DİNİN İKTİDARI KORUMAK İÇİN BİLİNÇLİ BİÇİMDE BOZULMASI, EN DEĞERLİ VARLIĞIMIZ MANEVİYATIMIZIN TARUMAR EDİLMESİDİR.
Haşim Akten kaleme aldı...
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yalnızca siyasal bir rejim değişikliği değildir; aynı zamanda dinin siyasal iktidarı koruyan bir meşruiyet aygıtına dönüştürülmesidir. Bu sistem, hukukun ve denetimin zayıfladığı noktada boşluğu dinî söylemle doldurur. Çünkü din, doğru kullanıldığında vicdan üretir; yanlış kullanıldığında itaat.
Bu düzende siyasal kararlar artık rasyonel ölçütlerle değil, kutsallık zırhıyla korunur. Yanlış ekonomi politikası eleştirilemez hâle gelir; adaletsizlik “dava”, yoksulluk “imtihan”, liyakatsizlik “takdir-i ilahî” olarak sunulur. Böylece yönetim hataları dünyevî sorumluluk alanından çıkarılıp metafizik alana havale edilir. Siyaset hesap vermekten kurtulur.
İslam’ın merkezinde ahlâk ve adalet vardır. Ancak bu sistemde üretilen dindarlık, ahlâkı değil, sadakati kutsar. Haksızlığa karşı çıkmak fitne; iktidarı eleştirmek nifak; sorgulamak ise nankörlük sayılır. Kul hakkı, lider bağlılığının gerisine itilir. Oysa ahlâkın sustuğu yerde din artık din değildir.
Cumhurbaşkanlığı sistemi, dini aynı zamanda toplumu pasifleştirme aracı olarak kullanır. Yoksulluğa sabır, adaletsizliğe tevekkül, baskıya rıza öğütlenir. Bu kadercilik, Kur’an’ın değil; iktidarın kader anlayışıdır. Çünkü Kur’an zulme karşı durmayı emreder, zulme alışmayı değil.
Devlet ile dinin bu şekilde iç içe geçirilmesi, iki tarafı da bozar: Devlet hukuk üretmez, kutsallık talep eder; din ahlâk üretmez, meşruiyet sağlar. Ortaya çıkan şey ne dindir ne de devlettir — siyasal bir iman rejimidir.
En tehlikeli sonuç ise toplumun bölünmesidir. “Bizden olanlar” makbul, “olmayanlar” ise yaftalıdır. Dindarlık bir vicdan meselesi olmaktan çıkar, siyasal kimliğe dönüşür. Bu, inancı çoğaltmaz; yozlaştırır.
Sonuç olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, dini yücelterek değil, araçsallaştırarak kullanır. Allah inancı iktidarın sigortasına, sabır siyasal sessizliğe, ahlâk sadakate feda edilir. Sorun din değil; dinin iktidarı korumak için bilinçli biçimde bozulmasıdır.
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİNİN KÖK SALMASI İÇİN YENİ ANAYASA YAPMAK İSTİYORLAR
TOM BARRACK’IN SÖZLERİ
“1919’dan beri ulus-devletler tarafından engelleniyoruz — bu ulus-devlet yapısı Doğu Akdeniz’deki ekonomik iş birliklerini, enerji akışını ve bölgesel refahı engelliyor.”
“Türkiye için en iyi sistem, Osmanlı’nın farklı toplulukları bir arada tutan millet sistemidir.”
“Bu bölgedeki ülkelerde demokrasi beklemek gerçekçi değil; İsrail bile kendini demokrasi sayabilir ama bölgede en iyi işleyen model, iyi niyetli monarşilerdir.”
MONARŞİ (TDK): Siyasi otoritenin genellikle miras yolu ile bir kişinin üzerinde toplandığı devlet düzeni veya rejim; tek erklik.
Tom Barrack haddini aşmıştır ve bu hadsizliğe sessiz kalınmıştır. Egemenliğimizin gereği yapılmamıştır.
Sessiz kalınan bir diğer konu da “ortak vatan” sözleridir.
DEM’li milletvekilleri de bunu çağrıştıracak “ortak vatan” sözleri sarf etmektedirler.
O hâlde “ortak vatan” ne demek?
Bu ifade hukuki değil, ideolojik–siyasal bir kavramdır. Genellikle şu anlam katmanlarını taşır:
a) Ulus-devlet vurgusunu yumuşatma
“Türk milleti” merkezli yurttaşlık anlayışı yerine:
- çok kimlikli
- çok dilli
- eş kurucu halklar
söylemine kapı aralar.
Resmî olarak söylenmese de çağrışım şudur:
“Bu vatan sadece Türk ulus kimliğinin değil, farklı halkların ortak mülkiyetidir.”
Yani ‘hissedar’ mı olmak istiyorlar?
b) “Kurucu ortaklık” iması
DEM çizgisinde açıkça söylenmese bile, ideolojik arka planda şu fikir vardır:
- Kürtler sadece vatandaş değil
- tarihsel ve siyasal kurucu aktörlerden biridir
Bu da şuna evrilebilir:
- kolektif haklar
- özerklik
- yerinden yönetim
- anayasal kimlik tanımı
Yani mesele birlikte yaşamak değil, "bu devlet nasıl tanımlanacak?" sorusudur.
c) “Kürtler vatana hissedar mı olacak?” sorusu neden soruluyor?
Çünkü “ortak vatan” söylemi, farkında olarak ya da olmayarak şunu çağrıştırıyor:
- Vatan bölünmüyor, ama
- yeniden paylaştırılıyor gibi algılanıyor.
Bugün hukukta:
- herkes eşit vatandaştır
- kimse “pay sahibi” değildir
Ama siyasal dilde:
- “ortak vatan”
- “eşit kurucu halklar”
- “çok kimlikli anayasa”
birlikte kullanıldığında şu endişe doğar:
“Yarın ‘ortaklık bozulursa, payı alır gideriz’ mi denecek?”
Bu yüzden, bu söylem toplumun geniş kesiminde güvensizlik yaratıyor.