Değerli, okuyucularım,
Bu hafta sizlerle asrın felaketi 6 Şubat depremine değinecek ve kaybettiğimiz vatandaşlarımızı anacağız. Çıkarmamız gereken dersler, eksik ve hatalarımız üzerine odaklanacağız.
Depremde yaşanan ihmaller ve sorumlular ile ilgili konuşacak; Osmangazi köprü inşaatında kopan halattan kendini sorumlu tutarak yaşamına son veren Japon Mühendis Ryoichi Kishi’ den söz edecek ve son olarak da hayatta kalmak ve yaşamak arasındaki farka değineceğiz.
En Uzun Gece 6 Şubat 2023
Türkiye 6 Şubat gecesi sabaha karşı 4.17’de büyük bir sarsıntıyla uyandı. 10 ili etkileyen ve yaklaşık 45 saniye süren depremin acı etkisi gün ağarmaya başladığında kendini göstermişti. Ülkemizin dört bir yanından yardımlar gidiyor, vatandaşımız elinde avucunda ne varsa deprem bölgelerine gönderme telaşında bir o yana bir bu yana çaresizce dolanıyor, belediyeler, bakanlıklar ve özel sektör yardım seferberliği için duyurular yapıyordu.
Dışarda durum böyleydi ama depremin yaşandığı 10 ilde özellikle de Kahramanmaraş ve Hatay’dan hiç de iyi haberler gelmiyordu.
Enkazda kurtarılmayı bekleyen yaralılar, bir şekilde enkazdan çıkmayı başarabilmiş acil tıbbi müdahale bekleyen insanlar ve yakınlarını arayan mağdurlar.
Binlerce bina yıkılmış, hasar görüp tehlike saçan apartmanlar ve enkaz altında hayatını kaybetmiş binlerce insanımız.
Çaresizliğin, imkânsızlığın ve kıyametin bir farklı versiyonuydu yaşananlar. Hastanede evlatlarını arayan aileler, kollarında tedavi için bebeğine doktor arayan anne ve bir eli enkazda yaşamını yitiren kızında olan baba.
Günler geçtikte depremin tahribatı daha da belirgin hissettiriyordu kendini. Binlerce insan artık evsiz ve işsizdi.
Resmî açıklamaya göre depremde yaklaşık 54.000 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu rakam resmi olarak hayatını kaybettiği tespit edilenlerin sayısı, maalesef bir o kadar da vatandaşımız kayıp veya ulaşılamadı.
Depremden sonra ne Hatay eski Hatay olacaktır ne de depremde kaybolan, hayatını kaybeden vatandaşlarımızın yakınları eskisi gibi olacaktır.
Yarına dair umutlar bir gecede ellerinin ucundan avuçlarından süzüldü gitti binlerce insanımızın.
Nasıl olsa barışırız diye yatağa küs girenler, yarın ararım diye erteledikleri konuşmalar ve incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle kırgın ayrılanlar.
Peki biz bu yaşanan acıdan ne gibi dersler çıkardık?
Yıllardır ödediğimiz deprem vergilerinin (ÖTV) aslında deprem için bir yerlerde biriktirilmediğini,
Mevcut ekonomik durumumuza çok da güvenmememiz gerektiğini, kiracıyla ev sahibinin küçücük bir soba etrafında beraber ısınmak zorunda kalabileceğini,
Küçücük şeyler için birbirimizi kırmanın, üzmenin beyhude olduğunu, biranda en sevdiğimizi kaybedebileceğimizi,
Bina yaparken denetimin ne kadar önemli olduğunu, -mış, -miş gibi denetimlerin sonucunda binlerce insanımızı ihmaller zincirinde kaybedebileceğimizi,
3-5 kuruş fazladan para kazanmak için insanların vebaline girmenin neticelerinin çok büyük yıkım olacağını anlamış olmamız gerek.
Anlamışızdır diyemiyorum, çünkü 25 sene önce yaşadığımız 1999 depreminde de muhtemelen birileri benim gibi bir gazete köşesinde aynı şeyleri yazmış, bizleri uyarmıştır ama aynı şeyleri yaşıyoruz, tarih tekerrür ediyor, yazık çok yazık.
Allah bir daha bize bu acıları yaşatmasın, kaybettiklerimizi ruhları şad olsun, zor çok zor…
Japon Mühendis Ryoichi Kishi
Yıllardır ülkemizde yaşanan ve toplumu derinden etkileyen bir olay yaşandığında kimin sorumlu olduğu kimin kabahatinin bulunduğuna dair hep bir tartışma bir kargaşa hali olur. Olaylar devam ederken, kurtarılmayı bekleyen yaralılar varken bile herkeste bir sorumluluk atma yarışı başlıyor maalesef. Bugüne kadar kimsenin çıkıp benim bu olayda kusurum var dediğini duymadık.
Deprem, yangın, göçük gibi olaylarda maalesef binlerce insanımız hayatını kaybetti, ama bir kişi de ben kusurluyum demedi.
Aslında hatayı kabul etmenin bir erdem olduğunu, kötü bir şey olmadığını aksine kısa vadede tepkileri üzerimize çekerken uzun vadede hep onurlu bir kişilik olarak hatırlanacağımızı düşünmüyor kimse.
Sorumluluk kabul etme deyince aklımıza İstanbul-İzmir otoyol projesinde çalışan ve halat kopmasından dolayı kendisini sorumlu tutarak intihar eden Japon Mühendis Ryoichi Kishi geldi akıllara.
2015 yılında işe gelmeyince arkadaşları tarafından inşaatın misafirhanesine kontrol etmek için gidildiğinde intihar ettiği anlaşılan Japon mühendisin yanı başında üzerinde japonca “Olayın sorumluluğu tamamen bana ait. Kimsenin kusuru bulunmamaktadır” yazılı bir de not buluyorlar.
Bu olaydan sonra Yalova Belediyesi Japon Mühendis anısına “Haysiyet Anıtı” yaptırıyor.
Biz kimse intihar etsin demiyoruz, sadece hatayı kabul etmenin kötü bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Depremde malzemeden çalan müteahhit, dükkanı genişletmek için kolonları kesen galerici, inşaatları denetlemeye giden yapı kontrol elemanları mesela “benim hatam” dese ne olur?
Hayatta Kalmak ve Yaşamak
Hayat, çoğu zaman iki farklı motivasyonla şekillenir: hayatta kalmak ve gerçekten yaşamak. Birincisi, varoluşun temel gereksinimlerini karşılamak, ikincisi ise bu temel gereksinimlerin ötesine geçerek yaşamın derinliklerine inmektir. Peki bu iki durum arasındaki fark nedir ve insan hayatını nasıl etkiler?
Hayatta kalmak, genellikle temel ihtiyaçlarımıza odaklanmamızı gerektirir. Yiyecek, su, barınma ve güvenlik gibi unsurlar hayatta kalmanın temel taşlarıdır. Bu düzeyde yaşam, bazen bir mücadele ve kıtlık içerisinde geçer. Özellikle zor zamanlarda, insanlar hayatta kalmak için tüm enerjilerini bu temel ihtiyaçları karşılamaya harcarlar. Ancak sürekli bu düzeyde yaşamak, ruhsal ve duygusal sağlığı olumsuz etkileyebilir; bireyler, hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ederken, yaşamın neşesini ve anlamını kaybedebilirler.
Yaşamak ise bunun çok ötesinde bir deneyimdir. Gerçekten yaşamak, kişinin kendisini keşfetmesi, hayallerinin peşinden koşması, tutkularını takip etmesi ve yaşamın sunduğu güzelliklerin tadını çıkartması anlamına gelir. Bu aşama, ilişkilere, deneyimlere ve kişisel gelişime odaklanmayı gerektirir. Gerçek bir yaşam, sadece fiziksel varoluşu değil, aynı zamanda ruhsal ve duygusal zenginliği de içerir.
Günümüzde, birçok insan bu iki durum arasında gidip geliyor. Ekonomik zorluklar, sosyal baskılar ve yaşam koşulları, hayatta kalma içgüdümüzü aktif hâle getirirken, aynı zamanda hayal ettiğimiz yaşamı yaşama isteğimizi de sorgulamamıza neden oluyor.
Hayatta kalmak ve gerçekten yaşamak arasındaki denge, bireylerin yaşam kalitesini belirleyen temel bir unsurdur. Kişisel mutluluk ve tatmin için bu dengeyi sağlamak şarttır. Kendimize sormamız gereken en önemli soru şu: “Hayatta kalmak için mi yaşıyorum, yoksa gerçekten yaşamak için mi?”
Herkes kendi ekonomik durumuna göre cevabını versin, ben bir kamu görevlisi olarak kendi cevabımı zaten biliyorum.
Mutlu Haftalar…
Selim GÜNAY
KÖŞE YAZILARI
5 saat önceGENEL
5 saat önceGENEL
5 saat önceGENEL
5 saat önceGENEL
5 saat önceGENEL
5 saat önceGENEL
5 saat önce
Suçlu belli. Ölenler