MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ

Türk Milleti’nin en güvenilir kurumu olma birinciliğini binlerce yıldır devam ettiren Türk Ordusu’nu, lideriyle neferiyle gönülden sevmek; Türklük aidiyetinin adeta bir testi, bir genetik araştırmanın olumlu bir sonucu olageldi her daim bu topraklarda.

Tıpkı bir yanık bağlama, kaval, kemane, ney sesi; bir uzun hava, bir bozlak, bir türkü, köslere vurulan tokmağın yürekleri titrettiği ve gözlere yaş olup aktığı mehter ve bando dinleyenlerin ruh hâli gibi; Türk olduğuna genetik bir delil istemeyecek kadar…

Şifalı kaynak suyu misali, gönlümüzün, yüreğimizin derinlerinden kopup gelen rahmetli şairimiz Dilaver Cebeci'nin mısralarında ifadesini bulan duygular gibi:

"Ne kadar ürkek ceylan varsa Asya çöllerinde
Domaniç yaylasında ne kadar dizginsiz at
Başlıyorlar koşmaya kılcal damarlarımda
Sıcak solukları yalarken alnımı
Toynaklarını hissediyorum alyuvarlarımda…
Benim kalemimden kan değil süt damlıyor
Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum
Kahrolayım sevmedim ülküden başkasını
Bir de seni çok seviyorum."

Ve her onlu, yirmili seneler içinde yapılan darbelere, arakesitlere rağmen hiç bitmeyen bir güven ve sevgiyle…

Ve yine sevgi dolu ama üşümüş yüreklerden kopup gelen derin bir çığlık; sadece o şubat günlerine değil, bütün zamanlara verilen anlamlı bir mesaj, yiğit bir ses olup yükselmişti yıllar önce:

"Ordumuz gözbebeğimizdir ancak namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmayız."

Tam da 12 Eylül'ün arifesinde…
Yine o yılları ister istemez hatırlatan ve yine rutinin dışına çıkan fevri bir manevra yaşadık bu günlerde.

Bu vesileyle bilmeyenler bilsin ki; bütün Türkiye'yi, Türk Milliyetçileri, Ülkücüler, vatanseverler için işkencehaneye çevirenler, bize işkence yaparken de "Mustafa Kemal'in askerleriyiz." diyorlardı.

Neremize geldiğine önem vermeden kıyasıya vurdukları coplarla "Andımız'a başla laan!" diyorlardı.
"Ey bu günleri bize armağan eden ulu önder…" diyorduk. "Burada Allah yok laan!" diyorlardı, şaka yapar gibi…

"Gençliğe Hitabe'nin ikinci veya üçüncü paragrafına başla!" diyorlardı.
Kroşe, aparkat, uçan tekmeler eşliğinde "Muhtaç olduğun kudret asil kanda mevcuttur." diyorduk. "Irkçılık" iddiasıyla idam istemiyle dava açıyorlardı, alay eder gibi…

"İstiklal Marşı'nın üçüncü veya beşinci kıtasına başla laan!" diyorlardı. MHP davasının ilk mahkeme günü, İstiklal Marşı'nı, Mamak Hüseyin Gazi Dağı’nı titretecek kadar gür sesimizle inletirken ayrıca soruşturmaya tabi tutuluyor, kızılcık sopası ve Filistin askısıyla beraber falakaya yatırılıyorduk.

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım."
diyorduk. "Vatan kurtarmak size mi kaldı laan, memleketin polisi var, askeri var." diyorlardı, maytap geçer gibi…

Her gece Atatürkçülük eğitimi vardı. "Atatürk'ün Türk Ordusuna Değişmeyen Mesajı"nı dahi ezberlemiştik, gördüğümüz insanlık dışı muameleler eşliğinde.

Maruz kaldığımız işkencelere, Atatürkçülük dersleri mazeret olabilir miydi?

Spor eğitiminde marşlar söyletiyorlardı:
"Yaşa var ol Harbiye, yıkılma satvetinle…" diye emir gereği koşar adım marş komutuyla bağırırken biz; şimdilerde CHP dahil sol partilerde kümelenmiş fraksiyonların militanları;
"Yaşa var ol Şaziye, yılışma Saffetinle" diyerek marşın sözlerini değiştiriyorlardı.
"Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen" yerine "Kürt vatanı üstünde, sönmez güneşim ben." diyorlardı.

Ve o günden bugüne değiştiler mi zannediyorsunuz?

Hedeflerinde milleti millet, devleti devlet yapan değerlerimizin en vazgeçilmezleri var.

"Rahat yaşamanın yollarını aramayı alışkanlık hâline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini…" ile başlayan Atatürk'ün sözü misali rahata alışmış eski dostlarımızı da görüyor ve dehşet içinde seyrediyoruz politik gayelerle bu güruha arka çıkarken…

Bu dostlarımız için "çuvala sığmayan mızrak" misali bir örneklik olsun; inceden inceye hesap edilerek söylenmiş sözler ve eylemler…

Vesselâm.
Metin Bozdemir