DÜN BUGÜN YARIN – KUM SAATİ

Ayla Mediha Eser kaleme aldı...

Yaşam akıp gidiyor. Umutları peşine takarak, hayalleri pembe düşlere bezeyerek ya da ne acıları örterek, çareler, çözümler bekleyerek geçiyor.

Geçmiş, yaşam yolumuzun yuvasıdır. Nerde, nasıl yetiştiğimizi, nasıl kültüre sahip olarak yetiştiğimizi, ailesi olmayanların ne yollardan geçtiğini bilmeyerek; minicik bedenlerin hamur halinde neye yararlı olarak donanım elde ettiğini, kimsesiz yetişenlerin toplum içerisinde yer almak için ne yollardan geçtiğini bilmeyerek… Bunları ancak onlar bilirler.

Hayat eşit koşullarda geçmiyor. Zor yaşamlardan geçen çocukların rehabilite edilmesinin toplumsal zamana etkisi nedir? Kayıp gidenler zamana yenilmiş değil midir? "Zaman…" Bu kısacık ve geniş yelpazesi olan, irdelenmesi gereken kelime nelere kadir değil ki? İç içe sarmal olmuş bir sözden ne yaşanmışlık, ne umutlar ifşa ediliyor değil mi? Sosyal yara zaman içinde kendini tolere eder mi? Bu sorunun cevabı sosyal devlet olmaktan geçiyor. Hele ki bu zamanda…!

Dün böyleyken, bugünü tarif edecek olursak: Değişen nedir? Yeni umutlara gebe, yeni çağın sıkıntısı bugünü tarif etmemiz için yeterli midir? İnsan, sağlık konusunda dünde bıraktığını görmeyip, bugün daha iyi olacağı umuduyla yaşar. İşte toplumsal olgular da bunun gibidir. Dün geçmişte kalırken, bugün yeni doğan güneşin doğumu, umutlara, çabalara dönüşümdür. Evren kendi döngüsünde kendini hazırlar. Hayat, biçtiğimiz zaman dilimiyle akmaz çoğu kez. Çaba, emek, idealler vardır içinde. Dün geçmiş olur, bugün andır, yarın gelecektir.

Kendi özdeyişimle:
"Dün aslında bugündü, bugün yarındı… Dünün suçu neydi?"

Zaman, aynı koşullarda, aynı umutları üstün emeklerle besleyerek oluşup, aynı çözümsüzlük içinde ilerliyorsa, yarınlara taşınan hayallerimiz bir bilinmezlik içinde de olsa umut taşıyor. Kum saati kendi akışını devam ettirirken, beklenilen yolculuğa akış sağlar bekleyenler için.

Zaman, içinde mutluluğu da barındırır. Bir bebeğin anne karnında yaşamaya başlayıp doğumuna kadar ki zaman içinde, dünyaya geliş anının sevgiyle, sevince dönüşmesi ne güzeldir!

Evlenecek olanların pırpır atan kalplerinin, dünya evine girmeyi bekledikleri zaman ne güzeldir. Özlemle, beklenilen sevginin, ayrı kaldığımız sevdiklerimizle kavuştuğumuz anlar; bir çiçeğin açtığı mevsim, huzuru bulduğumuz zamanlar ne güzeldir. İş, aş, yuva… İnsanın ömrü boyunca beklediği en güzel zamanlardır.

Ben bu yaşımda bıraktığım çocukluğumun umutlarını arıyorum. Saf, temiz, sosyal refahı sağlanmış bir toplum olduğumuzu hayal ettiğimiz; gençlik ideallerimiz için verdiğimiz mücadelemizi anımsıyorum. Yıllar gelip geçmiş, değişmeyen ülke sendromu hastalığıyla topluma psikososyal bunalım enjekte edildi. Hayallerimizi, emeklerimizi çalıp sömüren Türkiye siyasetçileri; kendi refahları için kıran kırana mücadele etmekten, hak yememekten, adaleti sağlayamamaktan hiç mahcup olmadılar. Dün neyse bugün de aynı, yarın da aynı olacaktır. Sağ ve sol siyaseti sadece kendine hizmetkârdır.

Yine girdim siyasete. Oysaki pembe tablo çizen yazım olsun istiyorum her daim. Ama yaşantımızı zehreden, dünü, bugünü, yarını yaşanmaz hale getiren bütün siyasetçilere selam olsun…


DÜN BUGÜN YARIN

Hayallerimi giydiriyorum,
El değmemiş kumaşı
Ruh ve bedenime.

Zaman, duvarlara yankılanan
Sessiz çığlığını haykırıyor.
Oysaki zaman şu andı,
Yarına yolcu etmek istemediğim.

Artık umutlarımı, sevinçlerimi,
Çıkrıkçı ağarmış saçlarımı
Hallaç pamuğu attırıyor,
Beyaz iplikler dokuyor
Yüzümün yorgun tepesine.

Perdesini çekiyorum yavaş yavaş,
Akşamın hüzünlü sahnesine gündüzün.
Soluk soluğa hayallerimin
Olur olmaz savaşında…
Saatin katranı insafsızca:
Tik tak, tik tak…
Beynime çivi çakıyor.
Elde edemediğimiz günün
Mutluluk koşuşturmasında…
Heyhat!
Yalnız kalmış sevgi ağlıyor kendine.
Sol yanımın sızısı din ne olursun?
Tümden yarıma,
Yarımdan tüme savaşım…
Dün aslında bugündü,
Bugün yarındı.
Dünün günahı neydi?

Hayat senfonisinin yalnızlık şarkısında
Bir yer arıyorum…
Ruhumun dinginlik arzusunda,
Spesifik sevgiler antika dükkânında.
Cırcır böceği:
"Seninleyim!" diyor.
Faslına ara verdiğinde saatin katranı:
"Tut beni, yetiş bana, doyur anı, doldur!" diyor…
Sonbahar rüzgârının savurduğu,
Dalını terk eden yaprağın hazin haline:
Hangi ağacın dökülen yaprağıyız?

Benzer Videolar