Biz birçok insanın kendisini tanımıyoruz.
Biz birçok insanın milliyetçiliğini tanıyoruz, dindarlığını deneyimliyoruz, sosyalistliğinden haberdarız.
İnsanlarla tanışamıyoruz.
Kimsenin çevresine kendinden verebileceği, dünyaya kendinden pazarlayabileceği bir şey yok.
Ortadoğu bu yüzden ağır psikopatlarla dolup taştı.
Bu ideolojik veya kurumsal inanış şekillerinin hiçbiri savaştan, kavgadan, kötülükten el etek çektirebilmek için değil burada…
Bunlar çok özenle inşa edilmiş kaçış rampaları…
Ve bu rampaların hepsi, insanlar sadece kendinden kaçabilsin diye var;
İnsanlar merhametlerini, nezaketlerini, samimiyetlerini ve en mühimi, kendilerine ne kadar dürüst olduklarını görüp ölçemesinler diye var.
Kime ne kadar samimi olmamız,
Kime ne kadar nazik davranmamız,
Kime ne ölçüde merhametli olmamız,
Kimlerle kavga etmemiz,
Hatta ne karakterde biriyle evlenmemiz gerektiğini birileri çok önceden yazmış bilinçaltlarımıza.
Sonra bunun adı “yazgı” olmuş.
Herkes birbirine kaş çatıyor, lakin herkes aynı oyunun içinde ve herkesin ipi aynı cinsten…
Dindar geçinenler, henüz insanı (kendini) tanımadan Tanrı’yı bulma derdinde…
Dava adamı veya devrimci olduklarını iddia edenler ise niteliksiz nicelikler oluşturmayı şiar edinmiş, öylece gidiyor.
Peki biz, bu kadar fikirselliğin havada uçuştuğu bir yüzyılda kendimizi hâlâ tanıyamadıysak;
Yeni dünyanın üzerimize konduracağı yeni ve insani olmayan kimliklere karşı nasıl bir kendilik geliştireceğiz?
Geçtiğimiz yüzyıl “Ben kimim?” sorusunu sordurmadıysa; bu dijital çağ sordurur mu?
İşler gerçekten kolay değil…
Bir düşünelim bence…
Bir gönlü güzelin dediğince:
“Vah dervişim,
Fallar boş,
İşler yaş!
Tepede sallanıyor bak;
Geçmişin kopardığı onca kesik baş…”
KÖŞE YAZILARI
Az önceKÖŞE YAZILARI
Az önceKÖŞE YAZILARI
7 saat önceKÖŞE YAZILARI
7 saat önceKÖŞE YAZILARI
1 gün önceKÖŞE YAZILARI
1 gün önceGENEL
1 gün önce