“Önce Vatan” serisinden
ŞEHİTLER doğuştan Vatan yolunda şehit olmak için doğarlar. Yüce Yaradan onların ruhunu Vatan sevdasıyla süsleyerek bu dünyaya gönderir.
ŞEHİT için Vatan anne babadan, aileden daha önde gelir.
ŞEHİT için ölüm olmaz, SEHİT ölümsüzdür.
ŞEHİT hakkında geçmiş zaman kipinde konuşulmamalı, Şehit bugün de yaşar.
ŞEHİT şehadetiyle Cenneti süsler. Nasıl ki, Cennet çiçekleri onun mekanını süslüyor.
ŞEHİTLİK herkese nasip olmaz. ŞEHİTLİK Yaradan tarafından seçilmişlere mahsustur.
ŞEHİTLİK öyle bir makamdır ki, o makamın sahipleri önceden oraya yükseleceklerini hissederler.
Barat da hissediyordu. Barat orta okulda okurken asker olmak isteğini söylerdi. Hep derdi ki, “Anne ben senin başını yüce edeceğim, sen moralini bozma. Seni parmakla gösterecekler, ben ŞEHİT olacağım”.
Annesi Nazile Hanım bu sözleri söylerken Şehitlerimizin önceden her şeyi hissettiklerine bir daha emin oldum.
Anne: “O zamanlar o kadar anlamıyordum onun söylediklerinin ciddiyetini. Yıllar geçti. Barat okulu bitirip, askere gitti. Askerlikten döndükten sonra sivil hayatta kendini bulamadığını söyledi ve yeniden askeri hizmet için sözleşmeli er olarak göreve başladı. İşe alındı. O günden benim uykusuz gecelerim başladı…”-diyor.
Anne konuşuyor, konuştukça sesi titriyor, göz yaşlarını tutamıyor. Her defa “Barat” dediğinde sanki bu beş harf ona dünyaları veriyordu.
“Barat’la ilgili hatıralarımı konuşursam, kitap serisi olur. Bütün gün zaten onun hatıralarıyla yaşıyorum. Bazen düşünüyorum ki, evlatlarının hatıraları olmazsa şehit anneleri yaşayamazlar. Onları yaşatan, onları ayakta tutan bu hatıralardır.
Barat bir başkadır. Benim üç evladım var. Evet var, Barat da benim için ablası, ağabeyi gibi hayatta. Onun hakkında geçmiş zamanda konuşamam, çünkü o her gün benimle beraber evi dolaşıyor, benimle beraber yemek yiyor, benimle beraber uyuyor. Eğer bütün bunlar varsa, ben onun hakkında nasıl geçmiş zamanda konuşa bilirim?’’
Anneler evlatları doğduğunda dünyanın en mutlu günlerini Yüce Yaradan’dan onlar için dilerler.
Nazile anne de evlatlarının onların mutlu mesut büyümeleri için dualar ederdi.
“Onun her eve girişi sanki bir bayram, bir düğün olurdu. Annem nerede?” diye sorar, koşarak beni arar, bulduğunda bana sarılıp hep başımdan öperdi. Hiçbir zaman yüzümden öpmezdi.” diyor anne.
Barat askeri hizmetteyken annesi onu ziyarete gitmişti. Annesini uzaktan görünce çocuk gibi yanına koşmuş, sarılarak yine başından öpmüş ve annesine küçük bir oyuncak zürafa vermişti. O zürafa şimdi Barat’ın ev müzesinde eşyalarının arasında duruyor.
Nazile anne diyor ki “Ben evimde 28 yıl kutsal bir insan beslemişim. Onun kutsallığını şimdi anlıyorum. Şimdi anlıyorum onun neden bu kadar çılgın olduğunu. O sanki hayata ne için geldiğini bu özelliğiyle anlatmaya çalışıyordu.
Benim evimin içerisinde bir kahraman varmış, ben onu tanımamışım. Barat’la ilgili bana soru sorulduğunda veya biri Barat’ımdan konuştuğunda sanki bana dünyaları veriyorlar gibi hissediyorum kendimi.
Yalnız kaldığımda düşünüyorum Barat’la ilgili destan yazarım. Ama bazen de sanki beynimdeki bütün hatıralar bir anlık kayboluyor, çok düşünmek zorunda kalıyorum. Sonra yeniden eski halime dönüyorum.”
Barat’ın şehadetinden sonra Nazile anne 1 yıl 4 ay depresyon yaşamış, intihara kalkışmış. Ama sanki bir el onu intihardan alıkoymuş. Bu elin oğluna ait olduğunu diyor anne.
Sanki Barat’ın her an “bensiz benimle yaşamalısın, benim yaşamam için sen yaşamalısın” söylediğini duyuyor.
Askere gidip döndükten sonra yeniden askeriyede çalışması aileyi ona yine yedi yıl hasret bıraktı.
Onun telefon aramaları annesi için bir başka mutluluktu. Görevinden dolayı eve sık sık gelemiyordu. Telefonla görüşürlerdi her gün. Eve geldiğinde annesine sarılır, ellerinden, başından öperdi. Bazen “Barat, sen çocuk musun, bu ne ?” diye annesi sorduğunda “annem bu benden asılı değil ki. Eve girdiğimde ilk seni görmek istiyorum. O yüzden eve girer girmez seni soruyorum” derdi.
“Şehit hakkında geçmiş zamanda konuşmak doğru değil. Eğer “Şehitler ölmez” diyorsak, neden o zaman onlar hakkında geçmiş zamanda konuşulsun ki?”
Bu soruyu anne soruyor.
“Ben konuşuyorum, siz kaydediyorsunuz. Bu yazıyı okuyan her insan beni anlamaz. Bazıları “Şehit cismen yoksa da onun hakkında geçmiş zamanda konuşulması lazım” diye düşünecek. Ama öğle değil. Şehitin cismen yokluğu onun var oluşunu inkar ettirmez. Yine her kes kendi vicdanıyla düşünür, ben ne diyeyim?”
Evde olduğunda geceleri Nazile anne onunla uyumak isterdi. Sanki ondan ayrılmaya korkuyordu.
Her defasında da Barat ona “anne kalk git yerinde uyu, benim telefonda işlerim var” derdi.
Kendisi film izliyor, dini konularda olan programları çok severdi.
Annesinin “ben de seninle izlesem olmaz mı?” sorusuna rağmen “olmaz annem git, ben rahat izleyeyim” derdi.
Gece saat 02:00’ye kadar yanından kalkmazdı. Bir gün büyük gelini ona “anne genç adamdır belki konuşacak bir kimsesi var. Onunla görüşecek. Rahatsız etme.” demiş.
Anne ise oğlundan doyamadığını söylemiş. Doyamadı da…
Onu işe yolcu ederken ardından bahçeye çıkmayı, oğlunu bakışları ile yolcu etmeyi çok severdi.
Bazen de evin kapısından izlerdi onu. Barat bahçenin kapısı önünde taksi beklerdi. Kapıya yakın bir aynaları var. Barat aynanın önünde kendine çeki düzen verir, anne de onu gururla izlerdi.
Birden arkaya dönüp annesini gördüğünde “Annem gir içeri, benim arkamdan bakma” derdi.
Sanki zamanın yetiştiğini hissederdi.
“Yiğidim neden bana izn vermiyorsun arkandan bakmaya?” diye annesi sorduğunda böyle cevap verirdi.
“Bakma anneciğim, bakma. İstemiyorum. İşime geç kalmamı mı istiyorsun?”
Şimdi artık dört yıldır Nazile anne her sabah mutfağın penceresinden bahçenin kapısına bakıyor. Sanki Barat’ı yine işe yolcu ediyormuş gibi.
“Onunla nasıl gurur duyuyorum bir bilseniz. Onun askeri uniformalarına ütü yaparken hep koklardım. Onun kokusunu içime çekerdim. Şimdi o formalar onun odasında asılı kalmış. Yine onlara ütü yapmak istiyorum. Barat’ımın hatıraları çoktur. Beni yanlış anlamayın diğer çocuklarımın hatıralarını belki de unutmuşum, ama Barat’ımla ilgili hiçbir şeyi unutmamışım.
Bazen askeriyedeki arkadaşları ile yemeye gelirlerdi. O gün benim için bir başka gün oluyordu. Masayı Barat’ımın sevdiği yemeklerle donatalım. Onları yedirdikten sonra giderken Barat’ıma yemeklerin nasıl olduğunu, dostlarının beğenip beğenmediklerini sorardım.
“Annem her şey çok güzeldi, ellerine sağlık” der, saçlarımı okşar, yine başımdan öperdi.
Bana sık sık “Güzel annem seni prensesler gibi yaşatacağım, hiç merak etme. Senin bizimle çok zahmetin oldu. Bütün eziyetlerini sana unutturacağım” derdi.
Barat annesinin çalışmasını istemiyordu. Nazile anne fırında çalışıyordu. Ağabeyiyle annesi yüzünden kavga ederdi: “Neden anneme izin veriyorsun çalışsın diye. O çok azap çekmiş, yetmedi mi. Biz varken o neden çalışıyor” diye ona sitem ederdi.
Son defa tatbikata giderken ağabeyine “Annemi bırakma işe gitsin” diye rica etmişti.
“Barat’ın son sözlerini hatırladıkça deliriyorum. Savaş yaklaşıyordu. Her yerden top sesi, çatışma sesleri geliyordu. Beni aradı ki, annem hiç merak etmeyin, endişelenmeyin. Her şey güzel olacak. En az on gün içerisinde Karabağ yeniden bizim olacak” dedi.
Öyle güzel konuştu ki, düşündüm savaş falan yok. Her kese de “Barat çok rahat konuştu” diye haber verdim. Sonradan arkadaşları bana Barat’ın beni nasıl bir ortamdan konuştuğunu anlattıklarında kalbim yerinde çıktı sanki. Ateşlerin içinden, savaşın orta yerinden arıyormuş her aradığında.
Silah arkadaşları onun nasıl korkmaz bir asker olduğunu anlatmaktan doyamıyorlar. Oğlum çok merhametli, cana yakın bir insandı. Dara düşen her kese yardıma koşardı. Arkadaşları onun şehadetinden sonra onunla ilgili o kadar olaylar anlattılar ki…
Onlar anlattıkça ben Rabbime şükür ediyordum. Şükür ediyordum ki, Allah’ım bana böyle bir evlat nasip etti.
Bir gün yine aradı. Konuştuk ve bana “Annem hepinizi bağrıma basıyorum. Hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyorım” dedi.
Nasıl bağırdım Allah. Sanki duymamış gibi bir de tekrar sordum “ Barat ne söyledin duymadım?”. O yine tekrar aynı sözleri söyledi. Hüngür hüngür ağladım. Keşke o an ağlamasaydım. Sonra yeniden aradı. O aramasında artık kendimi toparlamaya çalışarak “Barat’ım seninle gurur duyuyorum” dedim.
Nasıl da sevindi. “Annem bak bana her zaman böyle pozitif şeyler söyle, sen de beni gururlandır” dedi.
Barat’ı aradığımda telefon cevap vermeseydi hemen ağabeyini arayıp Barat’la konuşup konuşmadığını sorardım. O da bana anne sağ-sol kanatta giden arkadaşları diyorlar ki, Barat hep önde gidiyor. O yüzden telefona bakamıyor.
Bir gün de Barat aradığında telefonu cevap vermezse şarjının bitmiş olacağını önceden bildirdi. O zaman nasıl bağırdıysam keşke yapmasaydım, keşke çocuğumdan böyle ayrılmasaydım. Keşke acımı içimde tutsaydım, ama ona hissettirmeseydim. Benden endişeli ayrıldı yavrum.
Şarjım bitti demek yani artık ben yokum demekmiş.
Barat’ın ne kadar merhametli bir insan olduğunu tekrar tekrar anlatmaktan doyamıyorum. Darda olana yardım etmeyi çok severdi. Yaptığı işleri büyük bir mutlulukla gelip bana anlatırdı.”
Nisan savaşından sağ salim döndüğünde sevinerek ailesi onu karşılamıştı. Morali bozukmuş. Askeri çantasını bir tarafa bırakarak suratı asık halde “Eh,annem. o şeref benim kimi adama nasip olmadı. Şehit olamadım” demişti. Nazile anne üzgün halde ona “Sen neden böyle söylüyorsun, neden beni öldürüyorsun?” diye sorduğunda böyle cevap vermiş:
“Annem sen o yüceliği bilsen, hiçbir zaman bana böyle soru sormazdın. Şehitlik biliyor musun ne demektir?”
Barat 8. sınıftan Şehitlik makamına yüceleceğini hep söylerdi.
Ablası Elnure’yle Barat hakkında sohbetimizin de ilginç yönleri var. Barat’ın onun çocukluğu, gençliği, geçmişi olduğunu anlatan ablası: “Ben Barat’ın yokluğuyla bütün bu saydıklarımı kaybetmişim.
Ben Barat’ı bir başka türlü severim. O benim sanki ruh ikizimdi. Aynı düşünceleri paylaşıyorduk. Barat’ı kaybettikten sonra anladım ki, ben onunla varmışım.
“Ben ŞEHİT ablasıyım, ben ŞEHİT Barat Guliyev’in ablasıyım” söylediğimde hem gururum kabarıyor, hem de içimdeki acı canımı yakıyor.
Barat’a her zaman “Sen benim boylu poslu, sürme gözlü kardeşimsin” derdim. Çünkü onun gözlerine sanki Allah tarafından sürme sürülmüştü.
Ben onun yokluğunu kabullenemiyorum. Artık dört yıl oluyor, ama o dehşetli anı sanki bugünmüş gibi yaşıyorum.
Onun yokluğunu hiçbir zaman kabullenmeyeceğim. O her zaman bizimledir, benimledir.
Annem babam kardeşim de bu yoklukla barışamıyorlar. Barat bizim varlığımızın temeliymiş, biz bunu onsuz geçen yıllarımız arttıkça anlıyoruz.
Savaş başlayan gün ilk aklıma gelen Barat oldu.
Hani derler ya can her şeyden tatlıdır. Hayır bu fikir doğru değil. Sen deme candan daha öte canlar olurmuş insanın hayatında. Benim de hayatımdaki o can Barat’mış meğerse.
Bizim köye gedeceğimizi duyar duymaz işten izin alır, eve gelip bizimle zaman geçirirdi. Bir gün yine babamlarda oturmuştuk. Baktım ki, gözlerini yüzüme tuşlayarak dikkatle bakıyor.
“Gagam (kardeşim) neden böyle bakıyorsun?” diye sordum.
Gülümsedi ve “Hiç Aynuş’um (bana evimizde her kes Aynur der)şimdi farkına vardım, sen yaşlandıkça aynen anneme benzeyeceksin, biliyor musun? O yüzden böyle bakıyorum” dedi.
25 Eylül benim doğum günümdür. Genellikle beni tebrik etmek için aradığında fazla konuşmazdı. Tebrik eder, telefonu kapatırdı. Ama bu kez böyle yapmadı. Tebrik ettikten sonra yine konuşmaya başladı. Doğrusu şaşırdım.
“Gagam, bir sorun mu var? Tebrikten sonra hiç bu kadar konuşmazdın, neyin var?” diye sordum.
O ise “Hayır Aynuş’um. Her şey yolunda. Sadece sesini fazla duymak istedim’’ dedi.
Ben şimdi anlıyorum şehit olacağını, zamanın yaklaştığını hissediyormuş.
Eylül ayına nefretim, kinim tükenmiyor. Bu ayın sessiz gelip, sessiz bitmesini istiyorum.
Çünkü Eylül benden bir parçamı aldı. Çünkü Eylül bizden bizi aldı. Evimizin çırağını söndürdü. Eylülün her günü bizim için azaptır.
O günü beklemek o günü 2020 yılı gibi yaşamak azabın beteridir.
Aslında takvimde bu ay benim sevimli ayımdı. Çocuk gibi hasretle beklediğim aydı. Hep derdim Eylül ayı benimdir.
Çünkü o benim doğum tarihimdir. Ama şimdi 25 Eylül’ü sevmiyorum artık. Çünkü o gün canımın canı bana telefon açmayacak. O gün ben o sesi bir daha duymayacağım. O gün Barat’ım benim Doğum günümü kutlamayacak.
Eylül ayının takvimden silinmesini çok istiyorum. Bu ay benim dünyamın çöktüğü aydır…”
Barat 28 Eylül’de 29 Eylül’e geçen gece Şehit düşmüş, ama onu naşını 13 gün tarafsız bölgeden çıkaramamışlar.
Şu 13 gün içerisinde evleri insanlarla dolup boşalıyordu. Elnure gelen misafirlerden kimseye ağlamağa izin vermiyordu. “Siz günah işliyorsunuz. Benim Barat’ım ölmemiş ki, siz neden ağlıyorsunuz?” diye herkese kızıyordu. Çünkü Barat’ın şehit olduğuna inanmıyordu.
Barat’ın cenazesi geldiğinde onun şehit olduğuna inanıyor. Buna inanmak denmez aslında. Ablası sadece kendini buna inandırmaya zorluyordu.
“Barat yok artık” kelimesi ablanın sözlüğünde yoktur. Barat hayattadır, Barat yaşıyor, Barat her gün onunla nefes alıyor, konuşuyor.
Hayat devam ettiği sürece Barat hep yaşayacak. Sadece Barat değil, bütün ŞEHİTLER yaşayacaklar.
Bir zamanlar bir evin, bir ailenin evladı olanlar gün gelir VATANIN, MİLLETİN evladı olur.
ÖZGEÇMİŞ:
Azerbaycan Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerinin sözleşmeli eri Barat Nizami oğlu Guliyev 22 aralık 1991 yılında Azerbaycan’ın Beylegan şehrinde doğdu.
1999-2010 yıllarında eğitimini Beylegan şehir 3 saylı orta okulunda aldı.
12 Ekim 2010 yılında askere çağrıldı. 2012 Yılında askeri görevini başarıyla tamamladı.
Barat Guliyev 2014 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerine sözleşmeli er olarak tekrar girdi.
O Silahlı Kuvvetlerde tim komutanı olarak çalıştı.
Barat Guliyev 27 Eylül 2020 yılında başlayan II Karabağ Savaşına katıldı.
Barat Guliyev, 29 Eylül’de Fuzuli bölgesi yönündeki çatışmalarda kahramanca şehit oldu.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Fermanlarına göre Barat Guliyev’e ölümünden sonra “Vatan uğruna”, “Fuzuli’nin azad edilmesi için”, “Yiğitliye göre” Madalyaları ve 3. Derece “Vatana hizmet için” nişanı verildi.
Halide Halid
KÖŞE YAZILARI
Az önceKÖŞE YAZILARI
Az önceKÖŞE YAZILARI
Az önceKÖŞE YAZILARI
Az önceGENEL
Az önceGENEL
Az önceSPOR
Az önce