Bir Pazar Masalı… Namuslu Çoban ve Tılsımlı Yüzük…
Fatih Mehmet Turhan kaleme aldı...
Eski zamanlarda kendi hâlinde yaşayan bir çoban varmış. İşini çok iyi yapar, sürüyü en verimli otlaklarda otlatır; kurda kuşa yem etmezmiş. Çok dürüst ve namuslu imiş. Dürüstlüğü tüm şehirde yayılmış, şehirdeki büyük zenginler çobanı transfer etmek için cazip teklifler sunmuş ama "namuslu çoban" aza kanaat etmenin faziletinden dem vurarak teklifleri reddetmiş.
Gel zaman git zaman, günlerden bir gün padişahın sürüsüne dürüst ve namuslu bir çoban aranır olmuş. Ünü her tarafta bilinir olduğu için padişah vezirini çobana yollamış.
Çoban sürüsünü otlaktan getirirken köye bakmış, kalabalık; askerler, vezirler vs. İlk önce korkmuş, yaklaşınca kalabalığın kendi evinde olduğunu anlayınca korkudan her tarafı titremeye başlamış. Eve girdiğinde vezirin sarayda iş teklifine muhatap olmuş.
Reddetmek gibi lüksü yok. El mahkûm kabul etmiş. Sarayda sevilen simalar arasına girmeyi başarmış, dürüstlük ve namusun timsali olmuş; bu özelliğinden dolayı padişahın sohbet halkasına dahi girmiş.
Günlerden bir gün, bir oğlak uçurumdan aşağı inerek bir mağaraya girmiş. Çoban dürüst ve namuslu olduğu için hayatı pahasına oğlağın arkasından mağaraya girmiş. Mağarada bir altın kâse, bir tepsi ve bir de YÜZÜK bulmuş. Yüzüğü parmağına takmış; kâse ve tepsiyi de almış.
"Mağaranın içi de dışı da padişahımızın mülküdür," diyerek padişaha teslim etmiş. Bir sürü nümayiş düzenlenmiş bu erdemli davranışı için çobanın. Parmağındaki yüzüğü vermemiş tabi.
Birkaç gün sonra, padişahın sohbet halkasında otururken rastgele parmağındaki yüzüğü ters çevirmiş; yanındakilerde bir telaş. "Çoban şimdi yanımızdaydı, nereye kayboldu?" diye sesli konuşmalarını duymuş. Yüzüğü tekrar çevirince bu defa "Çoban sen cin misin, in misin?" bir görünüp bir kayboluyorsun diyerek telaşlanmışlar.
Velhasıl bizim "dürüst ve namuslu çoban" yüzüğün tılsımlı olduğunu anlamış. Bir defa çevirince görünmez oluyor, iki defa çevirince görünür oluyor.
Sabaha kadar gözüne uyku girmemiş. Dünyanın hazinelerine parmağımdaki bu yüzükle sahip olabilirim diye şeytanî düşüncelerin istilasına uğramış. Ama namı, ünü var. Nasıl yapacak?
Sabah sürüyü otlamaya götürmek içinden gelmemiş, çok geç çıkarmış hayvanları otlağa. Bir gün iki gün, padişahın dikkatini çekmiş. Kalabalık bir ortamda azarlamış "namuslu çobanı".
Çobanın içinde padişaha karşı zapt edilmez bir öfke ve kin kabarmış. Hızlı hızlı nefes alırken kalbi duracak gibi olmuş.
Şeytan artık çobanın kılavuzu olmuş. O ne derse o...
Bir gece yüzüğü ters çevirmiş, görünmez olmuş ve padişahın odasına girerek boğazını kesmiş. Sabah padişahın öldüğü haberi yayılmış. Ertesi gün tılsımlı yüzükle hazineye, yani o zamanın merkez bankasına, arka kapıdan girmiş, "kefen parası"na kadar boşaltmış. Hazineyi doldurmak için yeni vergiler konarak milletin nefesi kesilmiş. Bizim "namuslu çoban" tılsımlı yüzükle tekrar tekrar hazineyi boşaltmış. Dünyanın en zengin insanı olmuş.
Namuslu çobanın "namussuz" olduğu gerçeği bir türlü anlaşılamamış.
Bu masaldan sonra sorumuz şu olsun:
"Böyle bir tılsımlı yüzüğe sahip olsak, namuslu ve dürüst kalabilir miyiz?"
Gece yastığa başımızı koyduğumuzda bunu ciddi ciddi düşünelim.
Aynı kalırım diyen varsa günümüzde "tılsımlı yüzük" ile zengin olan "namussuz çoban"ı eleştirme hakkı var demektir.
Sahi..! Bizler gerçekten dürüst ve namuslu muyuz? Yukarıdaki sorunun cevabı aynı zamanda bu sorunun da cevabı.
Belki de, hırsızlık yapacak istidat ve kabiliyetimiz olmadığı için hırsızlara kızıp küfrediyoruz.!
Evet.. Ya tılsımlı bir yüzüğümüz olsa.. Ne yaparız?