SÖZÜN BİTTİĞİ YER
Gazi Kaya kaleme aldı...
Siyaset bazen bir cümleyle çöker, bazen bir cümleyle ortaya çıkar.
MHP Grup Toplantısı’nda kurulan o cümle — “Gerekirse üç arkadaşımı alır, İmralı’ya giderim” — siyasetin değil, vicdanın tartıya çıktığı andır.
Biz Ülkücüler yıllardır bedel ödedik…
Şehit cenazesinin ağırlığını, bir bayrağın örtüldüğü tabutun sessizliğini, evinin kapısını açtığında çocuğunu göremeyen bir annenin çığlığını hep omuzlarımızda taşıdık. Bu yüzden terörle görüşme, terörist başıyla müzakere gibi ifadelerin bizde açtığı yara, sıradan bir siyasi tartışmanın çok ötesindedir.
Allah Teâlâ, “Fitne, adam öldürmekten beterdir” buyurur. Çünkü fitne milleti böler, kardeşi kardeşe düşürür, doğruyu eğriyle bir araya getirir.
Bugün yaşanan da tam olarak budur: Bir milletin yıllardır muhafaza ettiği doğrular, siyasi denklemlerin elinde eğilip bükülmektedir.
PKK’nın kurşunuyla toprağa düşen binlerce canın hesabı hâlâ verilmemişken, siyasi uzantıları mecliste ellerini ovuştururken, her kritik dönemeçte başka renge bürünen bir “çözüm süreci gölgesi” yeniden sahnenin arkasından sızarken…
Bir liderin kalkıp, “İmralı’ya giderim” demesi; siyasetin değil, milletin kalbini hedef alan bir sözdür.
“Devlet böyle uygun gördü” denebilir.
“Strateji gereği” denebilir.
“Büyük resim” denebilir.
Biz bu klişeleri çözüm süreci masalarında da duyduk.
Gördük ki “büyük resim” denen şey, milletin sırtına yüklenen küçük, kirli hesaplardan ibaretmiş.
Hani yıllar önce meydanlarda “çözüm masasını dağıtacağız” deniyordu?
Hani “terörle müzakere olmaz, mücadele olur” sözüne yemin edilmişti?
Hani çözüm süreci rafa kaldırılmıştı?
Peki, bugün aynı raf, hangi elde, kimin önünde, hangi niyetle yeniden indiriliyor?
Yolun ortasında bir ayet daha karşımıza çıkar:
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun ve adaletle şahitlik edin.”
(Nisâ, 4/135)
Bizim derdimiz de budur: Adalet.
Hakkı ayakta tutma mecburiyeti.
Şehitlerin ruhuna, tarihin yüküne, Allah’ın emrine karşı gelmeme hassasiyeti.
Şimdi soruyorum:
Bu milletin adalet terazisi nereye kondu?
Bizim yıllardır savunduğumuz çizgi neye dönüştürüldü?
Düşmanın kurşunuyla yetim kalan çocukların hatırası, hangi siyasi matematiğe feda edildi?
Milliyetçilik bir slogandan ibaret değildir.
Lider kültüne teslim olmak değildir.
Devlet aklı ile millet vicdanı birbirine düşmüyorsa anlamlıdır.
Bugün yaşanan ise tam tersidir: Devlet adına konuşanlar, millet vicdanını susturmaya çalışıyor.
Ben susmam.
Biz susmayacağız.
Çünkü Ülkücülük makamdan değil, bedelden beslenir.
Bir davanın sahibinin lider değil, millet olduğunu bilir.
Duruş eğildiğinde gölgenin uzayacağını da en iyi biz biliriz.
Son söz:
Bir liderin attığı her adım, milletinin omzuna yük olur.
Bu yüzden İmralı’ya giden yol, yalnızca siyasetin değil, vicdanın yoludur.
Ve o yolda yürümek, şehitlerin hakkını gözetmeyenler için ateşten bir gömlektir.
Biz o gömleği sırtımıza geçirip susacak değiliz.
Hakkı haykırmak, bazen susmaktan daha ibadetkârdır.