Şair Hamza Soysal’la Şiirin Derin Sularında: “Şiir, kalbine daha fazla yaslananların dilidir.”
Ayşe Bağçivan kaleme aldı...
Hamza Soysal, şiirleriyle ve gözlem gücüyle Tür Edebiyatında yer edinen önemli şairlerimizden. Şiirleri sadece duygusal yoğunluktan ibaret olmayan kişinin kendisini ve yaşadığı evreni de sorgulatan Hamza Soysal çağımızın en derinlikli şairlerinden biri. Şiirlerinin en belirgin özellikleri arasında sözcüklerin kalbinde yankılanan duyguların izini sürmesini ve her dizesiyle de okurunu yeni bir sessizliğe davet etmesini sıralamak sanırım yanlış olmaz. Öyle ki şiirlerindeki her bir kelime özenle seçilerek dizelerdeki yerini alır ve dizelere, sözün hem inceliği hem de ağırlığı taşınır. Hamza Soysal ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşimizde iyi şiirin izini sürüyoruz.
Keyifli okumalar.
Hocam ilk öncelikle fazla görünür olmayı sevmeyen ve hiçbir yere de röportaj vermeyen bir şairimiz olarak bizimle bu söyleşiyi gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederim.
Sivas, halk ozanları ile ünlü şehirlerimizden. Sivaslı bir şair olarak doğduğunuz coğrafyanın şiirleriniz üzerine etkisi oldu mu?
Kesinlikle. Bir Sivaslı olarak yörenin halk ozanlığı noktasında münbit bir havza olduğunu siz de bilirsiniz. Şarkışla, Sivas'ın bu bakımdan en verimli ilçelerinin başında gelir. Aşık Veysel, Sefil Selimi, Aşık Serdarî, Aşık Feryadî, Âşık Hüseyin, Âşık Agâhi, Âşık Kamber, Âşık Kunter, Âşık Kul Veli, Âşık Şevki, Âşık Bekir, Âşık Ali İzzet Özkan, Âşık Ali İzzet Savaş, Âşık Merdanoğlu, Âşık Mehmet Ali ve Âşık Fazlı gibi bir çoğu tanınmış çok sayıda halk ozanı çıkarmış velud bir bölge. Tabii kişinin şairliğinde bunun yanında kendi aile damarından da bir kanal bulması da etki ediyor. Benim baba tarafından güçlü şairlik yönü olan akrabalarım vardır ki rahmetli babam da şiir yazardı. Yakınlarda onun şiirlerini de kitaplaştırdım. Babaannemin ablası Esme Hala misal çok iyi bir şairdi, gözleri az gören okuma yazması olmayan bir kadındı, demeleri ağıtları çoktur, onun üç çocuğu da hakeza iyi şairlerdir. Aileden gelen bu halk şairliği geni, hece şiirlerimi besleyen yan bir kol diyebilirim. Annemin de demeleri vardır. Annemin okuma yazması yoktur ama bizim oralarda genellikle acılı ölümlü trajik insanlık halleri karşısında çoğu doğaçlama söylenmiş ağıt türü şiirlerin yanısıra aşk, hasret, gurbet duygularını işleyen lirik şiirler de çok sayıda mevcut. Bunların bir kısmı derlenmiş ama öyle zannediyorum ki çoğunluğu ya unutulmuş ya kaybolup gitmiş ya da bir yerlerde kaleme alınıp bir kenarda keşfedilmeyi bekliyorlardır. Bu noktada üniversitelerin halk bilimi bölümü hoca ve öğrencileri ile bağımsız sair derlemecilere büyük bir görev düştüğünü söylemeliyim.
Çocukluğunuz şiir sohbetleri arasında geçmiş olmalı. Anne ve babanızın şiire olan ilgisi bir yerde sizin de edebi anlayışınızı etkilemiş olmalı. Bu şiirlerden birini bizimle paylaşmanızı rica etsek hocam?
Çocukluğum masal tadında geçti. Eski hayatı şekillendiren geleneklerin hâkim olduğu, çocukluğun bir masal tadında yaşandığı ve modernizmin uğursuz elinin henüz bu büyüyü bozmadı yetmişli yılların sonu seksenli yılların başında hayatımın en güzel yıllarını yaşadım diyebilirim. Doğrusu çocukluğum şiir tadında geçse de şiirle doğrudan temasım olmadı bu dönemde evet annemin, aile yakınlarımın yer yer çoğu ağıt türü, deme tarzı manzum sözleri kulağıma çalındı ama şiir beni bu evrede doğrudan etkilemedi. Sanırım bu dönem bir koza evresiydi benim için belki dolaylı yoldan coğrafyanın bizzat kendisinde uzun bir süre mayalandım. İlk şiirimi 1987 yılında ailecek Antalya’ya göçtükten sonra memleketime duyduğum o büyük özlem saikiyle kaleme aldım. Beni şair yapan Antalya'da üzerime çöken ağır gurbet duygusu ile memleketim Sivas'ta bıraktığım o masalsı çocukluk ve ilk gençlik hayatıma duyduğum büyük özlem duygusudur diyebilirim. Sizinle ilk şiirim olan ve ikinci şiir kitabım Kışım Uzar Çıkmaz Yaza'da yayınlana şiiri paylaşayım müsaadenizle.
ÖZLEDİM SİNENE VARAYIM KÖYÜM
Taşınla toprağın tozun ne güzel
Eser bahar yeli yazın ne güzel
Mızrapla oynaşır sazın ne güzel
Özledim sinene varayım köyüm
Bilmez kıymetini gurbet görmeyen
Bağı bozulmayan yüzü gülmeyen
Kışı uzamayan yazı gelmeyen
Özledim sinene varayım köyüm
Sivas ilinin Şarkışla elleri
Dikensiz bağında açar gülleri
Koymaz ki geleyim gurbet yolları.
Özledim sinene varayım köyüm
Merkez Hüyük derler benim köyüme
Hasret kaldım toprağıma evime
Cennet olsa gurbet durmam neyime
Özledim sinene varayım köyüm
Derin bir özlem. Teşekkür ederiz. Hocam peki, günümüz Türk şiirinde heyecan duyduğunuz ya da kaygılandığınız gelişmeler nelerdir?
Doğrusunu söylemek gerekirse bu soruya tatmin edici ve isabetli bir cevap verebilmekten acizim. Günümüz şiirini ve şairlerini çok etraflı takip ettiğimi söyleyemem. İyi bir okuyucu değilim ama iyi bir gözlemci olduğumu söyleyebilirim. Az şeyden çok şey çıkarma ve cüzden külle çabucak erişme ve ne olup bittiğini üç aşağı beş yukarı isabetli derecede anlama becerim vardır. Hani derler ya 'bir yemeğin lezzetli olup olmadığını anlamak için illa bir kazan dolusu yemeğin hepsini bitirmeye gerek yoktur, bir kaşık kafidir'. Bu söz işte benim edebiyat dünyasında durduğum bağımsız kenar noktanın koordinatını vermekte. Okulda da hep geri sıralarda otururdum. Bu pozisyon insana geneli bütün çerçeve içerisine alacak ve ne olup bittiğini etraflıca gözlemleyebilecek bir seyir imkânı tanıyor. Ben halihazırdaki edebiyat çevrelerinin ve şiir anlayışlarının hiçbirine dahil değilim bu noktada hâriç ez-defter bir şairim sadece gelenekten kopmadan ondan beslenerek yolumu yürüyorum ve yeniye ait bir şey ortaya koyarken kompozit ya da mürekkep iç içe geçmiş ve kaynaşmış bir şiir yapısı ve kurgusu uygulamaya çalışıyorum. Günümüz şiiri konusuna dönersek, okuduklarım kadarıyla ki bunu ya bir edebi dergide ya bir şiir kitabında ya sosyal medyada yahut internette bir sayfada karşılaştığım şiirler üzerinden şunu söyleyebilirim: Günümüz şairleri ve şiirleri çoğunlukla bana zevk vermiyor. Muhakkak okumadığım ya da tarzını beğenmediğim belki takdir edemediğim iyi şiirler de muhakkak vardır ama beni tatmin ettiklerini çok söyleyemem. Bizim modern şiirimizde genelde bir tamamlanmamışlık havası ve yarım yamalaklık içinde bir arayış hali görmekteyim. Sanki en yeniyi bulma aceleciliği, imge bocalamaları ve devrik cümle saçmalamaları ile söz bükücülüklerine soyunulmakta. Bu da ortaya iyi bir şiir çıkmasını engelliyor maalesef. Sıradışı olmak, kimsenin kullanmadığı söz dizimi ve imgelemlerle mugalatadan öte gitmeyen dizeleri alt alta sıralamak iyi şiirin ölçüsü sanılıyor. Oysa iyi şiirin ölçüsü, nesir ile şiiri ayıran şiirin söz dizimi ve bunun bestesi olan deruni ahengidir. Deruni ahengi kaba şekliyle mekanik düzende tıkır tıkır işleyen bir kafiyeperestlik düzeneği olarak anlamamak lazım. Her sözcüğe şiir misyonu yükleyecek bir beste yapmaktır deruni ahenk. İlle de dize sonlarındaki kafiyelerle olmaz bu iç kafiye sözdiziminin unsurlarını bağlayacak en uygun değil- sadelik içindeki kemaldir. Bir şiiri şiir yapan temel kurucu unsurlar vardır:
iç ve dış dinamikler, Yahya Kemal'in ifadesiyle deruni ahenk ya da ritim veya musiki... Dış dinamikler nesirle şiiri birbirinden ayıran biçimdir. İster serbest ölçüde ister hece ile yazılsın bir şiiri işte bu şiir dedirtecek alâmet-i fârikadır, biçimdir. Bir satırın cümle mi dize mi yani nesir mi şiir mi olduğunu bize sözdiziminden kaynaklı beste yani derûnî ahenk telkin eder. Bize bu telkini şiir lehine veren şeyse okuduğumuzda ruhumuzda hasıl edeceği büyülenmişlik halidir. Bir nevi şiir sihrinin insan ruhunu kuşatıp onu yarı sarhoşluk hali verircesine esritip tesiri altına almasıdır. İyi şiirin kalite ölçütünün bu olduğunu düşünüyorum. Mükemmel şiire ise inanmıyorum. Hiçbir şeyin mükemmelinin insanoğluna bahşedilmediği kanaatindeyim ki mükemmelin patentinin, sadece ve sadece Allah'ın ya da Tanrı dediğimiz Yüce Yaratıcının yed-i kudretinde olduğunu düşünüyorum. Zira sanat dediğimiz şey mükemmelin arayışından ibaret bir arayış, daha iyiye mükemmele doğru bitimsiz bir yöneliştir. Sanat alanında aşılan engel, varılan her hedef, ulaşılan her gaye ve kırılan her rekor beşeriyetin sınırları dahilinde olup mükemmelin sahası olan uluhiyetin sonsuzluğunu asla ihata edemez. Zaten kadim çağlardan beri sanatkâr, Tanrı'nın ortaya koyduğu mükemmeli taklit (mimesis) etmek ve bu taklitte belki mükemmeli bulmak için uğraş vermektedir. Hiç unutmam üniversitede okurken (Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Bölümü 1990-1994) Son sınıfta ANFAD'da (Ankara Amatör Fotoğraf Sanatçıları Derneği) siyah beyaz fotoğraf kursuna gitmiştim. Hoca ilk derste idi sanırım herkese bir çiçek fotoğrafı gösterdi ve sordu: Bu nedir? İstisnasız hepimiz doğal olarak "çiçek" dedik. Hoca: "Hayır arkadaşlar, bu çiçek değil bu çiçeğin fotoğrafı" demişti. Bu söz benim için devrim niteliğinde idi. Kâinat ve içinde olup biten şeylere bakış açımı değiştirdi. İşte bu bilinç sıçrayışı ve bakış açısını kazandıktan sonra sanatın kaynağı ve dayanağını daha doğru algılama ve anlama haliyle olaylara o zaviyeden bakma olanağı buldum. Elbette ki şiire ve şiirin evrenine olan bakış açıma da bu bilincin ve bakış açısının büyük etkisi oldu.
Şimdi sorduğunuz soruya bu dolayımdan tekrar dönecek ve cevap verecek olursam yeni şiir beni heyecanlandırmıyor pek. Dile rağmen bir takım çıkış yolları aranıyor ama dil şiirin ana malzemesi. Esnetebiliriz, bükebiliriz ama kırıp dökemeyiz. O zaman deli saçması bir şey çıkar ortaya bu da az sayıda insanın iletişim aracına dönüşür. Oysa dil toplumun müşterek iletişim aracı, şiir ise bu iletişim biçiminin sanat potasında erimiş, incelip kristalize olmuş, fazlalıklarından kurtulmuş, arınıp saflaşmış en rafine en seçkin hali. Toparlayacak olursam şiir adına en büyük kaygım şudur; Günümüz şairleri ki bir çoğu tanınmış kerli ferli şair ve onların yeni ve modern görüneceğim iddiasıyla geleneği görmezden gelerek yeni şiir arayışlarına girişmeleri. Maalesef geçmişi olmayan ve ondan güç almayan hiçbir şair büyük eserler veremez. Geleneğe rağmen tutulan bütün bu yol ve arayışların kalıcı eserler verebileceğine inanmıyorum. Belki bu yolda ilerleyen şairler kendi zamanlarında hitap ettikleri toplum kesimleri ve edebi çevrelerinden çokça alkış ve teveccüh görebilirler ama bunun uzun vadede şiir adına istikbal vaad edeceğine ve güçlü esreler ortaya koyabileceğine inanmıyorum.
Evet, çiçek değil çiçeğin fotoğrafı, devrim niteliğinde etkileyici bir cümle. Kaygılardan bahsetmişken özellikle dijital çağın, şiir üzerinde ne gibi olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorsunuz?
Zaman değişiyor ve çağ yeni zamanın ruhuna göre içinden geçen her şeyi yeni zamanın ruhuna uygun olarak dönüştürüyor. Bundan şiirin etkilenmesi haliyle kaçınılmaz. Ben hep iyi şiire inanırım türü ne olursa olsun, çağı ne olursa olsun neyi nasıl anlatmayı seçerse seçsin şiirin kurucu unsurlarıyla inşa edilmiş ve bize her halükârda, ben şiirim diyen, etimizle ruhumuzla bu izlenimi hissettiren iyi şiire. Öyle düşünüyorum ki her devirde şiir için benzer endişeler içinde bulunulan çağın yeni gelişmeleri çerçevesinde düşünülmüştür. Dijital çağın bana göre endişeye yer bırakacak zahiren belki menfi ama özelde iyi şiirleri daha değerli (zira kıymetli olan şeyler her devirde hep az olur) ve belirgin kılan yönü çok hızlı bir karbon kâğıdı etkisi oluşturmasıdır. Yani iyiyi kötüyü çok kısa sürede gözler önüne serebilmesidir. Bunun ayırdına elbette herkesin varmasını bekleyemeyiz, iyi şiirden anlayanlar bu farkı görecektir. Toplumun ekser kesimi tüketim psikolojisiyle manipüle edildiği için onlar neyin iyi neyin kötü ya da neyin değerli neyin değersiz veya neyin özgün neyin çakma olduğunun kendi uyanık bilinciyle ayırdına varamaz. Dijital çağ, her şeye erişimi ve her şeyden çok çabuk vazgeçiş ve eskitişi hızlandırdı. Daha cafcaflı, daha albenili, daha sıradışı (özgün değil) daha ilgi çekici şeyleri öne çıkarıp flaşladı. Şiir de bundan nasibini aldı artık şiir yan sanayi ürünü yahut bir meze gibi kendi özgül ağırlığı olmayan yerlerde ikinci üçüncü rollerde temsil edilir duruma geldi. Oysa bir zamanlar Hilmi Yavuz Hoca'nın deyimi ile söylersek 'bizim medeniyetimizin söylem dili' idi ve altın çağını yaşadığı devirlerde toplumun en tepesinden en alt kesimine kadar herkesin kalbine dokunan büyük bir örgün ağ teşkil ediyordu. Bu bağ günümüzde koptu. Modern şiirin bu bağı yeniden kurması zor çünkü çağ değişti, toplum değişti ve çok katmanlı, farklı ve tercihleri olan siyasi ve ideolojik çok sayıda toplumsal sınıfa ayrıldı ve şimdi şiir dediğimiz şey bu parçalanmışlık atmosferinde bir çok anlama gelen bir tanım çeşitliliği ile temsil edilmekte.
Bir de yapay zekâ çıktı malum, tabii bundan sonra yapay zekâ ürünü çok sayıda çakma şiir göreceğiz, bir çok şair bunların altına kendi imzalarını koyarak eserlerinde yer de verecek. Bunları normal karşılıyorum zira her çağ kendi ruhuna uygun eğilimleri yansıtır. Emin olduğum tek şey iyi şiirin her çağ ve halükârda kendini koruyacağı ve değerini belli edeceğidir. Yukarıda dediğim gibi iyi olan değerli olan şey az olmak zorundadır ki onu değerli kılan bu şey nadide oluşudur ve bu her çağ için geçerli şaşmaz daimî bir kuraldır.
Hocam şiirlerinizde varoluşsal bir arayışa sıklıkla rastlamaktayız. Sizce şiir, bir bakıma ontolojiyi sorgulamanın bir aracı mı yoksa başlı başına bir varlık hâli mi?
Var olan her şeyin kaynağının dünya dışı yani ilahi yani varoluşsal (ontolojik) olduğunu düşünüyorum. Müziğin sanatın, edebiyatın ... kısaca her şeyin. O nedenle bir şeyin kaynağı ne kadar uzağa giderse gitsin kök bağını bir şekilde içinde barındırır. Biz istediğimiz kadar onu inkâr ve reddedelim, hakikatin üzerini ne kadar örtersek örtelim esasında bu hakikat değişmez. Kadim dinlerin, arkaik inançların, mitlerin, efsanelerin varıp dayandığı kaynak aynı kaynak ve bu kaynağın dili sembol ve istiareler yani eğretilemeler. Tıpkı şiirdeki mazmun ve imgeler gibi. Tabii en geride tam olarak ne var buna ulaşabilmek gerekiyor, bunun için de kesreti vahdete getirmek, benzerlikleri bütünlemek, prizmanın arkasına geçmek zorundayız. Âlem bir nevi tecelli ve televvün sahası; aradığımız hakikatin farklı keyfiyet ve kemiyette yansıma ve görünümünden ibaret. Bu açıdan şirin varoluşsal kaynağa doğru yükselen; tınısını (derûnî ahengini) ve tılsımını bulmuş sözcükler yoluyla bir erginlenme yolu, şairin de bu yolun bir sâliki, iyi kamil şairlerinse ermişi olduğunu düşünüyorum. Çok sevdiğim bir Afrika atasözü vardır. Şöyle deniliyordu bu atasözünde: "Irmak ne kadar uzağa giderse gitsin kaynağını unutmaz." İşte iyi şiir yüzeyde zahiren her neden bahsederse bahsetsin muhakkak derinlerinde ontolojik meselelere atıflar barındırır ve alt metinde varoluşsal bir izleği takip eder. Benim şiirlerim de -hepsi olmasa bile- bu açıdan katmanlıdır. Buna ilk şiir kitabım Kar ve Çocuklar'ın arka kapağına koyduğum bir yazıda özetle değindim. Müsaadeniz olursa onu sorunuzun efrâdını câmi ağyârını mani cevabı olacağı için buraya ayniyle alıntılamak istiyorum:
Şiirlerim, çoklukla iki veya üç katmanlı (kimileri dört katmanlı) anlam dizimsel yapıya sahiptir. Kaç katmanlı olursa olsun (bazı birinci katmanı devre dışı bırakan istisnâî şiirler hâriç) ilk katmanda günlük dilin yaşam döngüsü içinde yer alan ve şiire mâl olmuş herkesin şüphe duymadan ‘işte o’ diyerek kolaylıkla tespit ve teşhis edeceği sözcükler birincil anlamlarıyla yer alır. İkinci katman kendi şahsi mâcerâ ve trajedimin sevinç ve kederleri, şevk ve ye’isleri, coşku ve sekteleri, acı ve ızdırapları, hayâl ve tasavvurları, gurbet ve vuslat levhalarıyla örülüdür, üçüncü katmanda ise kollektif rûhun (büyük ben’in) yani “insan” rûhunun evrensel trajedisini yansıtan arketipik duygular, varoluşun mitik ve mistik yönünün karmaşık ve çapraşık dip imge ve imajları, manevî ve bâtınî boyutun arzu ve iştiyâkları, ezelî kopuşun acı ve elemlerine dâir göndermeler yer alır. Okur hangi katmanın anlam tabakasına nüfuz ederse etsin her şeyden önce şiirin kurucu ögeleri (anâsır-ı erbaʻası) olan şematik, ritmik-melodik, lirik ve trajik unsurların orkestral uyum zevkini alacaktır. Ve bir de şunu söylemeliyim ki; şiirlerimin genelinde ve temelinde câmi, kuşatıcı bir kavram olarak “Aşk” uzak yakın anlam ve çağrışımlarıyla yer almaktadır ki “Aşk” duygusu, gerek hayâtımın ve gerekse şiirimin merkezindedir. Şiir dünyama her zaman bu cümle kapısından girilir.
Peki mistik titreşim hakkındaki düşünceleriniz nedir? Biraz daha açmak gerekirse mistik titreşim modern bireyin ruhsal boşluğuna bir cevap mı yoksa şairin kendi içsel tecrübelerinin dışavurumu mu?
Mistik titreşim hepimizin ister modern olalım ister gelenek içinde bir yer(ler)de sabit kadem kalmış, ister bir ileri bir geri gidelim hepimizin kainattaki varlık nedenimiz. Bu tecelli sayesinde varız. Burada şuur devreye giriyor farkındalık yani ki şiirin şuurla kök ilgisi olduğu ileri sürülüyor ki ben bu sava inananlardanım. Bilinç sıçraya sıçraya yani boyut atlaya atlaya hakikatin sonsuz evreninde yol alıyor. Bu da kaçınılmaz olarak sadece tecrübe ve keşif ile gidilecek bir yolu bize işaret ediyor. Bu yolda giderken her bireyin veya şairin biri içsel (enfüsî) diğeri dışsal (âfâkî) yaşam deneyimi ve tecrübe ekseni bulunduğunu düşünüyorum ve şair noktasından bakarsak şiirler bu iki eksenin yaşam (hâl) tecrübelerinin şiir diliyle birer imgesel bileşkesi. Ayrıca artık modernizm dediğimiz şeyin eskidiğini çağın hızının ve baş döndürücü gelişiminin önüne çıkan her şeyin çarçabuk eskiyip pörsüdüğü bir zaman seli içinde yol alıyoruz. Şiir de ister istemez bundan etkilenecektir. Ucu nereye gider bilemiyorum ama değişimin önüne geçmek imkânsız. Ama her ne olursa olsun bir şeyin esasen kaybolmayacağını bir yerde veya yerlerde şekil mahiyet değiştirse de hep var olacağına inananlardanım. Onun için şiirin hep var olacağına inananlardanım.
Kesinlikle şiir daima var olmalı. Estetikten ve dilden ödün vermeden her çağda var olabilmeli. Fakat maalesef günümüzde popülerleşme baskısı ciddi oranda arttı. Sosyal platformlarda bu baskının en görünen hâline şahit olmaktayız. Şiirde de durum maalesef aynı şekilde. Şiirdeki bu popülerlik baskısı ile derinlik arayışı arasındaki gerilimi nasıl yorumluyorsunuz?
Eskilerin çok sevdiğim bir sözü vardır: "Cevâhirin kadrini cevher-fürûşân olan bilir" diye, yani mücevherin kıymetini onu alıp satan yani sarraf olan bilir mealinde. Popülerliği bu noktai nazardan bakarak tenekenin altın suyuna batırılıp çokça alınıp satılması, âdiyâtın nâdirâttan çokça revaç bulup iltifat görmesi olarak tarif edebiliriz. Bu sadece günümüze özgü bir durum da değil. İlk insan bu dünyaya ilk adımını attığı andan itibaren başlayan bir süreç. Hani bir söz vardır; "Mükemmel iyinin düşmanıdır" diye. Sanatı mükemmelin peşinde olma mesleği olarak ele alırsak onun iyi yani vasatla, ondan daha dûn (aşağı) olanla yetinmesi beklenemez. Bu manada popülerlik mükemmelin yani sanatın düşmanıdır diyebiliriz. Büyük şairler bilâ-istisnâ (çok sayıda mükemmel eserler ortaya koyamamış olsalar dahi) mükemmeliyetçilik illeti ile maʻlûldürler. Popülarite onları da kendine bir bakıma mâl edecek piyasa tekniklerini çok iyi bildiği için çok kaliteli şair ve eserlerin bir noktada bu karadeliğe düşmesi de kaçınılmaz olabiliyor. Ben şahsen tanınmamış kaliteli şairlere bayılıyor ve kendime onlar arasında bir yer edinebilmek, gözden uzak beğeni düşkünlüğünden, teveccüh dilenciliğinden âzâde tenha bir yerde oğul veren bir arı gibi mümkün mertebe organik, doğal, katıksız balımı (eserlerimi) yapıp (yazıp) bırakmayı yeğliyorum. Onu tatmak birine nasip olursa bu onun bahtı olmazsa arı buna üzülecek ve gücenecek değildir herhalde.
Şiir ile tanışmayan birey yok denecek kadar azdır. Yani en azından insan ömründe bir şiir olsa bile okumuştur diye düşünüyorum. Şiir, bireyin hemen her döneminde belki duygularını anlamlandırmak belki duygularına ses bulabilmek ümidi ile sarıldığı bir tür. Sizce iyi bir şiir okurda hangi duyguyu bırakmalı? Sarmalı mı teselli mi etmeli düşünceye mi davet etmeli?
Şiir bir bakıma kalbine daha fazla yaslananların iletişim dili. Çoğunlukla da ruh eksenimizde kırılmalar meydana geldiğinde ve duygusal bir iklim hükümferma olduğunda iç sesimiz bu dili konuşmak ister ama herkes bu dili mükemmel konuşamaz. Konuşanlara da şair diyoruz zaten. İyi şiiri kısaca tanımlamak gerekirse gönle dokunan şiirdir. Gönül kelimesi Sakha Türkçesinde özgürlük, bağımsızlık, hürriyet anlamına gelmekte. Bu açıdan bakarsak iyi şiir ruhun, gönlün hürriyetine açılan bir pencere, dumanlı bir odanın içinde bunalmış ruhumuzun gökyüzüyle buluştuğu bir ferahlık kapısı. Bana göre iyi şiirin iki temel ölçütü vardır: biri yazanın kifayet miktarı yerli yerinde kullandığı imgelerle işlediği sözdizimsel bestenin terkip gücü ki bu şiire bir bütün tesiri katar, diğeri ise okuyanın onu, bestesine ve ruhuna uygun olarak dile getirmesi ki buna da şiirin mükemmeli diyebiliriz. Bir iki misal verecek olursam "Kimseye etmem şikâyet" şarkısı yürek yakan, içli, güzel bir şiirdir onu Müzeyyen Senar okuduğunda biz başkalarına göre ondan daha fazla etkileniriz. İşte iyi şiirin iyi bir ağızda vücut bulması da böyledir. Her şair iyi şiir okuyamayabilir. Bu aynı zamanda her iyi şiir okuyanın iyi bir şair olduğuna delâlet etmez. Diğer bir örnek yakınlarda kaybettiğimiz değerli şairimiz Yavuz Bülent Bakiler‘in "Cebeci İstasyonu" adlı şiiridir. Bu şiiri çok severim ama bunu Yavuz Bülent Bakiler'den değil onu en güzel okuyan Bedirhan Gökçe'den dinlemek isterim. Sesi şiire giden biri, en sıradan bir şiiri, sesinin güzelliği ve tekniği ile bize çok güçlü bir şiir gibi yansıtabilir ki günümüzde (her dönemde) bir çok vasat şiir bu makyaj sayesinde sahne almakta ve teveccüh toplamaktadır.
Peki iyi bir şiirin sizde bıraktığı duygu nedir?
Hiç içki içmedim ve sarhoş olmadım ama iyi bir şiirin bıraktığı tesir sanırım buna benzer bir şey olmalı diye düşünüyorum. İyi bir şiir; sizi esriten, güncelin bağlamından bir nebze olsun koparıp ayağınızı yerden kesen, gözlerinizi uzaklara, kâh hülyalara daldıran kâh gayyalara düşüren kâh ümit veren kâh yeis ama bir şekilde bulunduğunuz yapay halin dışına çıkaran dengeleri bozan, aleladeliği bozan aşkın bir etki oluşturmalı.
Kimi şiirler anlam çoğulluğu ile dikkat çekiyor. Şiirin çok katmanlılığı okurla bağı, ortak bir anlam zemini kurmayı zorlaştırıyor mu?
Burada eğer çok katmanlı bir şiir yazılacaksa şiirin aerodinamiğini çok iyi kurmak gerekiyor. Neticede şiirin soyut da olsa manevi bir kütlesi var. Bu kütlenin eğer matematiği sadece bize özgü bir dünya kurmuyorsa ki şiir dışa dönüktür çoğunlukla o halde bunu okuyacak olanlarda onların bilinç ve kavrayış düzeylerine hitap edecek bir sezin ve anlam katmanı ile kurgulanmalı. Bazı şairler fazlasıyla kapalı bir dil ve öznel imge yoğunluğu ile yazıyorlar. Bu da şüphesiz bir tercih ama eğer kapalı bir şiir yazılacaksa şiirin üçte ikisinin açık üçte birinin örtük olması taraftarıyım. Okuyan örtük tarafı sezmese bile şiirden anladıkları ve hissettikleri ile yine de zevk almalı.
Kesinlikle, okurun da şiir ile bağ kurabilmesi adına alan oluşturabilmeli. Günümüzde maalesef sosyal platformlarda anlık etki oluşturan dizeler hızla yayılıyor. Sizce bu eğilim şiiri popülerleştiriyor mu -ki şiirin popülerleşmeye ihtiyacı var mı bu da ayrı bir tartışma konusu- yoksa derin şiirle okur arasına yüzeysel bir perde mi çekiyor?
Toplum demek daha çok tüketim demek. Bu sosyal bir gerçek. Şiir ise bir üretim süreci. Sorun şunda; kapitalist anlayışta. Bu bütün asır ve devirlerin sosyolojik vebası. En kutsal şeyi bile sıradanlaştırıp metalaştıran bir veba. Şiir de tıpkı her şeyde olduğu gibi bundan nasibini alıyor kaçınılmaz olarak. Popülizm önüne ne çıkarsa ondan azami derecede yaralanmayı esas alır. Meta nazarıyla bakar ister kıymeti haiz olsun ister sıradan, alelade bir şey olsun toplum nezdinde talep ve ihtiyaç açlığı yaratacağı bir alan bulmuşsa onu satmak için piyasa tekniklerini kullanarak cilalayıp parlatır ve çoğaltır. Kaliteli şeyin elbette ki tanıtıma, popüler olmaya ihtiyacı yoktur. Bir gün Kadıköy'de dolaşırken bir şarküteri önünde ahşap bir kap içinde tepeleme doldurulmuş tereyağı gördüm. Üzerinde de bir etiket saplı idi ve etikette şu yazıyordu: "Beni bilen bilir". Bu aynı zamanda benim yaşam felsefemdir ki şairliğimde durduğum yerin de koordinatlarını verir.
Teşekkür ederim…
Rica ederim. Teveccühünüz için ben teşekkür ederim. Dilerim ilk ve son söyleşim olmuş olur bu. Sizin için bir yemini bozdum. Şiir namına diyeceklerim özetle bundan ibaret, bunu çoğaltmanın manası yok zira.