YARASINDAN KAN SIZAN, YALNIZ HATAY
Kalem yazarken her dem mürekkep kullanmaz. Bazı yazılar vardır ki harcında gözyaşı, keder, yalnızlık ve çaresizlik barındırır. İlk cümlesinden itibaren okuyacağınız bu yazı tam da böyle yazılmıştır.
“Yetişin ey erenler,” diye bağırır da sesiniz içinize bükülür sizi boğar.
Sesimi duyan var mı sorusu öyle bir havada kalır ki, elleriniz kan kokar, elleriniz ceset.
Oysa ki siz fesleğen ve kekik kokusuna aşina bir toprağın aşığı olarak büyümüşsünüzdür. Sokakları dar, ama yürekleri geniş bir sevgi ummanında aşka kulaç atmışsınızdır da kimsenin umurunda değildir bu.
Benim bu hassasiyetim sadece Hataylı oluşumdan mütevelli bir serzeniş değildir. Ben ki Anadolu aşığı bir adamım. O Anadolu ki nöbetçi kulesi Hatay olan sevilesi bir yardır. Yare giden ve yari koruyup kollayan yiğidin ta kendisidir Hatay.
Ortadoğu denen çile coğrafyası ile sevgili Anadolu arasında belaları göğüsleyen ve eriten kendi bünyesinde eriterek sevdiği Anadolu’ya bulaşmasına engel olup kendini feda eden "Şehr-i Fedakardır" Hatay.
Size uzaktan nasıl görünüyor, çok bilmiyorum ama bizim kim olduğumuzu anlamanız için Atatürk’ün bize bakışını bilmeniz, kim olduğumuzu anlamanıza kafi bir yeterlilik olacaktır.
BİZ HATAY’IZ HAYATIN TA KENDİSİ, ANADOLUNUN EN YİĞİDİYİZ.
Biz asırlar boyu çok acılar yaşamış toprakların, defalarca yerle yeksan olmuş ama yeniden ayağa kalkmış bir memleketin yalnız ama onurlu, direnmeyi bilen, düştüğü yerden dimdik ayağa kalkıp bütün bir Anadolu’ya gülümseyen o deli aşığı Hatay’ız.
Yanı başımızda vücut bulan Suriye meselesi ile başlayan son on beş yılda biz neler çektik, nelere katlandık, uzaktan anlayamayacağınız kadar derin ve acı bir fotoğrafız aslında biz. Ki bu acı altı şubattan sonra kocaman bir teessüfe, bir hayal kırıklığına dönüşmüştür.
Bizim suçumuz her inancı, her canı bağrımıza basıp ayrıştırmadan, ötekileştirmeden sevmek miydi? Bizim suçumuz dünyanın kardeşçe yaşandığı tek bir şehrin ferdi olmak mıydı?
Görüyor musunuz?
Yaramızdan durmaksızın kan sızıyor ve biz yalnızız. Üç beş çadır kurarak dünya tarihine damga vurmuş bir şehre, bu yapılan, bu aymazlık reva mıdır?
Bültenlerdeki resmi yalanlar iyi olduğumuza dair havadisler verirken, biz bir yudum suya muhtaç yalnızlar olarak, genimizdeki asalet gereği direnmeye devam ettik. Bir çadırda birbirimize sığınıp bir bardak sıcak çayı, birçok can paylaşarak aşkımızdan vazgeçmeyen güzel insanlar olarak kalmaya gayret ettik.
Siz çok çirkindiniz. Hep de çirkin olarak kalacaksınız. Biz Alevi’si, Hristiyan’ı, Musevi’si, Türkmen’i, Sünni’si ile öyle bir kardeşiz ki, siz bizi bu çirkinliğiniz anlamamış olmanıza çok şaşırmayan duruşu güzelleriz.
Şimdi siz söz sahibi ve koltuk da kıç büyüten devletten habersiz devletliler, size sesleniyorum. Şapkanızı koyun önünüze ve düşünün. Size ez cümle söyleyeceğim şey, siz kimsiniz bilmiyorum, umurumda da değilsiniz. Umurunuzda olan tek şey, bizim nasıl güzel olduğumuzu idrak edip var gücünüzle bizi yeniden eskisi kadar, eskisinden de güzel bir şehre dönüştürmek olsun.
Hani bilmem neresi düşerse orası, burası düşer diye sloganlarınız var ya. Size ömrünüzün sloganını bu gözyaşı kalemi söylesin.
Hatay düşerse Anadolu düşer.
Kendinize gelin ve silkinin. Bakın bizim yaramızdan kan sızıyor. O kanı yüreğinizle silip, insanlığınızla o yarayı sarın ki yarınlar hepimize güzel olsun.
Yeniden inşaya, emeğe, samimiyete muhtacız. Her taşı yerinden oynamış, yıkılmış, yerle yeksan olmuş bir şehirden yazıyorum size bu yazıyı. Bu bir siyasi çağrı değil, insani çağrıdır.
“HATAY BENİM ŞAHSİ MESELEMDİR” diye yıllar önce haykıran adamın hassasiyetine kulak verin.
Biz dirilmezsek hasta olur Anadolu.
Hatay’ı yalnız bırakmak şahsiyetsizliktir. Sizi oturduğunuz koltuklarda şahsiyetli olmaya davet ediyorum.
Kan sızan yaramızı sarın…
Aksi kansızlıktır…
Biz Hatay’ız, biz varsak Anadolu var olur.
Bir uç beği olarak merkezi idareye seslenen HATAY’ım ben. Ben varsam, siz varsınız.
Küllerinden yeniden doğacak memleketime selam olsun…
Yaşasın HATAY…
Musa GÖÇER