birliğin diğer birlik komutanları da özellikle ifade ederek, benim Amerika’da rahatsızlanmamda hep bir kasıt aradıklarını belirttiler. Eski komutanım başta olmak üzere, benden kıdemli bütün komutanlarım ve diğer birlik komutanları da bütün samimiyetleri ile ilişkilerimizi devam ettirerek, bütün birlik gecelerine ailemi, hanımların bütün faaliyetlerine eşimi özellikle davet ettiler. Bu faaliyetlerde hep protokol masalarında bize özel yer verdiler. Şu anda emekli olan başta komutanım olmak üzere diğer personel ile ailece hâlen görüşmekteyiz. Hepsine sonsuz hürmetler.

2010 yılı Nisan ayında Amerika’da geçirdiğim bu rahatsızlığın periyodik olarak izlenmesi ve kontrolü maksadıyla hastaneye gittiğimde, yüzbaşı rütbesindeki uzman bir nöroloji uzmanı benimle özel görüşmek istediğini belirterek bana şu bilgileri verdi:

“Ben sizin, Amerika’dan Türkiye’ye getirilişinizden itibaren bütün rahatsızlık sürecini ve sizinle ilgili duyumları çok yakından takip ettim. Sizin Amerika’da rahatsızlanmanızda çok büyük şüphelerim mevcut. Elimizdeki imkânlar ve mevcut iş yükü içinde bunları tam olarak tespit edemedik. Sizin rahatsızlık sürecinizde bulabildiklerimizden tespit edebildiklerim ile benim Amerika’da yapılan gizli beyin kontrolü ile ilgili faaliyetlere dair araştırmalarım hakkında tespit edebildiklerim hemen hemen aynı. Lütfen resmi kanaldan rahatsızlığınız sürecinde yaşadığınız maddi ve manevi zararlarınızın karşılanması için kanuni haklarınızı sonuna kadar kullanmaktan geri durmayın ve bağımsız bir araştırma merkezinde yeniden değerlendirmeye alınmayı resmi olarak talep edin.”

Benim Amerika’da rahatsızlandığım yıl olan 2006’da ROKETSAN’da bulunan birçok kritik mühendisin çok yüksek paralarla yurt dışındaki silah şirketlerine transfer edildiğini ve ASELSAN’da ise kritik projeleri yürüten 5 seçkin mühendisin bazı kazalarda öldüğünü veya sebebi bilinmez bir şekilde intihar ettiğini basından veya diğer kaynaklardan sonradan duydum.

Kısaca, başımdan geçmiş bu olaylar Doç. Dr. Ümit Sayın’ın ve gizli faaliyetlerin anlatıldığı diğer kitaplarda ve halen basına yansıdığından öğrenebildiğimiz kadarıyla Türkiye’nin kritik silah teknolojisinde dışa bağımlılığını kurtaracak millî girişimleri engellemek için bir kasıtla yapılmış olabilir.

Belki Amerika’nın gizli uzantıları, bu sistemin devamında bir engel olarak gördükleri beni bu rahatsızlıkla pasifize edebileceklerini düşünmüşlerdi. Fakat bu bilgilerin doğruluğu konusunda gerçek bilgilere sahip değilim. Gerçi İç Güvenlik Harekâtı ve Bosna-Hersek’teki görevlerim sırasındaki tecrübelerim ve de merakla araştırdığım diğer kaynaklarda bu konularda neler yapılabileceği konusunda bilgilerim mevcuttur, ama bunlar asla yeterli değildir.

Başımdan geçmiş bu olaylara iyimser bir ruh haliyle baktığımda ise belki de şu ana kadar hatırlayabildiğim olaylar ve yazabildiklerim tamamen hastalanmış beynimin devam eden yansımalarının hayali senaryoları. Gerçekten de belki böyle bir rahatsızlığı Amerika gibi gelişmiş bir ülkede geçirmiş olmam benim için çok büyük bir şanstı.

Bütün bu başımdan geçmiş ve hatırlayabildiğim olayları yazmamda şu an için hiçbir maksadım yoktur. Bütün bunları, ileride belki bu konuda araştırma yapabilecek bütün kurum ve kişilerin istifadesine sunmak maksadıyla yapmaktayım. Şunu çok iyi bilmekteyim ki kayıt edilmeyen ve saklanmayan bilgilerin ileride kullanılma ihtimali yoktur. Benim hatırlayabildiğim olaylar ve bulabildiğim belgeler tamamen kişisel çabalarım sonucudur ve doğrulukları hâlen şüphelidir. Bu konuda bilimsel ve teknik araştırma yapabilecek kurum ve kişilerin mutlaka daha fazla imkânı olacak ve olaylara benim içinde bulunduğum ruh halinden sıyrılarak mutlaka daha bilimsel bakabileceklerdir.

Ama… Ama Amerika, sana sonsuz teşekkürler…

“Niye başına bu kadar sorun oluşturmuş Amerika’ya teşekkür ediyorsun?” diye büyük bir merakla sorduklarını duyar gibi oluyorum. Teşekkür ediyorum çünkü atalarımızın “Her işte bir hayır vardır” dedikleri gibi, Amerika’daki bu rahatsızlığım şimdi hayatıma Allah’ım izin verirse yeni ve hayırlı bir yol çiziyordu. Bu rahatsızlık sonucu daha da güçlenmiş ve bilinçlenmiş yeni bir “Tuğtigin” olarak kalan ömrüme adım atıyordum.

Canım Ordum ve Aziz Milletim,

“Her işte bir hayır vardır.” diyen atalarımız bu sözü niye söylemişlerdir diye bu zamana kadar hep düşünmüş, ama bir cevap bulamamıştım.

Ama, ama daha yeni bu sözün ne mana ifade ettiğini yine kendi hayatımdan öğrenebildim.

Amerika sana sonsuz teşekkürler ediyorum. Teşekkür ediyorum çünkü atalarımızın “Her işte bir hayır vardır” dedikleri gibi, Amerika’daki bu rahatsızlığım şimdi hayatıma Allah’ım izin verirse yeni ve hayırlı bir yol çiziyordu. Bu rahatsızlık sonucu, daha da güçlenmiş ve bilinçlenmiş yeni bir “Tuğtigin” olarak kalan ömrüme adım atmaktaydım.

Evet, evet dürüstçe itiraf ediyorum ki, ben Mehmet Tuğtigin Şen olarak hayat mücadelesi içinde bu 2006 yılındaki rahatsızlık sürecime kadar bilinçsizce koşuştururken, beni gerçek bir Türk yapan köklü temel değerlerimin farkında olamadığımı tam olarak idrak ettim.

Eskiden İstiklal Marşımızı askerlerimden ve kutsal ezan sesini camilerimizden vatanımızın bütün sınır köşelerinde dinlerken hissettiklerim ile şu anda marşımızı ve ezanımızı dinlerken içimde oluşan duygular çok farklı.

Eskiden bir tören gereği askerlerimle okuduğum İstiklal Marşı, hep resmi sınırlar içindeki duygularımı ve davranışlarımı şekillendirirdi. Şimdi her İstiklal Marşı okunduğunda yalnızken gözyaşlarımı tutamıyorum. Marşımızın şairi Mehmet Akif’in “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırtmasın” diyerek kısmen özetlediği gibi, marşımızın her cümlesi içindeki derin anlamlar artık gözyaşlarımı durduramıyor.

Eskiden camilerimizden okunan ezanları sadece huşu ile dinlerken, şimdi Yaradanıma karşı kulluk görevimi yapabilmek için sabırsızlanıyor ve koşuyorum.

Eskiden Al Bayrağıma bakarken sadece “Ne güzel bayrağımız var” diye düşünürdüm. Şimdi al bayrağıma her baktığımda bu bayrağımın al rengi için kanlarını akıtmış bütün şehitlerimizin ruhlarını içimde hissediyor ve irkilerek titriyorum.

Amerika sana tekrar teşekkür ediyorum. Beni titretip, uyandırdın.

Artık bu 2006 yılından sonra Allah tarafından takdir edilmiş geri kalan ömrümü nasıl daha iyi yaşayabilirim diye titreyerek soruyorum. Yüce Yaradan’ımın bana vatanım, devletim ve milletim için öbür dünyayı kısmen ihmal ederek yeterince çalıştığımı, artık kalan ömrümde de zamanımı kendimin öbür dünyası ve insanlık için hayırla kullanmam gerektiğini hatırlattığını duyar gibi oluyorum.

Peygamberimiz de bize ne güzel tavsiyelerde bulunmuş:

“Ölüm gelmeden önce hayatının, hasta olmadan önce sağlığının, meşguliyetten önce boş vaktinin, ihtiyarlamadan önce gençliğinin, yoksulluğa düşmeden önce zenginliğinin kıymetini bil.”

“Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder. Yakınları, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri onunla kalır. Yakınları ve malı geri döner, ameli (kendisiyle) kalır.”

Aristoteles “Mutluluk yetinmeyi bilenlerindir.” demiş. Allah’ıma çok şükürler olsun ki halen sağlıklıyım ve kendime hedef belirlediğim manevi ve maddi konuları yapabilecek imkânlara sahibim.

Öncelikle mutlu ve huzurlu emeklilik için yazılmış akademik yazılardaki ortak görüşlerdeki gibi emekli oluncaya kadar isteyip de yapmaya imkân bulamadıklarımı ve de hayat ile ilgili hedeflerimi belirlemeye karar verdim. Ve öyle de yaptım. Düşündüm, düşündüm ve aklıma gelenleri bir kağıda yazarak bunları ard arda sıraladım.

Şu ana kadar isteyip de yapamadıklarımdan aklıma ilk gelenleri bir özet cümle ile şöyle yazdığımı gördüm. Bu özet cümle şu idi:

“Beynimin, düşüncelerimin ve bedenimin hep sınırlar içinde kalması.”

Bu cümlemin alt başlıkları ise şunlardı:

  • Dünyanın değişik yerlerini görmek,
  • Türkiye’nin doğal ve tarihi yerlerini görmek,
  • Türk Tarihi doktorası yapmak,
  • Aileme ve akrabalarıma daha çok zaman ayırmak,
  • Dinimi daha huzurlu ve doğal ortamda yaşamak,
  • Çocuklarım ile daha çok vakit geçirmek,
  • Birçok sosyal ortamda bulunarak, diğer sosyal sınıfları ve meslekleri yeterince tanımak,
  • Üniversite’de okumak,
  • Bölücü terörün gerçek maksadını bilimsel olarak ispatlamak için yüksek lisans tezimi geliştirmek ve bunu bir kitap olarak basmak,
  • Bir üniversite’de veya bilim yuvasında çalışmak,
  • Devletim ve milletim için çalışmak.

Hayat hedeflerimi ise yine şöyle tek bir cümlede belirledim:

“Özgürlük ve mutluluk peşinde koşmak, gelecek zamanı kendim planlamak.”

Bu özet cümlenin alt bölümleri ise şunlardı:

  • Doğa turları yapmak,
  • Çok az görme şansına sahip olduğum ve kimlik kartımda memleketim olarak duran Sütçülerin tarihi ve coğrafi güzelliklerini ortaya çıkarmak ve bunları tanıtıcı faaliyetler yapmak,
  • Turizm ile uğraşmak, sosyal faaliyetler düzenlemek,
  • Devletim ve milletim için para ve siyasi amaç taşımayan fikir ve düşünce kuruluşlarında çalışmak,
  • Terör ve askerlikle ilgili kitap yazmak,
  • Şu ana kadar araştırılmamış milli menfaatlerimizin korunacağı konularda bilimsel araştırma yapmak,
  • Şehit ve gazilerimiz için faaliyetler yapmak,
  • Annemin ruhu ve anısı için onun adına Sütçüler’de bir çeşme yaptırmak,
  • Çocuklarımın maddi ve manevi yönden iyi yetiştirilmesini sağlamak,
  • Ankara’da iyi bir ortamda ve evde ailemin yaşamasını sağlamak, bu evde kendim için çalışma maksatlı ayrı bir odanın olmasını sağlamak,
  • Belli üniversite ve bilim derneklerinde çalışmak, kültürlü ve vizyon sahibi kişilerle sosyal ortamlarda bulunmak,
  • Akrabalarıma, dostlarıma ve çevreme daha çok zaman ve ilgi ayırmak,
  • İnsanlığa hayırlı işler yapmak,
  • Allah’ıma ibadetimi her zaman yapabilmek, Hacca gitmek.

Kısaca artık BEYNİMİ, DÜŞÜNCELERİMİ VE BEDENİMİ KUTSAL ASKERLİĞİN TABİATINDA BULUNAN MANEVİ VE RESMİ SINIRLARDAN ÇIKARARAK, GELECEK ZAMANIMI ALLAH’IM İZİN VERİRSE; ÖZGÜRLÜK, MUTLULUK VE MANEVİ DEĞERLER PEŞİNDE KOŞARAK GEÇİRMEK İSTİYORUM.

Artık namert asimetrik savaş karşısında Al Bayrağımızı askerlerimle değil, aziz milletim ile vatanımın her yerinde dalgalandıracak, yeni yolumda ise silahımla değil, kalemimle ve bastonumla yürüyeceğim.

ARTIK YENİ YOLUMDA BU NAMERT ASİMETRİK SAVAŞ KARŞISINDA KALEMİMLE YAZARAK SAVAŞMAYA DEVAM EDECEĞİM.

Artık Silahımla Değil, Bastonum ve Kalemimle Yürümek Zamanı Geldi.

M. Tuğtigin Şen
E.Albay / Araştırmacı Yazar

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP

Tercüman Gazetesi Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.