Cuma Nacar: “Muhteşem Türkiye Vizyonu ile Hem İçeride Güçlü, Hem Dünyada Onurlu!”

Millet Partisi Genel Başkanı Cuma Nacar, bu kez partinin milliyetçilik anlayışını ve Muhteşem Türkiye vizyonunu anlatıyor.

Millet Partisi Genel Başkanı Cuma Nacar ile yaptığımız uzun soluklu röportaj dizisinin son perdesindeyiz. İlk dört bölümde ekonomi, eğitim, adalet ve liyakatten deprem gerçeğine kadar pek çok kritik başlığı konuştuk.

Şimdi ise finalde; partinin milliyetçilik anlayışı, “Muhteşem Türkiye” vizyonu, gençler ve kadınların siyasetteki yeri, uydu muhalefet eleştirileri ve Filistin konusunda net tavırları gündeme geliyor.

Cuma Nacar, tarihten günümüze uzanan örneklerle hem iç siyasete hem de dış politikaya sert eleştiriler yöneltiyor. Özellikle İsrail’e karşı alınması gereken önlemler konusundaki çıkışları çok konuşulacak gibi görünüyor.


Pandemi sonrası dünyada milliyetçilik yükselirken Türkiye’de milliyetçi partilerin parçalı bir görüntü vermesi dikkat çekiyor. Sizce bu tablonun temel sebepleri nedir?

Milliyetçilik; milletinin birliğini, dirliğini koruması ve varlığını sürdürmesi, yüceltmesi, dünya milletler liginde saygın konumda yerini alması için her zorluğu göğüsleyecek şekilde aşkın duygular beslemesi halidir… Aynı zamanda bu bilinci arkadan gelen genç nesillere yansıtmak için çaba gösterme gayret ve düşüncesi olarak tarif edilebilir. Doğal olan milletin her bir ferdinin bu düşüncelerle hareket etmesi ve bu duygu dünyasını zenginleştirmesidir.

Bugün milliyetçi-muhafazakâr görünen partilerin gerçekte milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu söylemek maalesef zordur. Bu bir iddia veya suçlama değil, kendilerini bu şekilde adlandıran partilerin söylemleri ile eylemlerinin, uyguladıkları politikalarla savundukları değerlerin örtüşmediğini görmekteyiz.

Millet Partisi kadroları olarak 50 yılı aşkın geçmişimizde takip ettiğimiz yol ve yöntem ile savunduğumuz ve yaşadığımız milliyetçiliğin, vatanseverliğin örneklerini hayata geçirmiş, ortaya koya gelmişiz… Bu bağlamda MP her dönemde milliyetçi ve muhafazakâr partilerin birlik ve bütünlüğünü savunmuş ve bunun örneklerini fiiliyata geçirmiştir.

Bu hareket, 1967 yılında Mücadele Birliği olarak milleti uyandırma ve teşkilatlama faaliyetine başlamıştır. 1970 yılından itibaren yayınlamaya başladığı haftalık Yeniden Millî Mücadele Dergisinin daha 5. sayısında “Bütün Vatanseverler Birleşiniz” diyerek milliyetçi kesimi birliğe davet etmişizdir. Ama o günün liderlerinden beklenen karşılığı göremediği için birlik sağlanamamıştır.

Aynı şekilde, 1973 yılı genel ve yerel seçimlerde milliyetçi partileri işbirliğine çağırmış, tabanda büyük bir kabul gören ve milyonlarca imza, mektup ve telgrafla desteklenen bu çağrıya da dönemin siyasileri kulaklarını tıkamış, ortaya çıkan fırsatlar değerlendirilememiştir. Sonuçta ülke yönetimi, dış mihrakların güdümünde hareket eden yerli işbirlikçilere teslim edilmiştir.

1991 yılında Rahmetli Aykut Edibali ve partimizin çabaları ve fedakarlığı ile “Üçlü İttifak” sağlanarak genel seçimlere girilmiştir. Seçimlerde önemli bir başarı kazanılarak toplam oyları %5’i bile geçmeyen üç partinin (RP, MÇP ve IDP) yaptığı ittifak, %16 gibi yüksek bir oy almıştır. Aykut Edibali’nin ittifakın genişletilerek sürdürülmesi teklifine karşın Rahmetli Türkeş ve Rahmetli Erbakan ayrılığı ile ittifakı sürdürmek imkansız hale gelmiştir.

Bu örnekler milliyetçilik ve vatanseverlik anlamında durduğumuz yerin Türkiye için vazgeçilmezliğini ortaya koymaktadır. 1991 ittifakından önemli dersler çıkarılarak bugün de kendilerini milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlayanların önlerinde, belli ilkeler etrafında ittifak kurmaktan başka seçenekleri yoktur. Çünkü eskilerin deyimi ile Türkiye üzerine oyun kuran düşman dünden daha kavidir…


İnsancı ve Şahsiyetçi Milliyetçilik

Millet Partisi’nin programında “insancı ve şahsiyetçi milliyetçilik” ifadesi var. Bu anlayış, klasik milliyetçilikten hangi yönleriyle ayrışıyor?

Önce Millet ve Milliyetçilikten ne anladığımıza açıklık getirmemiz gerekiyor. Irkçılık ile Milletini sevmek arasındaki farkın doğru anlaşılması gerekir. Biz Halil İbrahim Milletiyiz. Anayasada tarif edilen Türklük ırk tarif etmez. Irkçılık bölücülüktür. Milletini sevmek Milletimizi bütün renkleri ile bir ve bütün olarak görmek bizim en temel yaklaşımımızdır. Tarihimizin asırlar süren egemenliği bütün milletlere örnek olmuştur. Bir başka tabirle 72.5 Milleti asırlarca bir arada kardeşçe yaşatmak bizim Milletimize, medeniyet anlayışımıza nasip olmuştur. Dolayısı ile tarihte ulaşabildiği her yerdeki insanlara medeniyet, zenginlik, barış ve huzur götürmüş; canlı ve cansız varlıklara hakkının eksiksiz ve tam olarak verilmesi ile adalet götürmüş bir ecdadın nesilleri olarak, aynı ulvi gaye peşinde koşmak hedefindeki milliyetçilik anlayışı son derece barışsever ve insanidir.

Bu konuda Yunus’un deyişi en güzel yol göstericidir bizim için…

“Yetmiş iki millete

Aynı gözle bakmayan,

Halka müderris olsa

Hakka asidir derim.”

Yol bu, yöntem bu, bakış ve kavrayış budur millet ve milliyetçilik sevgisinde… Hiç kimseyi dışlamadan ve milli değerler (Bayrak sevgisi, vatan aşkı, millet sevgisi, adalet anlayışı, aklı, bilimi, ahlakı önemseme, millet bilinci vb.) etrafında buluşmanın gücünü içinde hisseden bir anlayış…

Parti Programımızın “Siyasal Çabanın İlke ve İdealleri” başlıklı bölümünün “Şahsiyetçilik-Milliyetçilik” alt başlığında yer alan ifadeler, partimizin milliyetçilik anlayışının klasik milliyetçilik anlayışından ayrılan yönlerini ortaya koymaya yardımcı olacaktır.

“İnsanoğlunu bütün canlılardan ayıran ve onu insan kılan; millî ve beşerî kültürün bereketli toprağında beslenip gelişen ve sürekli olarak onu var kılan manevi ve ruhi varlık oluşudur.

İnsanları birbirinden ayıran özellikleri, şahsiyetleri olduğu gibi toplumları birbirinden ayıran ve onları var kılansa millî şahsiyet, yani millet olmalarıdır. Bireysel şahsiyetle millî kimlik arasında çok yakın bir ilişkinin varlığı açıktır. Bu nedenle insan şahsiyeti gibi millet gerçeğini de muhterem saymaktayız.

Bireyin gelişme hedefi bireysel şahsiyet olduğu gibi, insan topluluklarını bir yığın, bir sürü, bir kalabalık olmaktan çıkaran yükselişin hedefinin de millet olduğu açıktır. Binlerce yıllık bir gelişmenin insan ruhunun ve toplumun vicdanında derin kökleri bulunduğu inkâr edilemez. Bu doğal ve tarihi gelişim, derin, manalı ve kesin bir gerçektir, hayal değildir.

İnsan ruhunu millî kimliklerinden soyutlamak, onu değersiz kılma veya yok sayma eğilimleri, eğer gerçekleşebilseydi, insanlar, insanlığın bütün erdemlerinden mahrum hale gelmiş bir vahşiler sürüsü haline süratle dönerlerdi. Tarihin değişimini yok sayan ve onu tersine döndürmek anlamına gelen böylesi bir afetin; şahsiyetin ve insanlığın feci sükutunun başlangıcı olacağı açıktır.

Milliyetçilik anlayışımız, tarih, doğa ve insanlığın bu muhteşem yükseliş amacının ifadesinden ibarettir. Bu manada insancı, şahsiyetçi ve milliyetçiyiz

Bireyi, toplumun gölgesi sayan görüşlere itibar edilemeyeceği gibi, toplumu bireylerin bir yığınından ibaret gören görüşlere de itibar edilemez. Birey bir gerçek olduğu gibi, toplum da bağımsız bir gerçektir.

Bireyin hiçbir şekilde inkâr edilmez temel hürriyet ve hakları olduğu gibi, toplumun da son derece hassasiyetle korunması gerekli kıymetleri/değerleri, ülküleri ve menfaatleri vardır. Bu değerlerle, insan hak ve hürriyetleri arasında bir inkâr değil, bir karşılık söz konusudur. Bütün bunların yanında Partimizin konumlandığı yer konuya daha bir açıklık kazandıracaktır


Muhteşem Türkiye Vizyonu

“Muhteşem Türkiye” vizyonunuzdan söz ediyorsunuz. Bu vizyonu ölçülebilir göstergelerle tanımlarsanız, ilk beş yılda hangi somut başarıyı vadedeceksiniz

İçeride Milletimizin kardeşliğini pekiştireceğiz. Her türlü bölücü fikir ve akımların önünü keseceğiz.

Elbette bu sonuçları Partimizin Muhteşem Türkiye Projesi’nin uygulamaya konulması ile yakalayacağız. İnsanımızın ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu Muhteşem Türkiye Projemizin başlıca bileşenlerini burada paylaşmak istiyorum.

Partimizin “Muhteşem Türkiye Projesi” 6 (altı) bileşenden oluşmaktadır. Projemizin bileşenleri, birini uygulayıp ardından ikinci bileşenine geçmek şeklinde kademeli bir uygulama değildir elbette. Proje bileşenleri senkronize şekilde bir birini destekleyen ve bir biri ile eş zamanlı sürdürülebilen uygulamaları muhtevi alanları içermektedir.

Muhteşem Türkiye Projesinin altı bileşeni:
1- İnsanımızın hava kadar, su kadar ihtiyacı olan, mal ve can güvenliğinin garantisi ve güvencesi, “İnsan hak ve hürriyetlerine dayalı, Hukuk Devletini yerleştireceğiz.
2- Milli iradenin önündeki engellerin kalktığı: Demokrasi,
3- Din düşmanlığı gibi din istismarının da bittiği: Laiklik,
4- Fakirlik ve çaresizliğin tarihe gömüldüğü, herkesin sosyal adalet şemsiyesine alındığı: Kerim Devlet,
5- Bilim, hikmet ve erdemle donatılan, sorun değil çözüm üreten: Bilge Devlet ve Bilim Toplumu,
6- Büyüyen, gelişen, zengin, mutlu, muktedir Türkiye’nin ve insanlığın yeni barış medeniyetinin kurulduğu: İslam Rönesansı…

Muhteşem Türkiye Projesinin / İdealinin Gerçekleşmesi Mümkün mü?
- Millet, devlet ve seçkinler her biri sorumluluklarını bilmedikçe, görevlerini yapmadıkça genel bir iyileşme ummak yanlış ve yanıltıcı olur.
- Bugün ne yazık ki kolaycılık, piyangoculuk, kadercilik, çaresizlik, yetersizlik ve sorumsuzluk Türk milletine çözüm gibi önerilebilmektedir…
- Namuslu ama sessiz çoğunluk devlete ve hukuka güvenmenin mükâfatını görmemekte, umutları söndürülmektedir…

Onun için ilk iş devletten başlayarak sorumluluk sahibi herkesin kendini yeniden organize etmesinin iklimi oluşturulacaktır.

Meşru liderliklerin oluşması ve milletin sahipsiz kalmasına meydan verilmemesi, sahte kahramanların ve kurtarıcıların foyalarının millete anlatılması işimizi kolaylaştıracaktır.

Milletin organize olmasına rehberlik edildiği takdirde bu millet gereğini yapmaktadır ve yapacaktır. Yakın tarihimizde (Kurtuluş Savaşı) bunun örneklerini görmekteyiz.

Milletin önünde olan ve önünde giden kadrolar, hukuk devletinin sağlayacağı güvence ile milletin aldatılmasına, kandırılmasına müsaade etmeyecektir. Bu iklimin avantajı ile milletimiz, çok kısa bir zamanda, yani dört-beş yıllık bir zaman diliminde dünya milletler liginde hak ettiği yere konumlanacaktır.


Türkiye’de milliyetçi cenahta çok sayıda parti ve lider var. Seçmen bu bölünmüşlükten yoruldu. Millet Partisi bu dağınıklığı aşmak için nasıl bir strateji izliyor?

İlk soruya verilen cevapta , milliyetçi partiler arasındaki bölünmüşlüğü ortadan kaldırma noktasındaki yaklaşımımızı 50 yıllık geçmişimizde ne yaptığımızı ve nasıl yaptığımızı anlatmıştık.

Milliyetçi ve muhafazakâr vatandaşlarımızın milliyetçi partilerin bölünmüşlüğünden yorulduğu doğrudur.

Milliyetçiliği ve muhafazakarlığı ne kendi tekelimizde ne de diğer partilerin tekelinde olan bir nitelik olarak görmüyoruz. Millet Partisi, dün olduğu gibi bugün de sağ partilerin işbirliği ve ittifakını savunmaktadır.

Her ne kadar ayrı bir parti olarak siyaset yapıyor olsak da, partimizi, tabelalarımızı, simgemizi ve liderimizi her şeyden üstün ve önünde görmediğimizi 1991 ittifakında ortaya koyduk. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.

Üstad Hacı Bektışı Veli’nin deyimi ile “Bir olmaya, iri olmaya ve diri olmaya” hazırız. 1991 ittifakında olduğu gibi ilkeler bağlamında bir araya gelmeye her fırsatta birlikte yürümek için gerekli adımları atmaya, iltihakı reddederek işbirliğine ve güçbirliğine her zaman hazırız.


Gençler ve Kadınlar Siyasetin Merkezinde

Gençler ve kadınların siyasette daha görünür olması gerektiğini vurguluyorsunuz. Bugün partinizdeki temsil oranı nedir ve önümüzdeki dönemde hedefiniz ne?

Partimizin kaynağını teşkil eden Yeniden Milli Mücadele Hareketi; kadını, erkeği ile bir gençlik hareketidir. Nitekim her dönem partimizde kadınlar genel başkan yardımcılığı yapmışlardır. Veya seçimlerde her kademede görev almak için adaylık başvurusunda bulunmuşlardır. Şu anda da partimizde genel başkan yardımcısı birden fazla kadın bulunmaktadır. Aynı şekilde başta Sayın Genel Sekreterimiz olmak üzere çok sayıda genç genel başkan yardımcılarımız bulunmaktadır.

Ancak şunu hemen ifade etmek gerekir ki; Millet Partisi kadroları hayatını Büyük Türk Milleti’nin varlık ve bekasına adamış kişilerdir. Dolayısı ile yaşları ne olursa olsun, ilk günkü azim, kararlılık ve heyecana sahiptirler. Nitekim yapmış oldukları çalışmalar bunun canlı şahididir.


Programınızda “bilimsel millî politika” vurgusu var. Parti bünyesinde araştırma ve analiz üreten birimleriniz var mı? Hangi başlıklarda somut raporlar hazırlıyorsunuz

Parti Politikalarımızı belirlerken sosyal bilimlerin veri ve yöntemlerini esas almaktayız. Zira ülkeyi yönetmek, toplumsal bir konudur ve bir toplumu yönetmektir. Toplum yönetimi, toplumsal açıdan sosyoloji bilimini, birey açısından psikoloji bilimlerinin yöntem ve verilerinin kullanıldığı bilinmektedir.

Devlet yönetiminde de aklın, bilimin, tecrübenin bugün geldiği noktada; 5 N, 1 K klasik söylemi ile;
1) Ne yapılacak?
2) Niçin yapılacak?
3) Nasıl yapılacak?
4) Nerede yapılacak?
5) Ne zaman yapılacak?
6) Kim tarafından yapılacak?
Bu durum doğal olarak planlamayı (insan, para, ekipman-araç-gereç vb.) beraberinde getirecektir.

Parti olarak bu bilinçle iktidara geldiğimizde ne yapacağımızı ve nasıl yapacağımızı bilen ekipler olarak işimizin başındayız. Bu bağlamda parti olarak Milletimizin teveccühüne mazhar olduğumuzda hemen icraya başlayacak şekilde hazırlıklarımız tamdır.
,
Partimizin bünyesinde eğitimden kültüre, sağlıktan güvenliğe, ekonomiden tarıma… değişik alanlarda yaşanan sorunlara çözüm önerileri geliştirmek üzere Politika Geliştirme Kurulu (POGEM) bulunmaktadır.

POGEM bünyesinde, alanında uzman partili ve partisiz, gönüllülük esasına göre sektörler esas alınarak oluşturulan ihtisas komisyonları çalışmalarını yürütmektedir…

Çalışmaların bilgi başlıklarını ve yöntemini belirleyen ve ihtisas komisyonu başkanlarından oluşan POGEM Koordinatörler Kurulu bulunmaktadır. İhtisas Komisyonları genelde 4 başlıkla raporlarını hazırlamaktadır…
a) Mevcut Durum,
b) Yaşanan Sorunlar,
c) Çözüm Önerileri,
d) Çözüm için SWOT analizi yapılarak;
kurumun 1- Güçlü Yönleri, 2- Zayıf Yönleri, 3- Fırsatları, 4- Tehditleri ortaya konmaktadır.


Sıklıkla “hürriyetçi, meşruiyetçi, milliyetçi” ilkelerden bahsediyorsunuz. Bugünkü iktidarın ve muhalefetin hangi politikaları bu ilkelerle bağdaşmıyor?

Partiler demokrasinin vaz geçilmez unsurlarıdır. İktidara gelen partiler, ülkemizde demokrasi kültürünün gelişmesi ve kemale ermesi için hürriyetçi ve meşruiyetçi (yürürlükte olduğu sürece Anayasa ve yasalara uyma) olmak ve milliyetçi politikalar üretmekle görevli olduklarının farkında olmaları gerekir…

Hürriyetçi olmak, diğer partilere ve fikirlerine saygı duymaktır. Milliyetçi olmak ise milletin menfaatlerini savunmak ve menfaatlerine uygun iş yapmak demektir.

Türkiye’de iktidar olan partiler, ne yazık bir müddet sonra güç zehirlenmesini yaşamaktadırlar. Bu durum meşhur hukukçu Lock’un “Güç bozar, mutlak güç mutlak bozar.” sözünü hatırlatıyor. Yani muktedirlerin yetkileri sınırsız değildir. Bu sınır elbette yürürlükteki Anayasa ve yasalardır.

Ancak, güç zehirlenmesi sarmalına giren iktidarlar, demokrasiyi askıya almaya kadar varan icraatlarda bulunabilmektedirler. Bu aşamada kendilerine engel gördükleri siyasi partiler ve partililer, muhalif basın-yayın organları, değişik suçlamalarla, kumpaslarla susturulmaya çalışılmakta, hatta bunun için yargı dahi kullanılmaktadır.

Örnek olması bakımından AKP iktidarında, FETÖ kumpasıyla yukarıda da belirtildiği üzere, üst kademe TSK mensuplarına yönelik açılan davalarda ordunun komuta kademesi yıllarca hapishanelerde tutulmuştur. Daha sonra kendilerine isnat edilen suçlardan beri oldukları anlaşılıncaya kadar hürriyetlerinden mahrum edilmişlerdir.

Yine AKP iktidarında bu gibi hukuksuzlukların işlendiği neredeyse sıradan uygulamalar olmaya başladı. Son aylarda muhalefet partili belediye başkanlarına yönelik olarak yolsuzluk isnadıyla takibat başlatılmıştır. İsnat edilen suçlar ispat edilebilecek mi, yoksa yeni mağduriyetlere mi sebep olunacak, ancak gerçekler ortaya çıkınca belli olacaktır.

Muhalif gazetecilere ve iş insanlarına yönelik yargının sopa olarak kullanıldığı algısı da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Seçimlerde yaşanılan usulsüzlük ve hukuksuzluklar, seçim kanunlarının ihlal edilmesi ve diğer usulsüzlükler vb. saymakla bitmez. Bütün bunlar “meşruiyet” kavramı ile örtüşmeyen tutum ve davranışlardır.

Muhalefet konusuna gelince; Cumhur ittifakı adıyla bir kısım muhalif partiler vekil olmak hesabını yaparak iktidarın yanımda konumlanmışlardır.

Ana muhalefet partisi ise kendi içinde bir dolu çıkmazları yaşayagelmektedir. Özellikle parti kurultaylarında yaşandığı iddia edilen ve demokrasi kültürü ile bağdaşmayan söylentiler tiksinti vermektedir.


Uydu Muhalefete Sert Eleştiri

“Uydu muhalefet” ifadesini kullanıyorsunuz. Tam olarak neyi kastediyorsunuz? Hangi somut örneklerle bu eleştiriyi desteklersiniz?

Bilindiği gibi uydu, bir gezegenin etrafında dönen gök cisimleridir. Buradan hareketle, görünürde bir muhalefet partisi gibi hareket eden ama beyanatları ve faaliyetleri ile iktidarın ekmeğine yağ süren muhalefet partilerini tanımlamak üzere uydu muhalefet söylemini dillendiriyoruz.

Bu tanımlamanın temelinde, Türkiye’de siyasetin, istisnai dönemler hariç, dışarıdan yönetilmesi ve yönlendirilmesi yatmaktadır. Bu dediklerimiz bir itham değil, tersine Türkiye’nin gerçekleridir. Bunu küresel güçlerin desteği ile AKP’nin kuruluşunda, iktidara getirilişinde ve politikalarında, taraflı tarafsız herkes hem de inkâr edilemeyecek şekilde görmüştür.

AB’ye uyum masalıyla iktidar tarafından gece yarıları yasalar çıkarılır, mevzuat düzenlemeleri yapılırken muhalefetin de işin içinde olduğuna şahit olmadık mı? Şimdi ABD ve AB’nin dayattığı, yüzyılların projesi “Kürt Sorunu”na çözüm adıyla başlatılan ve adına “Terörsüz Türkiye” denilen aldatmaca da iktidarıyla muhalefetiyle bütün partilerin kurdurulan komisyona dahil olduğunu görmedik mi?

Her şey şeffaf olacak denilen bu süreçte, komisyonun daha ikinci toplantısında, istisnasız bütün partilerin oylarıyla görüşmelerin kapalı yapılması ve tutanakların 10 yıl süreyle gizli tutulmasına karar verilmedi mi?

Kendilerine “Terörsüz Türkiye” aldatmacası görevi verilen AKP, MHP ve DEM dışında, CHP’nin ve komisyona katılan diğer partilerin bu tutumları, bizim “uydu muhalefet” tanımlamamızın bir yakıştırma değil gerçek olduğunu göstermiştir. Bu hususta kamuoyu tarafından bilinen onlarca örnek vermek mümkündür.


ÖCALAN’nın hakkının ne olduğunu, yargılandığı mahkeme açıklamıştır

Gündemdeki “umut hakkı” tartışmaları özellikle terör suçları açısından toplumsal hassasiyet doğuruyor. Hukuk ve adalet dengesi açısından sizin yaklaşımınız nedir?

Umut; sadece iftira veya itham üzerine işlemedikleri fiiller nedeniyle tutuklanan, hapis yatırılan masum insanların hakkıdır. Türkiye’yi bölmek için emperyalistlerce 20. YY. başlarında Sevr Anlaşması ile gündeme getirilen “Kürt Sorunu” iktidarı ve muhalefeti ile Türkiye’nin gündemine oturtulmuştur.

1980 Askeri Darbesinin ardından, güya Kürtlere hak ve özgürlüklerini kazandırmak için kurdurulup 1984 yılında eylem yapmaya sevk edilen PKK ve onun elebaşı, bebek katili ve 10 binlerce insanımızın katili Apo’ya umut hakkı olamaz.

Öncelikle PKK ve Abdullah ÖCALAN’ın varlığı ve eylemlerinin kaynağının ne olduğu tam ve doğru tespit edilmelidir. Dolayısıyla soruna doğru teşhis koyalım ki doğru çözümler üretebilelim…
Kürt kardeşlerimizin yoğun olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizin, hizmet yönünden devlet tarafından ihmal edildiği PKK tarafından hep istismar edilmiştir. Bu durumu propaganda malzemesi olarak yer yer Kürtleri devlete karşı kışkırtmak üzere yurtdışında planlar yapıldığı bilinmektedir.

Türkiye’nin bölünmesine yemin etmiş mihraklar coğrafyamızda Binbaşı Noell’leri, Lawrence’leri ve Eğitim Gönüllülerini bu amaçla görevlendirmişlerdir. Zaman içinde bu kötü niyetli, kötü insanlar belirli kesimler ve bazı aşiretler üzerinde etkili olmuşlardır.

Bu ortamı kullanmak üzere kurdurulan PKK’nın hain eylemleriyle binlerce asker, polis ve köy korucusunu şehit olmuştur. PKK bölgede Türk veya Kürt ayrımı yapmadan beşikteki bebeklere, ihtiyar dedelere ve ninelere kadar binlerce insanımızın canına kıymıştır. Sormak lazım, 50 bin insanımızı öldüren ve Türkiye’ye 200 milyar dolar maddi zarar açan PKK’nın başı Abdullah ÖCALAN daha ne yapması gerekirdi? Eğer Abdullah ÖCALAN umut hakkından yararlanırsa hapishanelerde hiçbir vatandaşımızın kalmaması gerekir. Kim bebek katili kadar suç işlemiştir ki hapiste tutulsun?

Hukukun hükümleri geneldir, kişiye özel hukuk düzenlemesi olamaz. Bu bağlamda değil “umut hakkı”, Abdullah ÖCALAN’nın hakkının ne olduğunu, yargılandığı mahkeme son duruşmada açıklamıştır.

O günlerde Mecliste kürsüden ip atan siyasi, ABD ve AB istediği için idamın kalkmasına evet diyen kişiyle aynı kişidir. Bugün de bu kişi Abdullah ÖCALAN’a umut hakkı istemesi, birilerine gerçeklerin ne olduğu hakkında fikir vermelidir. Ve vatandaşlarımız başlarını ellerinin arasına almalı ve yedi ışınlı ampulün kimler için yandığını düşünmelidir.


Filistin İçin Sert Çıkış: Nota, Ambargo, Boykot

Dış politikada özellikle Filistin meselesinde daha güçlü bir tavır alınması gerektiğini söylüyorsunuz. Türkiye’nin elinde hangi diplomatik ve ekonomik araçların devreye sokulmasını öneriyorsunuz?

Öncelikle mevcut iktidardan Filistin konusunda İsrail’e karşı samimi olarak tavır almasını beklemek saflıktır. Çünkü konunun bu hale gelmesinde başta BOP’un Eş Başkanı olarak Sayın Erdoğan doğrudan hisse sahibidir. Çünkü BOP, 1982 yılında İsrail’in güvenliği için Oded YİNON tarafından hazırlanan ve basında ”YİNON” planı olarak isimlendirilen planın güncellenmiş halidir. Dolayısıyla BOP ile uzaktan yakından ilgisi olanlar Gazze konusunda üzülüyormuş ve İsrail’in yaptıklarını kınıyormuş gibi rol yapmaları gözlerden kaçmamaktadır…

Hem BOP’un eş başkanı olacaksın ve bu görev bağlamında önce Irak’ın, ardından Suriye ve Libya’nın parçalanmasında ABD ile iş tutacaksın, şimdi kalkıp Orta-Doğu’nun bu sisli ortamında Gazze’ye sahip çıkacaksın… Anadolu’da bir söz vardır, “Kurt bulanık havayı sever.” derler. İsrail tam da bu ortamda Gazze’yi yerle bir etmiş, Lübnan’ın topraklarına girmiş, Suriye’nin savunma gücünü sıfırlamış ve Golan Tepelerini ilhak etmiş, Şam’a 25 km. mesafeye kadar Suriye topraklarını işgal etmiştir.

Soru şu: ABD ile birlik olup Suriye’nin paramparça olması kimin işine yaramıştır?
Elbette İsrail’in işine yaramıştır. Türkiye ABD ile birlikte, İsrail’in yayılmacı politikasında Suriye özelinde yol temizliği yapılmıştır.

Suriye konusu bu haldeyken Türkiye’nin İslam ülkelerini İsrail’e karşı tavır almaya çağırması ne kadar etkili olur? İstanbul’da düzenlenen silah sanayi fuarına katılan İsrail’i protesto eden genci tutuklayan Türkiye Gazze konusunda ne söyleyebilir? Kim bilir BOP uygulama süreci devam ettiği için Gazze konusundaki iktidarın tavrı, “Timsahın göz yaşları”dır.
Ortadoğu’da olan bitenleri ve bilhassa BOP’un uygulama sürecinde, “sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan İsrail’in “ Vaad edilmiş topraklar.” yolunda genişleme politikası gerçeğini bölge ülkeleri (Türkiye, Suriye, İran, Irak, S.Arabistan, Lübnan, Mısır vb.) doğru okumalı ve doğru tahlil etmelidir…”

BOP ile ilgili bu gerçekler ortada iken haklı olarak milletimizin ve mazlum Filistinlilerin Türkiye’den beklentileri vardır…

1) Türkiye bölgede sömürgeci güçlerin, İsrail gibi kirli işlerini gören vekil bir devlet anlayışına sahip olmamalıdır. Türkiye, Türkiye’den yönetilmelidir. Bölgesel paktlar kurmak ve paktların katılımcı devletlerin bölgenin hak ve menfaatlerini koruyan, özgür ve hür iradesi ile hareket kabiliyetini muhafaza etmesini temin etmelidir.
2) Filistin’de yakılan ateşin ülkemizi de sarmasından önce Türkiye ağırlığını koymalı ve bu zulmü durdurmalıdır.
3) İsrail Büyükelçisi Dışişlerine çağrılarak nota verilmeli ve sınır dışı edilmeli, elçimiz geri çekilmelidir.
4) Türkiye İsrail ile bütün ilişkilerine askıya almalıdır.
5) İslam İşbirliği Teşkilatını toplayarak diğer İslam ülkelerinin de İsrail ile ilişkilerini kesmesi sağlanmalıdır.
6) Türkiye’den İsrail’e mal ve petrol sevki durdurulmalıdır.
7) Türkiye Filistin konusunda BM’de etkin olmalı, İsrail’i kınayacak, savaşı durduracak şekilde BM’yi harekete geçirebilmelidir.
8) Türkiye güçlü bir liderlik sergileyerek İsrail’in katliamlarına karşı harekete geçen devletlerle birlikte ortak hareket etmelidir.
9) İsrail’e her türlü desteği veren Kürecik gibi istasyonların, tesislerin bu yöndeki faaliyetleri engellenmeli, engel olunamıyorsa kapatılmalıdır.


Böylece beş bölümlük röportaj dizimizi tamamlıyoruz. Bu samimi sohbet için Sayın Nacar’a teşekkür ediyoruz.

Benzer Videolar