Haritalarda adı geçmeyen şehirlerin gölgesinde yürürüz. Yollar, Kartaca’nın unutulmuş liman taşlarının üstünden geçer; insanlar, Mayaların yıldızlara yazdığı şiirlerin üzerine beton döker. Tarih, sadece zaferlerin değil, bilinçle susturulanların, yakılanların, toprağa serpilen tuzun altında gömülen fısıltıların da kaydıdır. Romalı tarihçiler Kartaca’yı nefretle yazdı, İspanyol rahip De Landa Maya yazıtlarını ‘şeytan işi’ diye yaktı, Çin İmparatoru Qin Shi Huang farklı düşüncelerin izini kül ederken, İskenderiye’nin kütüphanesi fanatiklerin gazabına uğradı. Hypatia’nın parçalanan bedeni, bir çağın bilgeliğinin de son nefesiydi. Tarih, galiplerin kalemiyle yazılır; kaybedenlerin hafızası ise, toprağa karışan küller gibi sessizce dağılır.
Peki ya şimdi? Şu an, tam gözlerimizin önünde, hangi tarih yazılıyor? Hangi sesler susturuluyor, hangi hakikatler algoritmaların ve siyasi manevraların altında eziliyor? Kartaca’nın külleri soğumamışken, yeni bir çağın dijital savaş alanlarında tarih yeniden kaleme alınıyor. Aktörler değişti, silahlar dönüştü, ama mücadelenin özü aynı: Hafızaya hükmetmek, anlatıyı kontrol etmek, geleceği şekillendirmek.
Bilginin Yeni Kartacaları:
Bugünün savaşları toprak işgaliyle değil, veri akışları, teknolojik standartlar ve ekonomik kuşatmalarla yürüyor. ABD ve Çin, yarı iletken tarlalarında, 6G frekanslarında, yapay zeka laboratuvarlarında çarpışıyor. Kimin çiplerinin, kimin algoritmalarının, kimin dijital altyapısının dünyaya hükmedeceği belirleniyor. Bu, sadece ekonomik üstünlük değil, kültürün, iletişimin, gerçekliğin tanımının kontrolüdür. Tıpkı Roma’nın Akdeniz’e hukukunu dayatması gibi, bugünün galipleri dijital dünyanın ‘Roma Hukuku’nu yazıyor. Kaybedenlerin teknolojik mirası, tıpkı Kartaca limanları gibi, dijital küllere dönüşecek mi?
Ukrayna’nın Kanlı Tableti ve Rusya’nın Yanlış Hiyeroglifleri:
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, yalnızca bir toprak savaşı değil, bir tarih yazma mücadelesi. Putin, hayali bir “Rus Dünyası” (Russkiy Mir) mitosunu diriltmeye çalışıyor. Kiev’in bombalanan sokakları, bu çarpık anlatının kanlı harfleri. Batı ise Ukrayna direnişini, “özgürlük için küresel mücadele” ikonuna dönüştürüyor. Her füze, her siber saldırı, bu çatışmanın hangi versiyonunun gelecek nesil tarih kitaplarına gireceğini belirliyor. Gerçek, savaşın tozu dumanı arasında, tıpkı Maya yazıtları gibi parçalanıyor. Propaganda, gerçeğin üzerine De Landa’nın ateşini düşürüyor.
Ortadoğu: Fısıltıların Yakıldığı Ateş Çemberi:
İran ve İsrail arasındaki ölümcül dans, vekalet savaşlarının gölgesinde sürüyor. Her drone saldırısı, Lübnan’da, Yemen’de, Gazze’de patlayan her bomba, bölgenin gelecek tarihine düşen bir kara harf. Filistin meselesi, bu coğrafyanın en eski, en derin, en çok susturulmaya çalışılan fısıltısı. Taraflar, kendi hakikat anlatılarını dayatmak için diğerinin sesini boğuyor, geçmişini çarpıtıyor, acısını görünmez kılıyor. Burada tarih, kanla ve gözyaşıyla yazılıyor; kaybedenlerin hikayesi, Gazze’nin enkazları altında gömülü kalıyor, tıpkı Kartaca’nın üzerine serpilen tuz gibi.
Ekonomik Savaşlar: Parayla Yazılan Tarih:
ABD’nin Çin’e teknoloji ambargosu, Rusya’ya yönelik kapsamlı yaptırımlar, sadece ekonomik hamleler değil. Bunlar, yeni küresel düzenin kurallarını yazma girişimleri. SWIFT’ten çıkarılan bir ülke, modern tarihin dışına itiliyor demektir. BRICS+ ve alternatif ödeme sistemlerinin yükselişi ise, Batı’nın finansal kalemine meydan okuyan birer isyandır. Kimin parası, kimin ekonomik modeli hükmedecek? Bu savaşın galibi, geleceğin refahının ve gücünün tarihini kaleme alacak. Kaybedenler, ekonomik küllerinin üzerinde, Qin Shi Huang’ın yaktığı Konfüçyüs metinleri gibi unutulmaya mahkum mu olacak?
Türkiye: Kavşaktaki Sessiz Taş?
İşte tam bu devasa mücadelelerin, bu tarih yazım savaşlarının ortasında duruyor Türkiye. Boğazların bekçisi, Avrasya’nın köprüsü, antik medeniyetlerin mirasçısı. Coğrafya ona, tarihi yazacak bir aktör olma fırsatı sunuyor adeta. Ama neden sahnenin dışında, figüran bile olamıyor? Neden sesi, rüzgarda kaybolan bir fısıltı gibi?
Ekonomik Kırılganlık: Yoksul Bir Scribe: Kronik enflasyon, döviz dalgaları, dış borç yükü. Tarih yazmak için kâğıt, mürekkep, kalem gerekir; bunların karşılığı ekonomik istikrar ve güçtür. Titreyen bir el, güçlü bir metin yazamaz. Türkiye, kendi ekonomik kırılganlığı içinde, küresel sahneye çıkacak mürekkebi bulmakta zorlanıyor. Güçlü bir ekonomi olmadan, güçlü bir anlatı inşa edilemez.
İç Çekişmeler: Parçalanmış Bir Parşömen: Derin toplumsal kutuplaşma ve siyasi gerilimler, ulusal bir vizyonu, tutarlı ve uzun vadeli bir stratejiyi engelliyor. Kartaca son günlerinde içeride bölünmüştü; bu zayıflık düşmanı cesaretlendirdi. Türkiye’nin içerideki enerjisi, dış politikada etkili bir anlatı kurmaya değil, iç çatışmaları yönetmeye harcanıyor. Parçalanmış bir hafıza, bütünlüklü bir tarih yazamaz.
Denge Politikasının Sesi Kısması: “Herkesle iyi geçinme” çabası çoğu zaman hiç kimse tarafından tam olarak güvenilmeme ile sonuçlanıyor. Rusya ile askeri işbirliği, Batı ile gerilim; İsrail’e sert tepki, Körgez’le inişli çıkışlı ilişkiler. Sürekli değişen pozisyonlar, söylenen sözlerin ağırlığını kaybettiriyor. Diplomatik söylemle eylem arasındaki uçurum, inandırıcılığı zedeliyor. Tarih yazmak isteyen, net, tutarlı, güvenilir bir ses gerektirir. Türkiye’nin sesi, bu dalgalanmalar içinde duyulmaz oluyor, tıpkı Hypatia’nın son nefesinin İskenderiye sokaklarında kaybolması gibi.
Bilginin ve Yeniliğin Kurak Toprakları: Kritik teknolojilerde (yapay zeka, yarı iletkenler, yeşil enerji) dışa bağımlılık devam ediyor. Yeterli AR-GE yatırımı ve beyin göçünü durduracak bir ekosistem eksik. Geleceğin tarihi, teknoloji ve bilgiyle yazılacak. Bu alanlarda söz sahibi olmayan, tarihin nesnesi olmaya mahkumdur. İskenderiye Kütüphanesi yok edilince bilim gerilemişti; bugün bilgiye yatırım yapamayanlar, yarının tarihini şekillendiremez. Kültürel yumuşak güç de zayıflıyor; derin miras, küresel etkiye dönüşemiyor. Tarihin kültürel kodlarını belirleyemeyen, sadece tüketir.
Liderlik Boşluğu: Yazacak Kalemin Eksikliği: Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki karmaşık sorunlarda (Kıbrıs, Ege, Suriye, Doğu Akdeniz) etkili, birleştirici bir liderlik sergilenemiyor. Genellikle çatışan taraflardan biri konumunda kalınıyor. Bir bölgenin tarihini yazmak için, o bölgede kabul gören, adil bir arabulucu veya kararlı bir lider olmak gerekir. Bu boşluk, Türkiye’nin potansiyel rolünü gölgeliyor.
Hafızayı Kazmak ve Kalemi El Almak
Bugün, Kartaca’nın külleri üzerinde yükselen Tunus’ta, Maya piramitlerini saran ormanlarda, İskenderiye’nin dalgalarında, bir zamanlar yok edilmiş hakikatlerin inatçı fısıltıları hâlâ duyulabilir. Tarih, sadece galiplerin tekelinde değildir. Unutulanlar, küllerin altından çıkabilir.
Türkiye, coğrafyasının kaderini değiştirecek potansiyele sahip. Stratejik konumu, genç nüfusu, tarihsel derinliği, onu bir figüran değil, baş aktör yapabilecek unsurlar. Ancak bunun için:
İçsel İstikrar Şart: Ekonomi sağlam, toplum uzlaşmış, kurumlar güçlü olmalı. Kendi içinde bölünmüş, ekonomisi kırılgan bir ülke, dışarıda güçlü bir anlatı kuramaz. Kendi hafızasını koruyamayan, başkasının yazdığı tarihte kaybolur.
Tutarlı Ses, Güvenilir Kalem: Kısa vadeli manevralar değil, uzun vadeli, değerler ve net çıkarlar üzerine kurulu, öngörülebilir bir dış politika. Bu, körü körüne taraf olmak değil, kendi hikayesini yazacak güvenilirliği inşa etmektir. Sözünün eri olmak.
Geleceğin Mürekkebi: Bilim ve Teknoloji: Kritik alanlarda Ar-Ge’ye, eğitime, yeniliğe yatırım. Dijital çağda tarih, teknolojiyi kontrol edenler tarafından yazılacak. Bugünün İskenderiye’sini, laboratuvarlarda ve üniversitelerde inşa etmek.
Yumuşak Güçle Dirilen Hafıza: Zengin kültürel miras ve tarihsel derinlik, çatışma malzemesi değil, diyalog, anlayış ve kendi hakikat anlatısını güçlendiren bir köprü olarak kullanılmalı. Sinema, edebiyat, sanat, diplomasinin sessiz ama güçlü silahlarıdır. Sesini duyurmak için hikayesini evrensel bir dille, güzel anlatmalıdır.
Proaktif Diplomasi ve Liderlik: Sorunlara sadece tepki veren değil, çözüm öneren, bölgesel ve küresel barışa katkı sunan, inisiyatif alan bir aktör olmak. Ukrayna’da, Gazze’de, iklim krizinde yapıcı bir ses olabilmek.
Unutulmuş şehirler bize şunu fısıldar: Hafıza, sadece geçmiş değil, geleceğin de temelidir. Türkiye, Kartaca’nın kaderini kabullenmek, Maya yazıtları gibi parçalanmak, Hypatia’nın sesi gibi susturulmak zorunda değil. Coğrafya bir kaderdir, ama yazgı değil. Tarihin seyircisi olmaktan çıkıp, yazarı olmanın yolu, kendi içinde güçlü, dışarıda güvenilir, bilgide derin, duruşunda asil olmaktan geçer. Kalemi el almanın, kendi hakikatini küllerinden diriltmenin zamanıdır. Yoksa, geleceğin haritalarında, sadece eski bir kavşak notuyla anılır, tarihin sessiz kalıntıları arasına karışırız. Küllerimiz, kimin elindeki kalemle yazılacak?
“Başlığa ilham olan Aziz Nesin’in o çarpıcı hikayesini de mutlaka okumanızı isterim. Özetle:
Hükümet darda kalınca, dünya cenneti Boğaziçi’nin en güzel tepelerini, korularını zengin Arap iş adamlarına satıyordu. Bu sırada ortaya Ebu’l-Fatık El-Mışki adlı biri çıktı.
Boğaziçi’nin seyrine doyum olmaz bir tepesinde saray gibi ev yaptırmak istiyordu. Bir de; genç, saf, “eline erkek eli değmemiş” bir Türk kızıyla evlenmek… Parayı gören komisyoncular kız aramaya koyuldu. Ebu’l-Fatık da çat pat Türkçe öğreniyordu.
Sonunda 17 yaşındaki Necmiye’yi beğendi. Ebu’l-Fatık ise kızın babasından yaşlı, çirkin, kıskanç ve memleketinde birden fazla karısı olan biriydi. Uzun ismi yüzünden aile ona “Fıtık Amca” ya da “Fatık Bey” demeye başladı.
Zamanla Fatık Bey, hapsettiği karısının sokağa çıkmasına (fazla uzağa gitmemek şartıyla) izin verdi. Necmiye bir gün sinemaya gitmek için izin istedi. Fatık Bey epey düşündükten sonra izin verdi, ama önce kendisi gidip filmi kontrol edecekti.
Tüm filmleri izleyip “Hazreti Ömer’in Adaleti”ni onayladı. Ertesi akşam şu diyalog geçti:
Fatık Bey: “Necmiyaa, ne yaptın ben yokken?”
Necmiye: “Ah, sorma. Öyle bi şey geldi ki başıma… Senin söylediğin sinemaya gitmek üzere çarşaflandım.”
Fatık Bey: “Şok güzel.”
Necmiye: “Çıktım sokağa.”
Fatık Bey: “Avet?” (Evet?)
Necmiye: “Yolda giderken bir herif sokuldu yanıma?”
Fatık Bey: “Bir harif?” (Herif?)
Necmiye: “Evet… Ben gidiyorum, o da yanımda gidiyor. Dur bakalım, ne olacak, diye merak ettim.”
Fatık Bey: (Çok bozuldu ama belli etmedi) “Allah Allah… Ban da şok merak ettim. Du bakalim n’olecak?” (Dur bakalım ne olacak?)
Necmiye: “Ben gidiyorum, o gidiyor. Dibimden ayrılmıyor. Dur bakalım n’olacak diyorum içimden…”
Fatık Bey: “Fasuphanellah… Du bakali n’olecak?”
Necmiye: “Bileti alıp senin dediğin sinemaya girdim, adam da girmez mi?”
Fatık Bey: “Ve minelgaraip.. Du bakali n’olecak? Sonra?”
Necmiye: “Sonra ben oturdum. O da yanımdaki boş koltuğa oturmaz mı?”
Fatık Bey: “Hayret! Du bakali n’olecak?”
Necmiye: “Işıklar söndü, film başladı. O herif elini bacağıma atmaz mı?”
Fatık Bey: “Ne diyorsun, velacaip…” (Vay canına!)
Necmiye: “Çarşafımın eteğinin altından elini sokmaz mı? Aaa! Şaştım kaldım…”
Fatık Bey: “Ne yapacak?”
Necmiye: “Bilmem ben de onu merak ediyorum ya… Dur bakalım, n’olacak diye bekliyorum.”
Fatık Bey: “Vallahi ban da merak ettim yahu… Du bakali n’olecak, diye bekliyorum.”
Necmiye: “Sonra o herif oramı buramı karıştırmaya başladı. Doğrusu çok merak ettim. Sen olsan merak etmez misin?”
Fatık Bey: (Gözlerinden ateşler saçılıyor) “Sonra?”
Necmiye: “Sonra ‘Hazreti Ömer’in Adaleti’ bitti. Lambalar yandı. Ben kalktım, o da kalkmaz mı?”
Fatık Bey: “Velacaip ve minelgarip… Necmiya, du bakali n’olecak?”
Necmiye: “Çıktım sinemadan, o da çıktı. Ben yürüyorum, o da yanımda yürüyor.”
Fatık Bey: “Aman Necmiya, vallahi şok merak ettim. Du bakali n’olecak?”
Necmiye: “Ben de merak ediyorum. Ben köşeyi saptım.”
Fatık Bey: “Harif da saptı mı?”
Necmiye: “Bizim apartmanın kapısından girdim, herif de girdi. Bizim kata çıktım, herif de çıktı.”
Fatık Bey: “Vay harif vay!…”
Necmiye: “Çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtım, girdim içeri, o da girmez mi?”
Fatık Bey: “Harif da yallah içeri?”
Necmiye: “Evet.”
Fatık Bey: “Du bakali n’olecak… Aman anlat şabuk Necmiya…”
Necmiye: “Eve gelince yatak odasına girip elbet soyundum. O da soyunmaz mı?”
Fatık Bey: “Ne diyorsun Necmiyaa… Du bakalı n’olecak? Soyununca?”
Necmiye: “Soyununca yatağa girdim. Olur şey değil, o da benimle yatağa girmez mi?”
Fatık Bey: (Kızgın demirle dağlanmış gibi) “Ayvaaaaah! Du bakali n’olecak?”
Necmiye: “Ben de yatakta ne olacak diye merak ediyorum.”
Fatık Bey: “Aman Necmiyaa, vallahi meraktan çatlayacak ban… Söyle çabuk, ne oldu Necmiya?”
Necmiye: “Hiiç canım… Bir şey değilmiş, ben de boşu boşuna merak etmişim.”
Fatık Bey: “Yok yahu… Peki, ne oldu Necmiyaa? Ne yaptı?”
Necmiye: “Aynen senin her gece yaptığını…”
Beyninden vurulmuşa dönen Fıtık Amca ne yapsın? Karısı o kadar saf ki başına gelenin kötü bir şey olduğunun farkında bile değil. Dövemez, kovamaz. Erkekliğine halel getirmemek için zorla sakinleşir:
Fatık Bey: “Amaaaaan Necmiya, ban da mühim bişey zannediyordum. Du bakali n’olecak diye boşuna merak etmişim. Velakin hiç mühim değil.”
YAZILAR
Az önceYAZILAR
Az önceYAZILAR
Az önceYAZILAR
50 dakika önceGENEL
14 saat önceGENEL
14 saat önceGENEL
14 saat önce