ÇANAKKALENİN 100 YILLIK EFSUNU

ÇANAKKALENİN 100 YILLIK EFSUNU

Türk' ün küfre, medeniyetsizliğe, barbarlığa, işgalciliğe ve topyekün dünya kafirlerine ve haçlı zihniyetine karşı farklılıklarını zenginliğe çevirerek birlik beraberlik ile güçlü bir imanla kazandığı mübarek zafer ; #18Mart1915 in Kahramanlarına selâm olsun, Aziz Ruhları şâd olsun, makamları âli olsun.Rahmet, duâ ve minnetle anıyoruz.Amma ve lakin,

ABONE OL
20 Mart 2024 07:22
ÇANAKKALENİN 100 YILLIK EFSUNU
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kültürsüzlügün kültür gibi algilanip kültür haline geldigi bir zamanda kültürel içerikli bir dergiye yazi yazmanin, hem de içinde tarihten baska bir sey birakilmayan CANAKKELE gibi tarihi bir olay hakkinda yazmanin zorluğunun idraki ile yazdigimiz bir yaziyi sizlerle paylasmak istedik.. RETÖ/Ergenekon/FETO Tredi-komedyanin sinirleri zorlayan noktaya geldigi su günlerde millet olarak nasil bir kumpas altinda olduğumuzu ve bu kumpasin yaklasik 100 yil öncesindeki parmak izlerine isaret etmeyi, (dogru anlasilmayi umarak) amaçladik…

Tarihi olaylari iyi okumak lazim.. Iyi okumak lazim derken elbetteki kaynak önemli, ama kaynaktan önemlisi de algilama ve anlama olgusudur…

Aslinda cereyan eden olay zaman ve mekan kapsaminda “iki kere iki dört eder” hükmünce müspet ve asikar iken, toplumlarin bakis acisi ve olaya yükledigi degerler, netice itibari ile olayi degisik tanimlamaya vesile olur.. Yani sizin fetih dediginiz bir tarihi olaya baskalari rahatlikla istila diyebilir… Biraz daha açmak gerekirse, biz Istanbul’un fethi derken, Bizans esrafinin Istila serzenisleri gibi..

Burada tarihin dogru ve yanlis ile degil, taraf olmakla ifade edildigi gerçegine ulasildigini kabullenmek elzemdir diye düsünüyoruz… Diger bir deyisle tarihin dogru-yanlis, hakli-haksiz olmaktan ziyade taraf olmakla ifade edildigini görmek ve kabullenmek durumundayiz.. Bu baglamda her konuda güç sahibi olma olgusu devreye girer ki; gücünüz nispetinde dogrularinizi tarihe yansitirsiniz…

Bu mantikla irdelenen tarihten daha müspet sonuçlar çikarilacagi kanaatiyle Çanakkale mevzuunu da bu açidan ele alinmasinin gerektigini düsünce aklimaza hemencecik bir soru gelmektedir… Çanakkale gerçekten geçilmez mi? Yani geçilemedi mi?

Çanakkale’yi destanlastiran ecdadin penceresinden baktiginizda bu sorulara tereddütsüz cevap “Hayir geçilmez ve asla geçilemedi!..” dir

Devlet ve millet olarak dünya konjüktürü’ndeki bugünkü konumumuza bakinca ise, Çanakkale geçilemeye dursun, birilerinin Ankara’yi isgal ettigi gerçegini kabullenmemeyi de bes bin yilik bir milli suur birikiminin inkari olarak algilamak lazimdir diye düsünüyoruz…

Bu noktada iki Çanakkale görmek mümkündür.. Biri yasanan Çanakkale, digeri yasayan Çanakkale… Mezar taslariyla övünmeyi karakter haline getirdigimizden beri, sahadet olgusunun genlerindeki milli suuru algilayamaz olduk.. Hatta yanlis algilar olduk.. Çanakkale destaninin yazilmasina vesile olan o meshur Cihan Harbi irdelendiginde, baslangiç itibari ile taraf olmayan bir milletin savas magduru olarak tarumar edilmesinin, topraklarinin cetvelle çizilmis ülkeler haline getirilmesinin ardindaki gizemi görmemek için isbirlikçi olmak lazim gelir diye düsünüyoruz…
Çanakkale’ye milli suur eksikligi ile baktiginizda yasanarak destanlasmis bir Çanakkale yerine sadece yildönümlerinde riyakarca yasayan bir Çanakkale görürsünüz..

O günkü sartlar ve günümüz sartlarinda tarihi gerçekler irdelendiginde, “ Yil dönüm kutlamalarina katilan çok uluslu soysuz cühelanin torunlarina sunulan çiçeklerin her zerresinde süheda kani oldugunun idrakinde olan var mi acaba?.. “ diye sormak geliyor içimizden… Hatta ve hatta Çanakkale’yi kana bulayan o azgin, ne idigü belirsiz güruhu sanki hafta sonu piknik yapmak için Çanakkale’ye gelmis gibi göstermeye çalisan zihniyetin de kime hizmet ettigini sorgulanmasi gerektigine inaniyoruz…

Bu mücadeleyi destanlastiran kan ve canlar açisindan, savasa gönüllü katilan akademisyenler olayini özellikle dikkatlere sunmayi milli suur açisindan gerekli görmekteyiz..
Malum meselenin öyküsünü Prof. Cengiz Kuday’ söyle anlatir:
“1915 yilinda Istanbul Erkek Lisesi, Galata’da Kemeralti Caddesi’nde bugünkü Saint Benoit okulunun bulundugu binadaydi. Çanakkale’ye vatan savunmasina katilan Erkek Liseli ögrencilerden yaralananlar Istanbul’a dönüyorlar ve yaralari okulda tedavi ediliyordu. Bu nedenle okulun tas duvarlari savas kurallarina göre saldiri hedefi disinda kalmasi için hastane rengi olan ‘sari’ya boyandi. Tedavi gören ögrenciler tekrar Çanakkale’ye gitti. Tipki Istanbul Üniversitesi talebesi agabeyleri gibi. 19 Mayis 1915 Çarsamba günü, Çanakkale Savaslari’nin tarihe en kanli ve en kayipli günü olarak geçen günüdür. O gün alti buçuk saat süren düsman hücumunun sonunda 2. Tümen’in çogu ögrenci olan 10 bin askerinin tamami sehit oldu. Dolayisiyla savasa gönüllü giden Istanbul Erkek Lisesi ögrencilerinin hiçbiri o kanli günün sonrasinda geri dönemedi. Okulun Karaköy binasinin toplanti salonuna bu haber ulastiginda, yasli idareciler ve ögrenciler karar verip ögrencilerinin-arkadaslarinin anisina bütün pencereleri matem isareti olarak ‘siyah’a boyadilar. Binanin o gün üzerinde tasidigi sari-siyah renkler daha sonra hem lise armasinin hem de 1926 yilinda Istanbul Erkek Lisesi bünyesinden çikan Istanbulspor kulübünün renkleri oldu.”
Sadece Istanbul Erkek Lisesi ya da Galatasaray Lisesi ögrencileri degil elbette Çanakkale’de kaybettigimiz akademsyenler.. Tibbiye 1921 yilinda bu nedenle mezun verememistir!..

Yine müze olarak kulanilan Fatih döneminden kalma kalenin 6 metre kalinliginda duvarlara sahip muhtesem bir yapi oldugu anlatilsa da „ Canakkale’yi geçilmez yapan Osmanli medeniyetinden birseylerin gelecek nesillere ulasmasini engellemek gayesiyle midir nedir bilinmez! “ yorumuna mahal verebilecek bir ilgisizlige terk edidigni bilmez mi bu ülkenin büyükleri..

Hatta ziyaretçileri gezdiren askerlerin”Mahzenler arastirilmadi. Bir ikisi disinda girisleri nerede belli degil, kazi yapilmasi lazim” dediklerini de mi duymaz bu devlet erkani!…

Yildönümü kutlamalarini milli suudan yoksun, ticari ve turistik bir anlayisla degerlendiren isbirlikçi beyinler, satisa sunduklari esyalarda TÜRK mefhmunu islememeye özellikle mi çaba sarfetmektedirler?..

Her defasinda oldugu gibi gavur, düsman cephede kaybetmenin acisini masa basinda mi çikartmaktadir?..
Diger manada o gün geçilemeyen Çanakele’nin bugün nasil geçildigi mi vurgulanmaya çalisiliyor?..
Hadi düsman bunu yapiyor diyelim.. Ya bizim dediklerimizin yaptigina ne diyelim? Gaflet degise ihanet degil midir bu?

Canakkale’deki askeri zaferin hikmetini kendinde arayan zihniyet, bati medeniyeti dedigi seyin karsisindaki ezilmisligin vebalini neden baskalarinin üzerine yikmaya çalisir hep!.. Yine bu zihniyetin icraatlerine baktiginizda sanirsiniz ki, sanki verilen mücadele okyanus ötesinden gelen isgalicilerle degildi de, yaklasik 700 yil kendi dogrularinca insanligin hizmetinde olmus bir medeniyetleydi!..

Niye gerçeklerle yüz yüze gelmekten kaçiyoruz?. Neden kahramanlarimiz hep ölüdürler?.. Ya da diger bir deyisle, neden bu ülkede ölmeden kahraman olunmaz? Bu milletin kaç asirdir yasayan kahramanlari yok, hiç hesap eden oldumu?..
Milli dinamiklerimizi, neden hep ölüm üzre sloganlara garg ederiz?.. Vatan için gerektiginde elbette ki seve seve can ve kan verecegiz.. Ama neden hep vatan için ölmeyi düsünür de, vatanin bekasi için yasamayi vurgulamayiz?.. Ölmek daha kolay oldugundan, kolayi mi tercih eder olmusuz acaba?.. Yoksa bunu bize dikte ettirenler mi var?

Vatan için, mukeddesat için ölümü küçümsedigimden degil, zoruma gidiyor ölmek için yasamak.. Yasayan ölüler haline gelmedik mi?.. Su ölüm sendromundan bir kurtulup, vatan ve mukeddesat için yasamayi göze alabilsek, bakin neler degisecek kendiliginden!..

Aslinda Çanakkelede ruhlari ölümsüzlestiren yasama inanci degil midir?.. Havada çarpisan mermiler arasinda canpazari kuranlarin, ugruna can vererek yasatmayi düsündükleri neydi acaba?.. Anzak askerlerinin masumiyetini sergilemek için yordugumuz kadar, bu konu hakkinda kafa yorduk mu hiç?..

Peki o sühedanin kahramanligina sahip cikip destan yazarken, ugruna kan dökülüp can verilen degerlere niye sahip çikmayiz?.. Bu mudur sehid’e, sühedaya saygi!.. Bize göre hayir!.. Bu olsa olsa riyakarlik, münafikliktir!..

Senaryasu kim tarafindan yazilip, kim tarafindan finanse edildigi dahi tam net belli olmayan bir iki belgesel (sözüm ona bu belgesel ne hikmetse oscar ödülüne aday addedilmsti) ve asrin modasi haline gelmis salon milliyetçiliginin refleksi olarak tiyatrolasmis bir iki salon gösterisi mi, Çanakkale’nin ifadesi ve de mukafati?..

Belki ifade tarzimiz agir olacak ama, bu Çanakkaleye hakeret ve zülmdür…

Ve biz inaniyoruz ki, anzak gavurunun attigi kursunlar bu kadar incitmemistir, orada can veren vatan evlatlarini…

Yine inandiklari hayat tarzlari üzre yasamayanlar, yasananlar üzre hayat tarzina inanmaya baslarlar… Bugünki geldigimiz nokta malesef bu noktadir…

Tarihi dogru okumali, dogru anlamali ve dogru anlatmaliyiz.. 16 devlet kurmus bir organizasyon kabiliyetine sahip olusumuz anlatilirken, bu devletlerin 15’nin fitne, fesat ve isbirlikçi hain zihniyetler tarafindan yikildigini da anlatmak lazimdir…
Gelinen bu noktada kimse beni Abdul Vahap Kocaman’in „ Biz bu vatani deynanen (deynek ile) vura vura kurtardik !..„ sözlerine inandiramaz!.. Hele de son sinir ötesi harekat esnasinda „sinirlarin yanlis çizildigi „ dillendirildikten sonra!..

Netice itibari ile „ Çanakkale’de Türkler var miydi mesela… Ya da orada hayatini kaybeden Türkleri de anmak gerekir mi? „ sorularina cevap bulmaya çalisirken, Canakkale gerçegini bir irdeleyelim insaallah…

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


    HIZLI YORUM YAP