CAMBAZA BAK

(Rahatsızlıklarımın nüksetmesi dolasıyla yazılarıma ara vermek zorunda kalmıştım. Affola...)

Kılıçların Çatıltısı ve Susturulmaya Çalışılan Tarih

Harbiye, Türk ordusunun köklü geleneği, Mustafa Kemal Atatürk'ün mirasıdır. Harbiyeli öğrenciler, mezuniyet törenlerinde kılıçlarını çatarak "Mustafa Kemal’in askerleriyiz" diye haykırdıktan sonra haklarında açılan soruşturma, Türkiye’nin nasıl bir demokrasi yolunda ilerlediğine dair ciddi bir tartışma başlatmıştır. Ne oldu da bu gençler, Atatürk'ün adını anarak, onun askerleri olduğunu ifade ettikleri için hedef haline geldiler? Bu durum, sadece bir disiplin meselesi mi yoksa daha derin bir siyasi krizin tezahürü mü?

Tarihi Miras ve Bugünün Siyasi İklimi
Harbiye, Türk ordusunun omurgasını oluşturan köklü bir eğitim yuvasıdır. Mustafa Kemal Atatürk de bu okuldan mezun olmuş, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesini burada filizlendirmiştir. Her Harbiyeli, mezuniyet törenlerinde "Mustafa Kemal’in askeriyiz" diye kılıç çatar. Bu gelenek, yıllardır devam eden bir semboldür; sadece ordunun değil, Cumhuriyet’in de mirasını taşır. Ancak bu sembol, bugünün Türkiye'sinde siyaset ve ideolojik kamplaşmaların arasında sıkışmış gibi görünüyor. Bu gençlerin mezuniyetlerinde dile getirdiği bu sözlerin bir “suç” gibi soruşturma konusu yapılması, yalnızca Harbiyeli öğrenciler için değil, Atatürk'ün mirasıyla özdeşleşmiş olan Türk ordusu için de yeni bir dönem mi başlıyor sorusunu gündeme getiriyor.

İdeolojik Sınır Çizgileri
Bugün Türkiye'de, "Mustafa Kemal'in askerleri" ifadesi bir ideolojik sınır çizgisi haline gelmiştir. Oysa bu sözler, bağımsızlık savaşını kazanmış bir milletin liderine olan saygıyı ve onun askeri vizyonunu temsil eder. Harbiyelilerin bu ifadeyi kullanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine olan bağlılıklarını gösterir. Peki neden bu kadar rahatsızlık yaratıyor?

Son yıllarda, Türkiye’de Atatürk'e ve onun ideallerine duyulan resmi saygının siyasi zeminlerde sarsılmaya çalışıldığını görüyoruz. Atatürk'ün mirası, Cumhuriyet'in kurucu ilkelerine bağlı olanlar için hala bir kılavuzken, mevcut siyasi iklim bu mirasın üzerine gölge düşürmeye çalışan bir tavır içinde. Bu tavrın arkasındaki neden ise oldukça açık: Geçmişi ve Cumhuriyet'in kurucu değerlerini referans alarak ilerleyen bir toplum, mevcut yönetimin toplumsal ve siyasi hegemonyasını zora sokabilir. Bu yüzden Atatürk ve onun sembollerinin yıpratılması, yeni bir toplumsal düzenin kurulması için bir ön hazırlık gibi görülüyor. Ancak bu süreçte Harbiyeli öğrencilerin hedef alınması, bu ideolojik mücadelenin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.

Gençlere Mesaj mı Veriliyor?
Bu soruşturma, sadece bu öğrencilerin mezuniyet töreninde söyledikleri birkaç kelimenin bedelini ödetme çabası değil. Bu, aynı zamanda Türkiye’deki genç nesle bir mesaj verme girişimidir. “Düşünceleriniz ve inançlarınız, mevcut siyasi yapıya ters düştüğünde sonuçlarına katlanacaksınız” mesajı açıkça veriliyor. Bugünün gençleri, toplumsal değişimin en dinamik unsurlarıdır. Onlar, gelecek nesillerin liderleri olarak şekillendirilmek isteniyor. Ancak, bu liderlerin nasıl bir ideolojik zemin üzerinde yetiştirileceği konusunda belirgin bir çatışma yaşanıyor.

Bugünün siyasi ikliminde Atatürk ve onun ilkeleri üzerinden bir baskı kurma çabası, yalnızca Harbiyeli gençler üzerinde değil, Türkiye’nin genel eğitim ve düşünce sisteminde de derin bir etkiye sahiptir. Gençleri korkutmak, susturmak ya da ideolojik olarak biçimlendirmek isteyen bu yaklaşım, ülkenin geleceğini tehdit etmektedir. Zira eleştirel düşünceye, özgürlüğe ve demokratik değerlere sahip gençlerin yetişmediği bir toplumda, ne gelişim sağlanabilir ne de demokrasiden bahsedilebilir.

Tarihe Karşı Kılıç Sallamak
Harbiyeli öğrencilerin mezuniyet törenindeki kılıç çatma geleneği, sembolik olarak bir bağlılık ve saygı duruşudur. Ancak bu törende yaşananlar, tarihin bugünkü iktidarla çelişen yönlerini yok etmeye çalışmanın bir yansımasıdır. İktidar, Atatürk’e ve onun mirasına karşı bir mesafe koymak isteyebilir. Ancak tarihin önüne set çekmek imkânsızdır. Kılıçlar sadece bir törensel sembol olabilir, ancak o kılıçlar aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerini savunmanın bir simgesidir. O yüzden, bu soruşturma aslında tarihe karşı bir kılıç sallamaktır.

Atatürk'ün askerleri olduğunu haykıran bu gençlere karşı başlatılan bu süreç, yalnızca bireysel bir olay olarak kalmamalıdır. Bu, Türkiye’nin geleceğine dair daha geniş bir resmin parçasıdır. İktidarın, Atatürk’ün mirasıyla olan mesafesini her fırsatta daha da açmaya çalışması, bu tür sembolik olaylar üzerinden toplumun şekillendirilmesi gayretini ortaya koyuyor.

Sonuç
Harbiyeli öğrenciler, kılıç çatarken sadece bir geleneksel töreni yerine getirmediler; aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerine olan inançlarını gösterdiler. Onlar "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" dediklerinde, tarih ve mirasa duyulan bir sadakat ifadesinde bulundular. Bu gençlere karşı başlatılan soruşturma, tarihe ve bu mirasa karşı bir sessizleştirme çabasıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, tarihe karşı kılıç sallayanlar, eninde sonunda o kılıcı kendi üzerlerine döndürürler. Harbiyelilerin çatırtısıyla yankılanan bu tarih, susturulmaya çalışıldıkça daha güçlü yankılanacaktır.


Narin'in Çığlığı: İstismar, Cinayetler ve Saklanan Gerçekler

Türkiye’de her yeni bir çocuk cinayeti haberi, yürekleri dağlarken aynı zamanda toplumun karanlık yüzüne ayna tutuyor. Narin cinayeti, bu karanlık olaylar zincirinin son halkası olarak ülkenin dört bir yanında infial yarattı. Peki, bu vahşetin ötesinde, perde arkasında neler oluyor? Narin’in hayatı vahşice sona ererken, medyada cinayetin üzerine bu denli gidilmesinin ardında ne yatıyor? Daha da önemlisi, bu cinayetler, istismar olayları ve çocuklara karşı işlenen suçlar neden bir türlü son bulmuyor?

Narin Cinayeti: Bir Simge mi, Yoksa Bir Saptırma mı?

Narin, Türkiye’de çocuklara karşı işlenen suçların sembolü haline getirildi. Henüz hayatının baharındaki bir çocuğun maruz kaldığı korkunç şiddet ve cinayet, vicdanları sarstı. Ancak bu cinayetin böylesine köpürtülmesi, tek başına bir vicdan meselesi mi, yoksa daha derin ve sistemik sorunların üzerini örtme çabası mı? Medya ve toplum, bu tür olaylarda çoğu zaman tek bir olaya odaklanarak, sanki bir süre sonra her şeyin çözüme kavuşacağını varsayıyor. Oysa Narin’in ölümü, yalnızca bir zincirin halkası; çocuk istismarı ve cinayetleri, derinlerde yatan çok daha büyük bir toplumsal çöküşün işareti.

Çocuklara Karşı İşlenen Suçlar: Sistemik Bir Sorun

Çocuk istismarları ve cinayetleri, Türkiye’de maalesef yeni bir sorun değil. Son yıllarda artan medya ilgisiyle daha fazla görünür hale gelse de, bu olaylar uzun zamandır süregelen bir gerçekliğin dışavurumu. Yoksulluk, eğitimsizlik, hukuki boşluklar ve toplumsal çöküş, bu suçların temelinde yatan unsurlar. Çocuklar, en savunmasız kesim oldukları için en kolay hedefler haline geliyor. Ancak bu suçların üzerine gitmek yerine, her bir yeni olayda bir iki kişiyi suçlayıp "adalet yerini buldu" söylemiyle üzeri kapatılıyor.

Narin cinayeti, bu bağlamda bir istisna değil. Bu tür olaylarda toplumsal tepki her zaman büyük olur, ancak bu tepki genellikle anlık ve duygusaldır. Asıl sorunların üzerine gitmek yerine, toplum bu dehşet verici olayların şokuyla bir süreliğine susturulur. Yetkililer, sorunun kökenine inmek yerine, kamuoyunun öfkesini yatıştırmak adına kısa süreli adımlar atar.

Medyanın Rolü: Köpürtme ve Saptırma

Narin cinayetinin medya tarafından bu kadar köpürtülmesinin ardında, genellikle toplumun dikkatini asıl sorunlardan başka yöne çekme çabası yatar. Medya, cinayetin vahametini öne çıkararak, suçluların bireysel olarak cezalandırılmasıyla olayın kapandığını ima eder. Oysa asıl mesele, bu cinayetlerin arkasında yatan toplumsal ve yapısal sorunlar üzerinde durulması gereken nokta olmalıdır.

Medya, böylesine vahşi olayları dramatize ederek toplumda bir tür "duygusal patlama" yaratır. Bu süreçte, toplumun dikkatinin başka yerlere yönelmesi sağlanır. Örneğin, Narin cinayeti gündemde köpürtülürken, devletin çocuk istismarına karşı yürüttüğü politikaların ne kadar yetersiz olduğu, yasal boşluklar, sosyal hizmetlerin eksikliği ya da eğitimsizlik gibi temel sorunlar gözden kaçırılır. Bu cinayetlerin perde arkasındaki gerçek sorunları konuşmak yerine, suçun yalnızca bireysel olduğu algısı yaratılır.

Saklanan Gerçekler: İstismar ve Cinayetlerin Derinliği

Türkiye’de çocuklara yönelik suçların ardında, toplumsal çöküşün çok boyutlu bir gerçeği yatıyor. Yoksulluk, eğitimsizlik, sosyal eşitsizlikler ve aile içi şiddet, bu suçların artmasında önemli faktörlerdir. Özellikle yoksul ailelerde çocuklar, korunmasız ve savunmasız kalıyor. Devletin sosyal hizmetleri ise bu noktada yeterli müdahaleyi yapmaktan uzak kalıyor. Narin’in ölümünün ardında yatan bu derinlik, ne yazık ki sadece onun yaşadığı olayla sınırlı değil.

Ayrıca, çocuk istismarı ve cinayetlerinin yalnızca bireysel suçlar olarak görülmesi, sorunun çözümüne dair yapılacak yapısal değişiklikleri engelliyor. Bu tür olayların arkasında, devletin denetim eksiklikleri, yetersiz koruma mekanizmaları ve hukuki düzenlemelerin zayıflığı yatıyor. Her seferinde birkaç suçlunun ceza almasıyla mesele kapatılmaya çalışılıyor, oysa ki asıl çözüm, bu suçları önleyici, koruyucu ve rehabilite edici politikalar üretmekten geçiyor.

Toplumun Duyarsızlaşması

Narin cinayeti gibi olaylar, toplumda büyük bir infial yaratsa da, toplumun bu tür haberlere zamanla duyarsızlaşması tehlikesi de var. Medyanın olayı dramatize etmesi, kısa süreli duygusal tepkilere neden olurken, uzun vadeli çözüm arayışlarını gölgede bırakıyor. Olayların ardından gelen tepkiler hızla soğuyup yerini sessizliğe bırakıyor, bu da yeni vakaların artmasına zemin hazırlıyor.

Her bir çocuk cinayeti ya da istismarı vakası, toplumun vicdanını sarsmak yerine, artık bir tür "normalleşme" sürecine giriyor. Bu duyarsızlık, sorunun köklü çözümlerle ele alınmasını engelliyor. Narin'in ismi bir süre sonra unutulacak, ancak benzer vakalar yaşanmaya devam edecek.

Sonuç: Ne Yapmalı?

Narin cinayeti, toplumun yüzleşmesi gereken derin bir yarayı tekrar gözler önüne serdi. Bu tür olayların bireysel suçlar olarak ele alınması, asıl sorunun üzerini örtüyor. Çocuklara karşı işlenen suçların önüne geçilmesi için yasal düzenlemelerden çok daha fazlasına ihtiyaç var. Eğitimsizlikle mücadele edilmeli, sosyal hizmetler güçlendirilmeli ve çocuk koruma sistemleri daha etkili hale getirilmeli. Ayrıca, toplumun bu tür olaylara karşı duyarlılığı artırılmalı, medyanın manipülatif tavrı yerine gerçek çözümler üzerine odaklanılması sağlanmalıdır.

Narin’in hayatı, çocuklara yönelik suçların simgesi olmamalı; onun ölümü, toplumun bu karanlık gerçekle yüzleşmesinin başlangıcı olmalı. Aksi takdirde, her yeni olayda aynı döngüyü yaşamaya ve toplum olarak bu acı gerçekleri unutmaya devam edeceğiz. Narin’in çığlığı, tüm çocukların güvenliği için bir uyanışa dönüşmeli.

Mehmet Uygar KELEŞ