Ticareti “Franchise’laştıran AKP

Güven Akıncı kaleme aldı...

Bir hadis rivayet edilir, doğru mudur bilmiyorum, değil mi bilmiyorum. Doğru olsa da olmasa da toplumun ekseriyetinde kabul görmüş bir yaklaşım vardır:
“Rızkın onda dokuzu ticarettedir.”

Özellikle toplumun küçük ve orta sınıf muhafazakar esnaf kesimi bu düşüncenin bir amene tü gibi saymıştır. Hatta Peygamber’in ticaret ile iştigal ettiğini vurgulayarak özel bir paye kazandıklarını düşünenler bile pekçok.

Dinde statü kazandırır mı emin değilim ama, yaklaşık 30 yıldır ticaret yapan biri olarak en çok “tacir minnetsizliğini” sevdim ben.

AKP devleti işte bu tacir minnetsizliğini, kendine şerik sandığı için muhtemelen, “benim payımı vermeden ayakkabı boyacılığı bile yapamazsın” diye getirdi piyasayı. Hatta payını vermek yetmedi: “yandaşım olacaksın, şu bölgeden olacaksın ki iş yaptırtayım sana” dedi.

Bir ülkede, makroekonomik gelişmenin en önemli şartlarından biri özel girişimin, kurallar dahilinde rahat hareket edebilmesidir. Üretim, ihracat, piyasa ancak özel sektörün dinamik olmasıyla büyür.

Bilir bunu AKP, aklı başındaysa? Ama başka meslek guruplarıyla beraber tacirin de dahil olduğu orta sınıfın, demokrasi/hukuk/özgürlük talebini iktidarına tehlike gördüğünden yok etmek istiyor onları.

İsviçre bankası Credit Suisse, geçen hafta açıkladı:
“Nüfusun en zengin yüzde 5’lik kesimi toplam servetten yüzde 59,2’si pay alırken, nüfusun yüzde 95’lik kesiminin aldığı pay sadece yüzde 40,8. Türkiye’deki toplam 1 trilyon 41 milyar dolarlık servetin yüzde 39,5’lik kısmı, nüfusun sadece yüzde 1’lik kesiminin elinde bulunuyor.”

Tam da faşist yönetimlerin rüyası bu: Bir avuç çok zengin, geri kalan açlık sınırı, fakirlik sınırı, asgari ücret… İtiraz edemeyecek kalabalıklar!

Şimdi sorsanız derler ki: “Kardeşim, şirket kurmayı mı yasakladık? Üretimi mi durdurduk? Satma mı dedik?”

Büyük bir tuzak bu! Kurnazca, bir dolandırma yöntemi.

Kur bir şirket veya bir şey ürettin gör bakalım, anandan emdiğin sütü burnundan getiriyor mu getirmiyor mu? Özgürsün diyerek seni tuzağa çekip, neyin var neyin yok alıyor mu almıyor mu elinden?

İmtiyazlı çevreden değilsen, yani yandaşı değilsen, siyasete mesafeliyim bile desen geçmiş olsun, “sermayene çöktüler” demektir…

Bunu ben yaşadığım için biliyorum.

Bu ülkede ticaret yaparken, ayrıcalıklı guruba mensup olacaksın ki her işin yürüsün. Yoksa deveyi iğne deliğinden geçirmeni isterler.

İnsanımızın ticaret yapmak, bunu yaparken de AKP şerrinden kısmen kendini korumak için başvurduğu bir yöntemden bahsedeyim:

Türkiye’deki 663 şubesiyle bilindik cafe zinciri, Avrupa ve Orta Doğu’da Birleşik Krallık’tan sonra en çok cafesi olan 2. ülkeymiş. 6 kıta 78 ülkede 32.000 cafesi olan bu uluslararası zincirin, 663 noktası Türkiye’deymiş.

Neden acaba? Beş kuruş etmez kahvesiyle, kişi başı günde ortalama 10 çay içilen bir ülkede adı geçen marka bu kadar talep görür?

Çünkü insanlar iş yapmak istiyor. Lakin hükümetin, alttan üste örgütlenmiş hiyerarşik gaspına maruz kalmak istemiyor. Uluslararası bir markanın franchise olup, hırsıza karşı vereceği mücadelede kendine dış destek ediniyor. Kendince bir çözüm işte.

Sadece bilindik cafe zinciri değil, birçok dış menşeili markanın bu ülkede yerli markaların önünde olması işte bu sebepten.

Mesela adı Rossmann olur, gelip senden resmi haraç alamazlar, hatta kiranı dahi ödemezsen işini yürütebilirsin.

Ve bütün bunlar, bu topraklarda daha “gayrimilli” gelmemişler eliyle “yerli milli” denilerek yapılır.

Benzer Videolar