NEDEN MUTLU DEĞİLİZ?

Haşim AKTEN kaleme aldı...

MÜSLÜMAN ÜLKELER NEDEN MUTLULUK ENDEKSİNDE DİPTELER?

Mutluluk, bireyin içsel hali olmaktan çok toplumsal düzenin insana tanıdığı yaşam alanının sonucudur. Bu nedenle bugün dünyanın en mutlu ülkeleri ile en mutsuz ülkeleri arasındaki fark aslında bir inanç farkı değil; bir sistem ve akıl farkıdır. Dünyanın en dindar toplumları mutsuzluk listelerinin alt basamaklarını doldururken, en seküler ve özgür toplumlar mutluluk sıralamalarının tepesinde yer almaktadır. Buradaki çelişki, dinin kendisinden çok dinin siyasetle iç içe geçerek toplum mühendisliği aracına dönüştürülmesiyle ilgilidir.

Dinin toplum üzerindeki etkisi, özellikle Müslüman ülkelerde bir "mutluluk üretme mekanizması" olarak değil, çoğu zaman bir itaat ve tahakküm mekanizması olarak çalışmaktadır. İnsanların vicdanını rahatlatması beklenen inanç, yerini zamanla kanun yerine geçen fetvalara, adaletin yerini alan cemaat kararlarına ve düşünce yerine geçen dogmalara bırakmıştır. Böyle bir sistemde bireyin mutluluğu değil, itaati ölçülür. Soru sormaya cesaret eden mutsuzlukla, sorgulamayan ise cennet vaadiyle ödüllendirilir. Bu da toplumun kendisini geliştirmesini engellerken, bireysel mutluluğu da kökten zedeler.

Bugün Finlandiya, Danimarka, İsveç gibi dünyanın en mutlu ülkelerinde din kamusal alanda belirleyici bir güç değildir; inanç bireyin özel alanında yaşanır. Bu ülkelerin halkı Tanrı'ya inanabilir, inanmıyor da olabilir; ancak devlet kimsenin inancını vatandaşlık ölçütü hâline getirmez. Sonuç? İnsan, insanca yaşadığı için mutludur.

Özgür olduğu için mutludur.

Korkmadığı için mutludur.

Geleceğini devlet değil, liyakat belirlediği için mutludur.

İnancı bir sopa gibi kullanılmadığı için mutludur.

Hz. Ali'nin dediği gibi: "Devletin dini adalettir."

Müslüman ülkelerde ise tablo tam tersidir:

Din, siyasi meşruiyetin kaynağına dönüştüğünde toplum eleştiremez, tartışamaz, düzeltme yapamaz hâle gelir. Yapı eleştirilmediği için bozulur; bozuldukça daha çok dini argümanla örtülmeye çalışılır. Bu kısır döngü hem toplumsal hem bireysel mutsuzluğu derinleştirir. İnsanlar Tanrı'ya değil, Tanrı adına konuşanların keyfine teslim olur. Devlet aklı geri çekilir; yerini cemaat aklı, şeyh kararı ve dini duyguları kendi çıkarı için kullanan siyasi liderlik alır.

Sosyolojik veriler çok nettir:

Özgürlüğün olmadığı yerde mutluluk olmaz.

Adaletin olmadığı yerde huzur olmaz.

Liyakatin olmadığı yerde umut olmaz.

Korkunun hâkim olduğu yerde ne din gelişir ne toplum.

Mutluluğun en üstünde yer alan ülkeler, dinin toplumu yönetmek için değil, bireyin vicdanı için var olduğu ülkelerdir. Mutluluk sıralamasının en altında yer alan ülkeler ise dini siyasetle bütünleştiren, dini eleştirilemez kılan, insanın iradesini değil, itaati kutsayan ülkelerdir.

Dolayısıyla mesele dinin varlığı değil, dinin nasıl ve kimler tarafından kullanıldığıdır.

Eğer din bireyin ahlaki gelişimine katkı sunan bir rehberse, mutluluk artar.

Eğer din korku üreten bir mekanizmaya dönüşmüşse, toplum yoksullaşır, mutsuzlaşır ve kendi içine kapanır.

Bugün İslam dünyasının mutsuzluğu da tam buradan kaynaklanmaktadır:

Din, bir ahlak ve vicdan kaynağı olmaktan çıkmış; siyasetin en güçlü propaganda aracına, toplumun en etkili susturma mekanizmasına dönüştürülmüştür. Böyle bir düzende mutluluk yetişmez; çünkü mutluluk özgürlük ister, nefes ister, adalet ister.

Yasaklarla, korkularla, kutsallaştırılmış liderlerle beslenen bir toplumdan mutluluk çıkmaz.

Mutluluğun sıralamasını belirleyen ülkeler aslında dinin değil, aklın, adaletin ve özgürlüğün hâkim olduğu ülkelerdir. Bu nedenle soru şudur:

Toplumlar gerçekten mutlu olmak istiyorsa, önce kimin adına konuşulursa konuşulsun, siyasetle iç içe geçmiş dini tahakkümün dışına çıkmayı göze almak zorundadır.

Benzer Videolar