

Biri gelecek ve bir gün bizi kurtaracak! Biri gelecek ve bir gün bu düzeni değiştirecek!
Kimse kusura bakmasın, kimse gelmeyecek, kimse düzeltemeyecek. Toplumları bu şekilde bir inanca sürüklemek aslında, tam da toplumları firavunca yönetenlerin planlarına hizmet etmek diyebiliriz.
Lider kültü ifadesi, siyaset ve sosyoloji biliminde sıkça kullanılan bir ifadedir. Bir liderin abartılı bir şekilde yüceltilmesi, övülmesi, kusursuz görülmesi, tartışılamaz ve sorgulanamaz – hatta tanrısallaştırılmış, kutsal bir figür olarak yönettiklerine sunulması olarak tanımlanır. Buna dini terminolojide firavunlaştırılması da denebilir.
2025 yılı Ağustos ayında, ABD Başkanı Trump’ın büyük bir çalışma masasında büyük bir koltukta otururken, karşısında sıradan sandalyelere oturmuş Avrupalı ülke liderlerini sıraya dizmiş gibi birkaç fotoğraf dünya medyasına servis edildi. Daha önceden de Trump, ara ara böyle fotoğraflar veriyordu. Hatta alay edercesine ve aşağılarcasına başka ülke liderlerine laflar ediyordu. Aslında Trump’ın tavırları, pek Amerikan başkanlarının geleneğine, Amerikan yönetim sistemine uygun değildi. Fakat ne yaptılar, ne ettiler: 80 yaşına dayanmış ve bunamaya yüz tutmuş Trump’ı, ikinci defa tekrar ABD halkının önüne koyup bir daha seçtirdiler. Trump, Lider Kültü kavramını dünyada en iyi temsil eden liderlerden biri. Peki özgürlük ve demokrasinin simgesi Batı, neden Trump gibi birini ABD başına koydu ve neden karşısında ip gibi hizaya geçip onu dünyanın bir numaralı lideri olarak görülmesine aracı oldu? Oysa Trump, Amerikan Başkanı olarak sadece 3,5 yıl daha görev yapacak ve bir daha hiç yapamayacak. Görev süresi bittiğinde 83 yaşında olacak. Sizce de garip değil mi bu durum?
Şimdi gelin, ABD Başkanı Trump üzerinden Lider Kültü kavramının toplumlara nasıl ve ne amaçla yedirildiğini hem siyasi, hem sosyolojik, hem de dini yönden açıklamaya çalışalım.
Lider kültü hangi toplumlarda nasıl oluşturulur?
Lider kültünün varlığı ve ne kadar yoğun uygulandığı, toplumun ne kadar geri kalmışlığı ile orantılıdır. Toplum ne kadar çok geri kalmışsa, o kadar lider kültü ağır basar. Yani geri kalmış toplumları yönetmenin en geçerli yöntemlerinden biri, lider kültünün yoğun bir şekilde uygulanmasıdır.
Toplumun geri kalmışlığıyla ilgili burada iki durum vardır.
Birincisi, savaşlar, iç karışıklıklar, firavunca yürütülen kirli siyaset, büyük adaletsizlikler ve benzeri sebepler nedeniyle sonucu çaresiz kalmış, cehalete ve fakirliğe mahkûm olmuş ve nesilleri heba olmuş toplumların geri kalmışlığıdır. Böyle toplumlar tarih boyunca yönetenler tarafından sürekli istismar edilmiştir. Ve hep bir kurtarıcının geleceği ümidiyle beslenmişlerdir. Yani hep bir lider beklentisi içinde olmuş, bilinçaltları hep bununla beslenmiştir. Sistem, cehaletin pençesindeki bu toplumların önüne bir lider koymazsa, o toplumların korku damarı her zaman açık kalır. Böyle toplumlar gerekirse liderin bir emriyle ölüme bile gider; fakat tepelerinde doğru dürüst, namuslu fırıldak gibi olmayan sözünün eri en zor zamanlarda bile en büyük umutların ışığını yakan lider görürlerse bunu yaparlar. Bu damar, sistem tarafından ancak iki üç nesil en doğru bir şekilde beslenirse kapanabilir. Böyle toplumlar, şansları varsa zor zamanlarında ve bu zamanlardan çıktıklarında, bilim adamları, kanaat önderleri, üreticileri, sanayicileri, siyasetçileri bir araya gelip hep beraber topluma umut olacak liderler çıkarırlar ve sistemler kurabilirler. Eğer şansları yoksa, savaşları kazanıp nesilleri savaşta kırılıp ta geri evlerine döndüklerinde, bütün zenginlikleri askere gitmeyenlerin el koydukları veya ayak oyunlarıyla ucuza satın aldıkları şehirli eşkıyaların, godomanların kölesi olarak yaşamaya devam edebilirler. Öz yurdunda, garip öz yurdunda parya olabilirler.
İkincisi, siyaset, ideoloji ve inanç yoluyla cahilleştirilmiş, aptallaştırılmış, uyutulmuş ve uyuşturulmuş ve fakirleştirilmiş toplumların geri kalmışlığıdır. Böyle toplumlarda siyasette, ideolojide, din de vardır. Fakat düzen öyle kurulmuştur ki, başa kim gelse ülke bir adım ileri gidemez. Her şey var gibi görünür, ama içi boşaltılmıştır. Eğitim var gibi görünür, ama hiçbir işe yaramaz. Adalet var gibi görünür, ama herkese farklı uygulanır. Adaletin merkezi, adaletsizliğin merkezine dönmüştür. Adalet, güçlülere ve zenginlere farklı, zayıflara farklı uygulanır. Her değer en büyük simgelerle görülür, fakat bütün değerler, bizzat en büyükler tarafından en küçük hale getirilir. Para ile her şey çözülecek hale gelmiştir. Cezaevlerinde, en uzun hırsız, arsız, katillerden çok, dünya görüşünden dolayı yatanlar kalır. Din adamları sadece topluma nasihat eder, yönetenlere nasihat edemez. Her şey gösterişten ibarettir. Toplum, yönetenlerin gücünü onların zenginliği, şatafatı, israfı ile anlayacak ve savunacak hale gelmiştir. Bütün lider konumundakiler kutsallaştırılır, hatta tanrısallaştırılır, ki topluma “her haltı yiyin, her günahı işleyin ama benim arkamda durursanız cennete gidersiniz” anlayışı ezberlettirilmiştir. Cennete gitmeyi kim istemez, hem de hazır, bütün günahları işleyebilecekleri ortam da varken. Toplum, cenneti vaat edenlerle cehennemlik günahları bir tıklama ile önüne getirenlerin aynı merkez olduğunu dahi anlayamaz hale gelmiştir. Toplum öyle meşgul edilmektedir ki, yöneten takımındaki herkes sürekli kavga halindedir, ama aslında ortaktırlar. Düşman faktörler bile aslında yöneten takımların dostudur ve toplum asla bunu göremez. İşin garibi, bunu göstermeye çalışanların düşman olduğuna inandırılır. Ve tüm bu kaosun içinde, toplum birinin gelip kendini kurtaracaklarına inandırılır. Oysa sistemde dost, düşman veya rakip görüntüsündeki her figür, ortak çalıştığından, ortaya yine bu figürler içinde lider çıkar ve toplum yine onlara teslim olur.
Siyonizm sadece Yahudilere ait değildir. Bir düşünce, bir felsefe olarak her yerde vardır. Yine Kuranda anlatılan firavunların yönetim sistemi, her çağda vardır. Dolaysıyla Lider Kültü kavramı, böyle sürekli kaos içinde tutulan toplumlarda da çok işe yaramaktadır. Bunu yapabilmek için en büyük propaganda aracı medyadır. Sonra eğitim sistemi, sonra inanç sistemi gelir.
Peki Amerikan Başkanları neden dünya medyasında pohpohlanıyor? Dünya lideri, dünyanın bir numaralı lideri, diğer liderleri hizaya çeken lider gibi gösteriliyor? İşte yine 2025 Ağustos ayında, Trump’ın Avrupalı liderlerle toplantı yaptığını gösteren fotoğraflar dünya medyasında yayınlandı. Bu absürt fotoğraflar neden yayınlandı?
Amerikan Başkanlarının bu tür absürt görüntülerinin veya demeçlerinin dünya medyasında paylaşılmasının çok önemli 3 sebebi var.
Birincisi, Lider kültünün toplumlar üzerindeki etkileridir. Bu görüntü ve demeçlerle hem kendi ABD toplumu, hem de diğer toplumlar, liderin ne kadar önemli bir faktör olduğuna inanacaklar. Böylece lideri kutsayacaklar, kurtarıcı görecekler, alternatifsiz görecekler, en çok övgüye onu layık görecekler. Ya da öyle olduğuna toplumların inandırılması kolaylaşacak. Böylece toplumları “koskoca Amerika’da bile lider ne kadar önemli bir faktör, adamlar liderleri sayesinde dünyayı hizaya çekiyorlar, o zaman bizim de her şeyden önce büyük bir dünya liderimiz olmalı” psikolojisine sokuyorlar. Oysa 80 yaşına dayanmış, kendinin cennete gideceğini düşündüğünü söylemekte bir beis görmeyen birini, Amerikan Devletinin başına kim aday koydu düşünen yok? Yine aynı yaşlardaki önceki ABD başkanı Biden’ı ABD’nin başına kim koydu? Ve bunları birbirine rakip kim yaptı? Kim bu yaştaki insanları ABD halkının önüne koydu? Yani neydi bu, artık bunamaya yüz tutmuş liderlerin ultra özel süper yetenekleri ve başarıları ki bunların ABD Başkanı olması kimin işine yarıyordu? Bu insanlar bu yaşlarda bütün dünyanın yükünü kaldırabilir mi, muhakeme edebilir mi? Tabii ki hayır. Hele Biden, son yıllarını hayalet gibi yürüyerek geçirdi. Fakat Amerikan yönetim sistemi, bir başkan yüzünden farklı maceralara atılamaz. ABD başkanı, sadece ABD’nin dış dünyaya gösterilen vitrin yüzüdür. Tek başına bir fonksiyonu yoktur. ABD’de, sadece Trump’ın tek başına istemesiyle hiçbir şey olmuyor. Trump, tek başına “ben şu kanunu çıkarmak istiyorum” dahi diyemez. Başkan kim olursa olsun, sistem tıkır tıkır arka planda işler. Amerikan sistemi bellidir. Kişiler değil, kurumlar vardır. Ve bu kurumları avucunun içinde tutan, oynatan beş on aile vardır.
1960’lı yıllarda Kennedy, Amerikan ekonomisini Amerikan halkının tayin etmesini istedi. Amerikan Merkez Bankası FED’in Amerikan halkının olmasını, doları Amerikan devletinin basması gerektiğini savundu. Çünkü Amerikan Merkez Bankası, bazı dünya zengini ailelerinin elindeydi. Dolaysıyla ABD’yi de onlar yönetiyordu. Dolaysıyla tüm dünyaya da onlar siyasi ve ekonomik olarak yön veriyordu. Kennedy’nin etrafındakiler hemen “tabi efendim, ne demek efendim, ne güzel düşündünüz, 150 yıldır kimse düşünememişti, bir siz düşündünüz, helal olsun” dediler, muhtemelen ve Kennedy’yi bir güzel gevşettiler. Kennedy yasayı çıkarttı ama kısa bir süre sonra suikastla öldürüldü. Hatta yerine geçmesi beklenen Adalet Bakanı, kardeşi de suikastla öldürüldü. Sonra suikastçılar da öldürüldü ve davalar kapandı. Çıkmış yasa, sonra iptal oldu. Yani Amerikan sistemi, 4 bilemedin 8 yıllığına seçilmiş bir başkanın maceralarını asla kaldıramaz. O yüzden artık ya sisteme tam biat eden adayları, ya da bunamaya yüz tutmuş yaşlı adayları, Amerikan halkının önüne koyuyorlar. Sistem arkada işlemeye devam ediyor. Kennedy’den yaklaşık 100 yıl önce de, dolar ile ilgili aynı hamleyi ilk ABD başkanı Abraham Lincoln’da yapmıştı, o da suikastla öldürülmüştü. Dünyayı yönetenlerin, ki bunların önemli bir kısmı Siyonist Yahudilerdir, öldürmekle ilgili bir problemleri yoktur. Toplumların anlamadığı nokta burası. İşte Gazze, işte Filistin, işte Ukrayna. Bunların din ile alakaları da yoktur. Yahudi toplumu bile bunu binlerce yıldır anlamıyor. Firavun sistemi, binlerce yıldır dinleri devşirerek yoluna devam ediyor. Binlerce yıldır Yahudi toplumu, firavunların yönetim oyunlarının en büyük araçları olmuşlardır. Ve bunu kendilerinin yönettiği sistemin tayin ettiği din adamlarıyla yapmaktadırlar. İslam dünyasında da bu mantık yüzyıllardır var. Ömrü boyunca Hz. Muhammed’le savaşan ve İslam bütün Arap coğrafyasına hakim olduktan sonra Müslümanlığı kabul eden Ebu Süfyan’ın oğlu olan Muaviye, Hz. Ali’yi suikastla öldürttükten sonra kendini zorbalıkla Halife ilan etti. Sonra ölmeden önce oğlu Yezit’i Halife ilan etti ve İslam topraklarında Allah’ın emrettiği gibi değil, firavunların yaptığı gibi, Halifeliğin – yani aslında Saltanatın – babadan oğula geçmesini ilk uygulayan lider oldu. Sonrasında yüzlerce yıl, Halifelik örtüsü altında bazı soylar, hükmettikleri toprakların tüm zenginliklerini kendine bağlayarak, halkları da kendine kul köle ederek varlıklarını sürdürdü. Tıpkı bugünün Suudi Arabistan yönetimi gibi. Oysa Kuran’da liderliğin, yöneticiliğin, ülke yönetiminin veya bir yönetim sisteminin babadan oğula geçmesini teşvik eden bir tane bile ayet gösteremezler. İslam ülkelerinin yönetimlerine bakıldığı zaman, söylemler Kuranı Kerim’den gibi ama uygulamalar firavunun yaptıkları gibidir.
Bugün geri kalmış toplumlar, büyük lider imajlarıyla pohpohlanan ABD başkanlarını görünce, kendi ülkelerinde de doğal olarak bir kral, bir başkan çıkmasına ve özellikle yaşlı olmalarına itiraz edemeyecek psikolojiye getiriliyor. Çünkü en büyük örnek ortada: ABD. Daha büyüğü var mı? Yok. Yönetim bilimlerini de bu kirli şova alet edildiğinde hiç kimse itiraz edemiyor. Zor durumdaki toplumların hepsi bu psikoloji ile birinin bir gün gelip kendilerini kurtaracağı hikâyelerine rahatlıkla inanıyor ve inandırılıyor. Medya bunun için var. Gece gündüz, her gün, aynı tiplerin TV’lerde utanmadan, sıkılmadan, yorulmadan bile bile yalan konuşmaları, yazmaları babalarının hayrına değil, tabi ki. Firavunun kâhinleri eskiden ne ise, şimdi de onlar aynı işi yapıyorlar.
İkincisi, Lider Kültü, küresel sermaye için çok önemli bir argümandır. Ülkeleri bir kişinin, bir ailenin, bir grubun veya bir ideolojinin ellerine verdikleri zaman, onlara bütün dünyanın sınırsız imkânlarını sağlıyorlar. Onlara sadece kendi toplumlarını kontrol altında tutmaları görevi veriyorlar ve bunu ne kadar iyi yaparlarsa o kadar uzun süre o ülkenin başında duruyorlar. Dolaysıyla düzenden memnun olan veya üç maymunu oynayan toplumlara, mevcut liderleri ve onların işaret ettiklerini vazgeçilemez, en büyük, başkası yönetemez, dünyanın en büyük liderlerinden biri gözüyle bakmalarına inandırmak çokta zor değil. Düzenden memnun olmayanlara da, birinin kurtarıcı veya Mehdi veya Mesih olduğuna inandırmak zor değil. Bir toplumda lider kültü inancının ağır basması, gelenekselleşmesi, bilimsel ve sosyolojik olarak karşı çıkılmaması, o toplum için en tehlikeli durumlardan biridir. Çünkü liyakati olmayan birinin düzenin başına geçmesi, o toplumun başına her türlü felaketin gelmesine neden olabilir. Milyonlarca insanın öldüğü savaşları düşünün! Bunların çok büyük bir kısmı, toplumların anlaşmazlığı yüzünden değil, yöneticilerin politikaları yüzünden çıkmıştır. O krallar, o imparatorlar tarih boyunca, kendilerine Tanrı rolü, toplumlarına da kul rolü biçerek ayakta durmuşlardır. Sanki yönettikleri topraklar, bunların malı, insanlarda yaşamalarına müsaade ettikleri hizmetkârlar gibi yaşamışlardır. Kısacası, toplumlar toplum olarak çıkarları için değil, doğru yaşamayı tercih ettikleri zaman bu kirli dünya düzeninden kurtulacaklarına inanmadığı ve öyle yaşamadığı sürece, bunun için birbirleri ile kavga etmek yerine birbirini aydınlatmak için mücadele etmediği sürece, dini bir bakış açısıyla da ifade edecek olursak, Allah’tan başka Tanrı edindikleri sürece bu firavunların yönetim sistemleri kıyamete kadar devam eder. Şunu tüm toplumlar aklına yazmalıdır: dünyayı yöneten bu beş on aile, açık açık, “bu dünya bizim, diğer insanlar yaşamalarına müsaade ettiğimiz hizmetkârlar” diyorlar.
Dünyayı, toplumların seçtikleri değil, bazı aileler yönetiyor. Ve onların istedikleri toplumlarına seçtiriliyor. Çünkü medeniyet seviyesi yüksek çoğu toplum sel gibidir. Tepelerindeki liderin seçilerek geldiğine inanırlarsa, o ülkede halk isyanları kolay kolay çıkmaz. Aklı başında toplumlar isyan etmedikçe yönetilme problemleri yaşamazlar. Dolaysıyla o dünyayı yöneten beş on ailenin de planları bozulmaz. Fakat çoğu toplumun aklını başlarından aldıkları için, yönetilmeleri bir ailenin, bir kişinin, bir ideolojinin, bir diktatörün veya askeri bir darbe yönetiminin esiri haline getiriliyor. İşte Kuzey Kore, Suudi Arabistan, Mısır, Afganistan, Afrika ülkeleri, Venezuela, Ortadoğu ve Orta Asya’daki gibi ülkeler bunlardan bazıları. Sistemlerine uymayan herkesi yok ediyorlar. Bugün yaşayan siyasi olsun olmasın, lider konumundakilerin hepsi onlara hizmet ediyor diyebiliriz.
Büyük ihtimal dünyayı yöneten ailelerin dünya için en az 200 yıllık planları hazırdır. Seviyelerine göre bu planların ilk 50 yılını, sonraki 50 yılını, sonraki 50 yılını ve sonraki yılları bilen her yerde ve her konumda adamları vardır. Ve her yerde siyasi, ekonomik ve askeri konjonktür, bu bilenler sayesinde ona göre belirleniyordur. Toplum, ırk, din, mezhep, ideoloji, soy, sop, hepsi onların gözünde hikâye anlayacağınız.
Üçüncüsü, Trump’ın karşısında hizaya dizilenler aslında Avrupalı devlet başkanları değil, asıl dünyanın servetine sahip olan o beş on ailenin maşalarıdır. Hepsi orada rolünü oynuyor, poz veriyorlar. İşte bu fotoğrafların dünyaya servis edilmesinin bu anlamını hiçbir yerde duyamayacak ve okumayacaksınız. Amerikan başkanlarının absürt görüntü ve demeçlerine maruz kalan tüm yöneticiler aslında hep birlikte çalışan maşalardır. Böyle görüntülerle dünyanın geri kalan ülkelerinin yöneticilerine ve toplumlarına, ABD’nin en büyük devlet, ABD liderinin de en büyük lider olduğunu resmetmeye çalışıyorlar. Diğer ülkelerin tümüne: “biz ABD’nin yanındayız, siz de ona göre pozisyonunuzu alın, haddinizi bilin” demek istiyorlar. İkinci olarak, Amerikan toplumuna: “en büyüklerin de büyüğü biziz, dolaysıyla en büyük biziz, o yüzden içeride düzeni bozacak işlere kalkmayın, bir de sizinle uğraşmayalım” mesajı veriyorlar. Üçüncü ve en önemlisi ise: “ey Trump, sen bir hiçsin, tek başına hiçbir şeysin, tek değilsin. Karşında sıraya dizilmiş liderler, dünyaya senin imajını pekiştirmek için poz verse de, aslında seni kontrol altında tutan maşalarımızdır. Ona göre ayağını denk al, haddini bil. Bu yaştan sonra bütün dünyaya seni kepaze ederiz” diyorlar.
Trump dediğiniz adam, Alman asıllı emlakçılıktan köşeyi dönmüş bir adam. Siyasi kariyeri ve kamu yönetim zekâsı son derece sınırlı birisi. Kim bilir, ömrü boyunca ne haltlar yedi ki şimdi bu heyetin karşısında aslında hazırda duran kendisi. Bu yaştaki Trump’ın tek amacı olabilir, koltuğunun keyfini çıkarmak. Tabii bu yaşta çıkarabiliyorsa. Yoksa onun da mı kasetleri varda, o koltuğa oturttular zorla diye insanın aklına gelmiyor değil. Yoksa bu yaşlarda insan kafayı mı yemişte, gün içinde sadece uyku harici, takım elbise ile her gün dolaşsın.
Konunun dini olarak izahına gelirsek, hiçbir peygamberin kitaplarında kendini övdüğünü veya Allah’ın inananlara peygamberlerini sürekli övmeleriyle alakalı ayetlerini göremeziniz. Öyle olsaydı, Allah’ın kitabı olmaktan çıkardı. Aksine “övgü yalnız Allah’a aittir” mealinde onlarca ayet vardır. Allah işte sistemdir, sistemin sahibidir, yaratıcısıdır. Allah, bir birey değil, bir aile değil, bir soy, bir ırk veya bir ideoloji değildir. Yaratılan herkes ve her şey, onun Adil sıfatı ile yaratılmıştır. Kim bu adaleti bozarsa, yani adil olarak yaratılan bu sistemi kim kendi çıkarları için bozarsa, Allah’ın düşmanıdır. Çünkü adaletsizlik zulümdür. Ve Kuranı Kerim’de, Allah’ın en büyük düşmanları zalimler olarak tarif edilir. İhlas suresinin anlamını şimdi bir daha düşünelim. İhlas suresinin öyle kısa olduğuna bakmayın, düşünmeye başladığınızda bir derya olduğunu göreceksiniz.
Hiçbir peygamber, kendini kutsallaştırmak için çaba sarf etmedi. İnsanlara kendinin her dediğini, her yaptığını sanki Allah’ın emri gibi algılanmasını istemedi. Aksine Hz. Muhammed’den örnek verecek olursak, kızına “baban peygamber diye kendine güvenme” diye ikaz etti, birçok hayati kararı istişare ederek aldı. Öyle bir ümmeti vardı ki, söylediklerini “ya Resulallah, bu senin sözün mü yoksa Allah’ın ayeti mi” diye sorgulayabiliyorlardı. Ölüm döşeğinde bile, kendinden sonra kimin lider olacağını işaret etmedi. Buna herkes siyasi yorum yapabilir, ama eğer işaret etseydi o zaman siyaset olurdu ve İslam o zaman biterdi. Aslında bu tavrıyla belki de bugünün kitaplarda tanımı geçen demokrasiyi işaret ediyordu. Yani kaliteli bir toplumun, tercihleriyle yönetimlerini belirlemesini işaret ediyordu. Yani peygamberler, lider kültü kavramının içine hiçbir zaman girmedi. Onlar sürekli sadece Allah’a kul olun, sadece Allah’ın ayetlerine uyun dediler. Hatta öyle ki, Kuranı Kerim’de iki ayette Hz. Muhammed’e “bende sadece sizin gibi bir beşerim” demesi buyruldu. Peygamberlerin işaret ettiği veya anlatmaya çalıştığı aslında, her alanda – ister üretirken, ister hizmet ederken, ister yönetirken, ister çalışırken – doğruluk, kalite, istişare, liyakat ve sistem kavramlarıydı. Ve bunlar ancak ve ancak başka hiçbir şeye ve hiçbir kimseye kul olmayarak olabilirdi.
Kutsal kitaplarda, birinin gelip insanları kurtaracağı hiç müjdelenmemiş. İslam kaynaklarından biliyoruz ki, en son Hz. İsa, insanlığın kurtuluşu için, son olarak Hz. Muhammed’in son din İslam’ı getireceğini müjdelemiştir. Yani aslında müjdelenen İslam’dır. Yani sistemdir. Allah’ın kitaplarına baktığımız zaman, peygamberler ve diğer dindar insanlar için bir Lider Kültü teşviki olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ama dikkat ederseniz, hiç bitmeyen bir Mehdi konusu ve Hz. İsa’nın kıyamete yakın tekrar yeryüzüne ineceği konusu var. Kuran’ı Kerim’de Mehdi ile alakalı hiç ayet olmamasına rağmen, ve Mesih’in – yani Hz. İsa’nın – kıyamete yakın, hiç açık net bir ayet olmamasına rağmen, sürekli üzerine efsaneler, rivayetler ve hadislerle konuşulan konulardır bunlar. Neden hep bir Mehdi gelecek ve insanlığı kurtaracak, Mesih tekrar gelecek ve dünyaya hakim olacak mevzusu, inananlar arasında sürekli diri tutuluyor, hiç düşündünüz mü? Hem de din adamları tarafından! Yani abdestle alakalı bile bilgi veren Allah, gönderdiği son kitabında böyle önemli bir konu hakkında bilgi veremez miydi? Peki bir tane bile Mehdi ve Mesih ile ilgili ayet bulunmazken, nasıl oluyor da yüzlerce peygamber hadisi ve rivayeti oluyor?
İşte 2025 yılı Ağustos ayında, İsrail’de bir Yahudi tarikatı olan Chabad tarikatı, İsrail Devlet Başkanı Netenyahu’yu, Kudüs’ün anahtarını Mesih’e verecek olan Mehdi olarak bir daha ilan etti. Sadece İslam’da değil, Hristiyanlık ve Musevilik dininde de bu Mehdi konusu var. Çok ilginç değil mi? Lider Kültünü nasıl da bu coğrafyada belirginleştirmeye, kabullendirmeye çalışıyorlar değil mi? Hem de dinsel temalarla. Doğal olarak karşı dinlerden, karşı yönetimlerden aynı refleks ortaya çıkacak. Ve kaos, savaşlar, ölümler yine devam edecek. Dünyanın en zenginleri yine, dinler sayesinde silah satarak, savaş çıkararak en zengin olmaya devam edecek. Ne güzel proje değil mi? Toplumlar zaten zır, cahil. Yahudi toplumunu, zenginlik karşılığında daha bebeklikten itibaren insanlık dışı öğretilerin inandırıldığı tarikatların eline vermişler. Müslüman toplumlarını da cehaletin, fakirliğin ve silahlı örgütlerin eline hapsetmişler. Planları tıkır tıkır işliyor. Ve bu toplumlara yön ve şekil veren, kendilerine mahkûm eden herkes, o dünyayı yöneten dinsiz, kitapsız, Allahsız beş on firavun ailenin adamları. Evet, bugün maalesef, din adına savaşların içinde olan toplumlar, dinsizlerin iktidarı için heder oluyor.
Mehdi ve Mesih konusunu tümüyle inkâr etmiyorum. Tarihi, mitolojik ve yaşayan 3 büyük din öğretilenlerinde geçtiği için, temelde ve özünde konunun günümüzde anlatıldığı gibi olmadığını düşünüyorum. Musa peygamber, denizi yarıp karşı tarafa geçtiğinde, kavmini bir süre yalnız bırakmıştı. Geri döndüğünde, kavminin Allah’ı bırakıp altından bir buzağı heykeli yapıp tapındıklarını gördü. İşte Mehdi ve Mesih konusunun özünü ve temelini değiştirenlerin, önce Allah’a tapıp sonra buzağıya tapanların bugüne ulaştırdığı bir konu olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu konu tarih boyunca ve günümüzde hep firavun karakterli yönetenlerin işine yaradı. Çünkü tarih boyunca, peygamberlerin yönettiği dönemlerin dışında, gerçekten inançlı ve Hakkı savunan insanların yönettiği bir devlet neredeyse hiç olmadı. Dolaysıyla Mehdi ve Mesih gibi, günümüze kadar gelen konuların aslından fersah fersah olduğu düşünüyorum. Çünkü tarihi yazanlar, o buzağılara tapanlar, yani güce ve zenginliğe tapanlar! Din istismarı ile adamlar, yüzlerce binlerce yıldır hep soylarını, soplarını, saltanat kayığında gezdirdiler. Toplumlarını da kendileri için savaş meydanları telef ettiler veya ağır vergilerle, karın tokluğuna – hem de şükrederek – yaşamaya mecbur bıraktılar.
Burada küçük bir ayrıntıya da dikkat çekmek istiyorum. Hz. Musa’nın denizi yarıp kavmiyle geçmesi, geçtikten sonra kavminden bir süre ayrı kalması, bu süre içinde kavminin altından heykel yapması ve ona tapması konuları, birçok insana ütopya veya mitolojik hikâye gelebilir. Böyle bakmamak gerekiyor. Muhtemelen Hz. Musa’nın kavminin içinde firavunun adamları da olabilir. Bunlar, Musa’nın ayrılışını fırsat bilip toplumu kandırmış da olabilir. Yani bir nevi Hz. Musa’nın dinini siyasallaştırmış olabilir. Ve tarih boyunca ve bugün de olduğu gibi, inançlı insanları sadece maddi olarak en zengin olurlarsa en güçlü ve en haklı olabileceklerine inandırmış olabilirler. Sadece Yahudilikte değil, İslam tarihinde de ve bugünün İslami yönetimlerinde de bu düşünce hala çoğunda var. “Amaca giden her yol mübahdır” düşüncesi, hiçbir din ile temsil edilemez. Edilirse, insanların dinsizleşmesine daha çok katkı sağlar. Bugün Gazze’de soykırım yapan Yahudilere bakarak hangi insan “keşke Yahudi olsaydım” der? Veya en adaletsiz ülkeler sıralamasında en çok İslam ülkelerini gören biri neden Müslüman olsun ki? İşte toplumu dinsizleştirmenin, dini toplumun gözünde itibarsızlaştırmanın yolları bunlar. İşte. Din adı altında zulüm, adaletsizlik, hırsızlık yapılırsa, bunları yaparken kafaya kipa, takke, başörtüsü takılırsa, Tevrat, İncil, Kuran elden düşmezse, her hafta camiden veya ağlama duvarından veya Vatikan’da bir fotoğraf karesi verildi mi, bilimle alakası olmayan, eğitimsiz, abuk sabuk tiplere devlet büyükleri paye verirse, itibar verirse, yan yana görüntü verirse, tam olarak dinsizlik düğmesine basılmış demektir. Siyonizm tam olarak işte bu. Bunun dışında toplumlar bozulabilir de. Özellikle rehavete kapılan, zenginleşen toplumlarda, yeni nesiller, toplumu toplum yapan inançlar, kutsallar, töreler ve diğer milli değerlerden daha kolay uzaklaşıyor. Kendimizden örnek verecek olursak, evlatlarımız var. Biz binbir zorluk içinde belki profesör olmuştuk ama çocuklarımız zorluk nedir hiç görmedi. Rehavet içinde büyüdü. Dolaysıyla acı, çile çekmeyen, rehavet içinde büyüyen nesillerin, günümüzden de göreceğimiz üzere, en çok değer verdiği şey para ve zenginlik. Hatta birçok anne baba, evlatları için Allah her şeyden önce imanlı olmayı nasip etsin yerine, bir an önce ekmeğini bulsun şeklinde dua ediyor. Bugün cami kürsüleri inleten bazı hocaların çocukları, kumar sektörünün başlarında bile yer alabiliyor. Bunu kınamak için söylemiyorum, hepimizin başına gelebilir, durum tespiti yapıyorum. Ayrıca Hz. Musa’nın kavminden bir süreliğine ayrılışı bana, Hz. Musa’nın Lider kültünü toplum kafasında yıkmak için olabileceğini de düşündürüyor. Yani toplumun kimseye ihtiyaç duymadan, sadece doğruların ve hakkın izinde yürümesi gerektiğini de öğretmek istemiş olabilir. O yüzden böyle tarihi olayları “şöyleydi, böyleydi” diye kesin bir dille yorumlamanın ve tartışmanın kimseye faydası yok. Şunun farkında olmak gerekiyor: birincisi, bu tür olaylar insanın ve toplumun faydasına ne anlatıyor; ikincisi, bu tür olaylar istismar edilebilir mi, nasıl edilir, kimler eder ve nasıl önlemler alınmalıdır. Böyle baktığımız zaman, dinden fayda görebiliriz. Yoksa din, Anderson’dan masallara döner. Sonra kumar masasında kazanmak için Allah’a el açıp dua eden ya da peygamberin sakalını, sarığını, cübbesini öpünce cennete gideceğini sanan hilkat garibelerine döneriz ya da öylelerinin arkasında saf tutup namaz kılarız: “Allah muhafaza…”
Çözüm, tabi ki toplumların uyanması. Yani bunlara değil, gerçekten bu kâinatın yaratıcısına kul olmaktan geçiyor. Yani “ben de sizin gibi bir insanım” demesi emredilen peygamberlerin şahsını kutsallaştırarak, onları çok ama çok sevdiğini söyleyenleri kutsallaştırarak, kendimizi ve sistemi düzeltmeden ve bunun için mücadele etmeden “bir Mehdi gelecek ve herkesi düzeltecek, herkesi kurtaracak” inancına sımsıkı sarılarak, fikirleri büyütmeden, geliştirmeden, iyileştirmeden, kişileri büyüterek – yani Lider Kültünü pekiştirerek, Lider Kültüne inanarak – bir çözüm bulunması zor görünüyor. Hepimiz insan olarak çözümü bilsekte, bir noktadan sonra tıkanıyoruz. İşte işin bu kısmına imtihan diyoruz. Anlaşılan ancak bir Nuh tufanı ile bu kirli düzen, yine Allah tarafından bozulacak.
Olması gereken nedir?
Olması gereken, toplumların çıkarlarını bir kenara bırakıp kendini aydınlatmasıdır. Bunun için en başta, kendini yönetenlerde kalite arayışıdır. Yani hangi partiden, siyasetten, ideolojiden, dinden, mezhepten, aşiretten, kabileden, soydan olursa olsun, toplum önce kendini yönetenlerin ne kadar kaliteli olduğunu görmeli, sorgulamalı, kaliteyi talep etmeli, kalitesiz olanı görmeli, kalitesiz olanın sistemden çıkmasını istemelidir. Yani her ne olursa olsun, liyakatli kadroların her zaman kendini yönetmesini sağlamalıdır. Aksi takdirde, boyuna, posuna, zenginliğine, ağalığına, paşalığına bakarak birilerinin peşinden kör gibi giden toplumlar, her zaman köle gibi yaşamaya mahkûm olacaktır.
Yazıyı sesli dinlemek için: https://www.instagram.com/reel/DN3tP7j4jx0/?utm_source=ig_web_copy_link
DÜNYA
7 saat önceBİLİM & TEKNOLOJİ
7 saat önceDÜNYA
7 saat önceGENEL
7 saat öncePOLİTİKA
7 saat önceYAZILAR
7 saat önceYAZILAR
7 saat önce