

Tasavvufa göre her şeyin kaynağı Allah’tır. Kâinatın varlığı, Allah’ın güzelliğinin tecellisidir. Allah tek güzellik ve tek varlıktır. İnsanın bu dünyaya gönderilişi, gurbet yolculuğudur. Gurbet içinde olan biri nasıl vatanına kavuşmayı özlüyorsa, kâmil insan da Allah’a kavuşmayı arzular. Ona ulaşmak için çabalayanlara ve O’nun mutlak ve eşi benzeri olmayan güzelliğine hayran olanlara “âşık” denir.
Tasavvuf edebiyatı, âşığın sevgilisine duyduğu halleri daha çok sembollerin diliyle anlatır. Aşk bazen âşığı öyle bir noktaya getirir ki, kişi kendisini dahi unutur. Bu durumun örneklerinden biri, Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnun eserinde yer alır:
“Öyle sârmestem ki idrâk etmezem dünya nedir?
Ben kimem, sâkî olan kimdir, mey ü sahbâ nedir?”
Âşığın, aşk yolunda kendini tanıyamaması bu aşkın doruk noktasıdır. Burada şairin sunduğu âşık, nefsinden ve arzularından arınmış bir insandır. İslâm felsefi düşüncesine göre, kalbin genişleyip sevinçle dolması; yani ilahi aşkla dolarak bedeni varlıktan kurtulması sarhoşluk (mestlik) olarak tanımlanır. Lahicî, bu durumu Hakk’ın cemalini seyretmenin sâlikin (tasavvuf yolcusunun) kalbinde uyandırdığı hayret ve hayranlık olarak açıklar:
“Mahbûbun muhabbetine gömülerek kendi varlığını unutan âşıklar siyah-mest (tam anlamıyla sarhoş) olarak adlandırılır. Fuzûlî’nin kahramanı da burada bu hâldedir. Mey ise Hakk’ı hatırlamakla ârifin kalbinde oluşan ve onu sarhoş eden lezzettir. Mey aşkın sembolüdür ve Hakk’ın farklı tecellilerine işaret eder. Mey, aşkın coşkunluk derecesini anlatır.”
(Nesib Göyüşov, Tasavvuf Anlamları ve Dervişlik Sembolleri, Bakü-2001)
“Mey” kelimesinin bir sembol olarak anlaşılabilmesi için bazı araştırmacılar ebced hesabını da önermektedir. “Mîm” ve “Ye” harflerinden oluşan “mey” kelimesinin ebced hesabı on dörttür. Bu sayı on dört masum ya da belirli bir zümreyi ifade eder. Bunu idrak eden kişi aşkla mest olur. Yani, mey kelimesiyle ilgili farklı katmanların ortaya çıktığını görmek mümkündür.
Tasavvufun merkezinde yer alan en önemli kavramlardan biri aşktır. Ancak bu aşk, sıradan bedenî sevgiden farklıdır. Bu aşka “ilahi aşk” denir. Tasavvuf felsefesinde aşk, kul ile Yaradan arasında bir köprüdür. Âriflere göre aşk olmasaydı, bu kâinat yaratılmazdı.
Bu düşünceye göre Allah, insanı aşkla yaratmış ve ona “aşk yolu”nu göstermiştir. Ârifin bu yolda ilerlemesi, nefsinden geçmesi ve “fenâ fillâh” mertebesine ulaşması gaye kabul edilir. “Fenâ”, hiçlik anlamına gelir; yani kendi benliğinden geçmek, varlığını yok saymaktır. Bu aşamada sâlik “ben” demez, yalnızca “O” der. Bu ise artık “bekâ billâh”, yani Allah ile kalmak hâline götüren bir yolculuktur.
Tasavvufta “mey”, insanların düşündüğü gibi içki anlamında değildir. Tasavvufa göre mey, ilahi aşkla sarhoşluk anlamına gelir. Bu sarhoşluk, bilincin yüce bir aşamaya yükselmesidir. Başka bir ifadeyle mey; zikir, şuur ve derin aşkın tecellisidir. Sûfî terminolojisinde “mey içmek”, Hakk’ın cemaline bir anlık bakış atmaktır.
Tasavvuf edebiyatında birçok deyim ve sembolik kavram mevcuttur. Bu semboller hem şiire estetik bir değer katar hem de okuyucuyu düşünmeye sevk eder. Belirtmek gerekir ki, Muhammed Fuzûlî klasik Şark şiirinde tasavvuf ruhunu en güçlü şekilde ifade eden şairlerden biridir. Onun eserlerinde bedenî aşk bir bahanedir; asıl amaç ilahi aşka ulaşmaktır. Leylâ ve Mecnun mesnevisinde Mecnun karakteri sıradan bir âşık değil, vuslata can atan bir sûfidir. Onun aşkı, onu maddî âlemden koparıp Hakk’a ulaştırır.
Tasavvufun özü, cismanî varlıktan sıyrılıp ruhanî âleme doğru çıkılan bir yolculuktur. Bu yolculukta aşk, mey, mestlik, fenâ ve bekâ gibi kavramlar insana hem estetik hem de felsefî bir bakış açısı kazandırır. Fuzûlî gibi şairlerin edebiyatımızda ortaya koyduğu eserler, bu manevî yolculuğun şiirsel ifadeleridir. Bu eserler, hem klasik mirasın hem de insanın Allah’a olan yönelişinin unutulmaz nişaneleridir.
DÜNYA
7 saat önceBİLİM & TEKNOLOJİ
7 saat önceDÜNYA
7 saat önceGENEL
7 saat öncePOLİTİKA
7 saat önceYAZILAR
8 saat önceYAZILAR
8 saat önce