ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA
Mehmet Uygar Keleş kaleme aldı...


Bir geceydi… Soğuk, acımasız ve karanlık bir gece. Tarih 25 Şubat 1992’yi gösteriyordu. Kar, Hocalı’nın üzerine sessizce yağıyordu. Sanki gökyüzü, o gece yaşanacak olan vahşeti örtbas etmek için beyaz bir örtü seriyordu. Ama ne yazık ki, karın beyazı, o gece akan kanın kırmızısını gizleyemedi. Hocalı, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birine tanık oldu. Bir kasaba, bir halk, bir medeniyet, o gece yok edildi. Geriye sadece acı, gözyaşı ve bitmeyen bir hüzün kaldı.
Hocalı, Azerbaycan’ın kadim topraklarında, Dağlık Karabağ’ın göbeğinde bir kasabaydı. Sessiz, sakin, insanların birbirine kenetlendiği, çocukların sokaklarda koştuğu, yaşlıların kapı önlerinde sohbet ettiği bir yerdi. Ama o gece, bu sessizlik bir anda çığlıklara, feryatlara dönüştü. Tanklar, silahlar, bombalar… İnsanlık dışı bir vahşet, Hocalı’yı kan gölüne çevirdi.
O gece, 613 masum insan katledildi. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar… Hepsi bir anda hayatlarını kaybetti. Kimi kurşunlarla can verdi, kimi yakıldı, kimi diri diri toprağa gömüldü. 1275 kişi esir alındı, 150’si ise bir daha hiç bulunamadı. Kayıplar… Kayıp hayatlar, kayıp umutlar, kayıp gelecekler… Hocalı, o gece bir mezarlığa dönüştü. Ama bu mezarlıkta taşlar yoktu, sadece çığlıklar vardı. Çığlıklar ki, hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor.
Bir çocuk düşünün… Henüz hayatın ne olduğunu bile anlamamış, oyun oynamayı, gülmeyi, koşmayı seven bir çocuk. O gece, o çocuğun gözlerinde korkuyu gördünüz mü? O masum yüzünde, ölümün soğuk nefesini hissettiniz mi? Bir anne düşünün… Çocuğunu kollarına almış, kaçmaya çalışıyor. Ama nereye kaçabilirsin ki, etrafın düşmanla çevriliyken? Bir baba düşünün… Ailesini korumak için elinden geleni yapıyor, ama silahların gölgesinde ne kadar dayanabilirsin ki? Hocalı, işte bu insanların hikayesiydi. Bir halkın, bir milletin, bir medeniyetin yok oluşuydu.
O gece, sadece insanlar ölmedi. Hocalı’da umutlar da öldü. Hayaller, sevgiler, geleceğe dair tüm planlar… Hepsi bir anda yok oldu. Bir kasaba, bir halk, bir kültür, tarihin karanlık sayfalarına gömüldü. Ama en acısı, bu katliamın dünya tarafından görmezden gelinmesiydi. İnsanlık, o gece Hocalı’da öldü. Vicdanlar, adalet, merhamet… Hepsi bir anda yok oldu.
Hocalı Katliamı, sadece Azerbaycan’ın değil, tüm insanlığın yarasıdır. Bu katliam, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biridir. Ama ne yazık ki, bu acı, bu hüzün, bu yara, hâlâ kanıyor. Hocalı’da ölenler, sadece o gece ölmedi. Onlar, her 25 Şubat’ta yeniden ölüyor. Her birimizin kalbinde, her birimizin vicdanında, onların çığlıkları yankılanıyor.
Peki, biz ne yapıyoruz? Bu acıyı unuttuk mu? Yoksa unutmak mı istiyoruz? Hocalı’da ölenler, sadece Azerbaycan’ın evlatları değildi. Onlar kardeşimizdi... Onlar, insanlığın evlatlarıydı. Onların acısı, hepimizin acısıdır. Onların hikayesi, hepimizin hikayesidir. Bu yüzden, Hocalı’yı unutmamalıyız. Bu acıyı, bu hüznü, bu yarayı, hep hatırlamalıyız.
Hocalı, bir kasaba değildir. Hocalı, bir semboldür. İnsanlığın nasıl vahşileşebileceğinin, nasıl acımasız olabileceğinin bir sembolüdür. Ama aynı zamanda, umudun, direnişin, bir daha asla yaşanmaması için mücadele etmenin de bir sembolüdür. Hocalı, bize insan olmanın ne demek olduğunu hatırlatır. Vicdanlı olmanın, adil olmanın, merhametli olmanın ne demek olduğunu…
Bugün, Hocalı’da ölenleri anarken, onların acısını hissetmeliyiz. Onların çığlıklarını duymalıyız. Ve bu acının bir daha yaşanmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü Hocalı, sadece geçmişte kalan bir trajedi değildir. Hocalı, bugün de, yarın da hepimizin sorumluluğudur.
Hocalı’da ölenler, sadece birer sayı değildir. Onlar, birer hayattı. Birer umuttu. Birer sevgidi. Onlar, birer insandı. Ve onlar, bizim insanlığımızın bir parçasıydı. Bu yüzden, Hocalı’yı unutmayalım. Bu acıyı, bu hüznü, bu yarayı, hep hatırlayalım. Ve bir daha asla böyle bir vahşet yaşanmaması için mücadele edelim.
Hocalı, bir kasaba değildir. Hocalı, bir çığlıktır. İnsanlığın çığlığıdır. Ve bu çığlık, hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor…
Mehmet Uygar Keleş