Süleyman ORHUN

Süleyman ORHUN

16 Nisan 2024 Salı

TRAVMATİK TOPLUM YANSIMALARI

TRAVMATİK TOPLUM YANSIMALARI
4

BEĞENDİM

ABONE OL

Toplumsal travmalar, kayıp, fiziksel ve psikolojik hasar ve acıya neden olan çok kötü bir olayla başlayan, bir sürece bağlı olarak gelişen ve belli bir topluluk ve o topluluğu oluşturan bireyler üzerinde etkisi olan olaylardır. Savaşlar, depremler, göçler, salgınlar, inançsal dışlanmalar vs. bir takım toplumsal travma başlıklarıdır.


Maalesef geçmişe dair bakışın travmatik olmasının ana nedeni, çoğunlukla geçmişin acı, hüzün ve ızdırapla dolu taraflarına bakmak. Geçmişin acılarını hissedenler, unutmayanlar olduğu gibi, bu acılar üzerinden toplumsal mühendislik yapanlarda vardır. Tarih dediğimiz, geçmiş dediğimiz birileri için hafıza ise, bir başkaları içinde kullanışlı bir malzeme olabilir. Acılarını safiyane yaşayanlar olduğu gibi, bir yerlerde mağduriyetlerden, öfkelerden beslenenler de olacaktır.

Şu bir gerçek ki, travmatik bakış açısı yani hasarlı bir toplum yapısına sahip iseniz, ilerlemeniz zor olacaktır. Geçmişin acılarını bizzat yaşayanlar için yaşanılan travmalardan kaçmaları mümkün değil. Peki travmaların nesiller boyu devam etmesi, acılarla yaşamaya devam etmesi sağlıklı bir toplum refleksi midir?


Toplumsal hafızaya reset atamayız belki ama toplumsal hafızanızdaki güvenlik açıklarını tespit edip güncel bir yazılım ile koruma kalkanı oluşturabilirsiniz.

Elbette yumuşak karnımız, zaaflarımız, yaralarımız, acılarımız var. Geçmişte yaşanmış kötü hadiselerden yeterince derslerde çıkarılamadığı için de, bu hadiseler yeni toplumsal zaaflara da, kırılganlıklara da sebep olabiliyor.
En acı travmatik olaylar, savaşlar ve inanç temelli baskı ve zulümler denebilir. Bunların izleri nesiller boyu devam edebiliyor.

Acıları travmaya dönüştürmeden, tecrübe diye bakmayı yola devam etmeyi öğrenmemiz lazım.


Şair şöyle demiş:
“Ati müphem, hal yalan, mazi ise yaradır Geriye kalan sadece hatıradır.”

Acıları deşmek bir yerde, travmaya davetiyedir. Acılar, tecrübe edebilen, ders çıkarabilen toplumlar için bir fırsat olabilir. Ancak, bazı acılar bir kesim için de tutundukları bir dal, varlık nedeni olabilir.

Tabi ki geçmişi unutmaktan bahsetmiyoruz. Geçmişte kalmaktan bahsediyoruz. Bugüne bir türlü gelememeden bahsediyoruz.

Mevlana ne güzel dile getirmiş.

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…

Evet “Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Belki de travmalarımızın merhemi budur.

Saygılarımla….
Süleyman ORHUN

Devamını Oku

KONFOR DÜŞKÜNLÜĞÜ

KONFOR DÜŞKÜNLÜĞÜ
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Konfor kelimesini Google’a yazınca karşınıza ilk olarak mobilya ve yatak reklamları çıkıyor. Kapitalizmin insanların rahat uyuyup uyumadıklarını umursadığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Gerçekte kapitalizm, parası olanların nasıl uyuduğuyla ilgileniyor ve onlara seçenekler sunuyor. Diğerlerine de ötelenmiş hayaller satıyor. İşinize gelirse…

İyi bir yatakta uyumak, iyi bir mobilyanın sunduğu konforu hissetmek önemlidir. Ancak, bu konfora sahip olmanın bir bedeli olduğunu bilerek hareket etmek gereklidir. Konfor alanlarını çeşitlendirebiliriz. Yürüyerek bir yere uzun bir sürede gitmek yerine, gideceğiniz yere bisikletle gitmek daha rahat bir imkân sunar. Toplu taşıma kullanırsanız, bisikletteki fiziksel zahmete de katlanmazsınız. Eğer hususi araç tercih ederseniz, toplu taşımadan daha da rahat bir imkân bulabilirsiniz. Uçağın, trenin bile belli kişilere hizmet eden daha konforlu bölümleri mevcuttur. Peki, bu konfora sahip olmak kötü mü? Elbette değil. İmkânınız varsa ulaşabilirsiniz. Ancak sizin sahip olduğunuz imkân ve rahata hiçbir zaman ulaşamayacak insanların ne yapacağı konusunun umursandığını da açıkçası pek düşünmüyorum.

Bu durum bana devrim öncesi Fransa’nın son kraliçesi Marie Antoinette’nin, Paris halkının ekmek dahi alamayacak kadar sefil durumda oldukları haberini aldığında, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” sözünü hatırlatıyor. Konforunuz iyiyse kendi rahatını düşünen, empati yeteneğini kaybetmiş bencil insanlar olmanız işten bile değil.

Konfor alanları sadece hayatımızın görünen yüzüyle ilgili değildir elbette. Dikkat çekmek istediğim bir diğer konfor alanı da zihinsel, düşünsel, ideolojik konfordur.

Bu konfor alanı da müthiş imkanlar sunmaktadır. Türkiye ölçeğinde en konforlu ideolojik düşünsel alanlar milliyetçilik, İslamcılık ve solculuktur. Hiç kimse ideolojik konfor alanından çıkmadığı için, meselelerin çözümü noktasında da mutabık değiller. Belli bir düşünce ikliminin, ideolojik pazarın içine doğmuşsanız zahmetsiz bir zihinsel iklimin sunduğu konfor sizi bekliyor demektir. Şimdi sıra, bu söylemleri hayata geçirecek temsil makamını bulmanızda. Orada da pazar çok geniştir. Bahsettiğim kavramları Google’a yazıp, arattığınız zaman karşınızda bu fikirleri küfesine doldurmuş yapıları rahatlıkla görebilirsiniz.

Siyasal ya da dinsel ideolojiler, hayatın sosyal, toplumsal, ekonomik birçok girift meselelerinin çözümünü paket olarak sunarlar. Hatta bu o derece konfor paketi ki, bırakın ideolojinin gücünü, temsil makamındakilerin gücü bile tek başına size rahatlık ve güven sunabilir. Risksiz, zahmetsiz. Ama konfor alanınızın biraz dışına çıkıp şu sorulara cevap aramaya başladığınız andan itibaren birilerinin ve bir yerlerin rahatının bozulması kaçınılmazdır.

Mesela bir takım siyasal milliyetçiler, vatan için ölmeyi milliyetçiliğin kemali olarak sunup sadece savunma refleksi ile hareket ederler de vatan için yaşamayı niye öne çıkarıp övmezler?

Mesela bir takım siyasal İslamcılar Fırat’ın kenarında bir kurt kuzuyu kaparsa diye başlayan, adalete, hakka vurgu yapan tarihsel ve dinsel birçok retoriğe çokça yaslanırlar da ahlakı, adaleti, hakkı geçmişin sayfalarından bugüne niye taşıyamazlar?

Mesela bir takım sosyal demokrat geçinenler sürekli eşitlik, özgürlük derler de bu özgürlük ve eşitliği kendileri gibi düşünmeyenlere niye lüks görürler?

İşte ideolojik konforunuz ve bu konforunuzun temsil edildiği bir makam varsa yukarıda sıraladığım birtakım eleştirileri dile getirmeniz zordur. Eleştiri getirseniz bile bu durumdan pek hoşnut olacaklarını zannetmiyorum. Çünkü eleştiri, farklı düşünceyi zenginlik olarak değil, fitne ve ihanet kültürünün bir parçası olarak görülür. Farklı bir düşünce ve iş tutanlar için söylenmiş beylik bir söz de denildiği gibi, “Başıma icat çıkarma.”

Eğer hayata dair, geleceğe dair birtakım teklifleriniz varsa hiç zahmete girmeye, farklı düşüncelere kapılıp da zihninizi bulandırmaya, harddiskinize virüs bulaştırmanıza lüzum yok. Paket çözümler sunan zihin konforuna sahip yapıların peşine takılın, aynı iyi mobilyanın yatağın sunduğu rahatlığa sahip olursunuz. Konforun biri bedeninizi rahatlatırken, diğeri zihninizi rahatlatır. Gerçi maddi konforun sunduğu gerçekliği sorgulayabilir, test edebilirsiniz. Zihinsel ve düşünsel konforun hakikatliğini kim nasıl ortaya koyabilir, test edebilir? Konforunuzu bozma riskini göze almışsanız buyurun deneyin. Aforoz mekanizmasının nasıl işlediğini hemen görebilirsiniz.

Maddi refaha ve konfora sahip olmak için para yeterli bir araç iken, düşünsel ve zihni konfora sahip olmanız için duygusal olmanız ve o ideolojiye ve temsilcilerinize sadakatle inanmanız yeterlidir. İşte o zaman sadakatinizle orantılı olarak dünyevi nimetler ve uhrevi vaatler önünüze serilecektir. Takıl bir şeylerin peşine, rahatına bak. Mahallenden çıkıp, dolaşıp da ne bulacaksın? Tercih sizin…

Saygılarımla

Süleyman ORHUN

Devamını Oku

YAŞANAMAYANLAR ÜZERİNE

YAŞANAMAYANLAR ÜZERİNE
3

BEĞENDİM

ABONE OL

“Murada erme, murada erememe” diye günlük hayatta karşımıza çıkan bir deyim var. İsteğe, arzuya kavuşmak, kavuşamamak olarak kullanılır. Yaşanamama halini de bir nevi murada erememe olarak da ifade edebiliriz. Murada erememe, sitemli bir şekilde kadere boyun eğiştir. Böyle bir durumda insan bu konuyu başka bir alemde arzulara kavuşulacağı ümidi ile kapatır.

Yaşanamamış her duygu ve istek, içinde “ihtimal varken” anlamı barındırır. O yüzden murada ermeme metafizik bir anlam taşırken, yaşanamama hali de adeta seküler bir anlama bürünür. Yaşanamama, gerçekleşememe durumu çoğu zaman izah edilebilir, somut birtakım nedenlere dayanır. Bu yüzden daha dünyevi bir durumdur diyebiliriz.

Yaşanmayanlar değil, yaşanamayanlar yıkar, yakar insanı. Yaşanmayanlar niyet barındırmaz. Mesela aşkı yaşamamak ile, yaşayamamak arasında fark vardır. Aşkı yaşamama halinde platonik dahi olsa bir muhatabı yoktur. Ama aşkın, yaşanamama halinde platonik ya da gerçek, bir muhatabı vardır.

Yaşanmayan, gerçekleşmeyen hususlarda “keşke” diye iç çekişler az görülür. Keşkeler daha çok, imkan, fırsat, ihtimal varken elimizde tutamadıklarımız içindir. Yaşanamayan her şey deneyim gerektiren süreçler olması sebebiyle anlamlıdır.

Hani şair diyor ya. “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim.” İşte bu ihtimal bile yaşayamama sonucunu katlanır kılar. Çünkü ihtimaller gerçekleşebilir. İhtimaller ayakta tutar insanı. Birçok insan için de hayallerin bu dünyada gerçekleşememe ihtimali, başka bir alemde gerçekleşme arzusunu diri tutar.

Şair ne güzel söylemiş. “Ne feryat edersin divane bülbül Senin bu feryadın anam gülşene kalsın Bu dünyada eremezsen murada Huzuru mahşere anam divana kalsın.”

Bülbülün feryadı, güle olan aşkı, vuslatı bu dünyada gerçekleşmeyince çaresiz mahşere bırakır kavuşmayı. Bu metafizik bir rahatlama biçimidir. İnanç açısından kadere boyun eğmekle birlikte, gerçek yaşanmaların bu sahte aleminde değil, asıl aleminde olacağına olan inanç vardır.

İnsan, yaşanma ihtimali olan çok istediği şeyleri gerçekleştiremeden göçüp giderse, onun için de şöyle deriz: “Gözü açık gitti.” İnsan oğlunun dünyaya gelişi de metaforik olarak zaten travmatik değil midir? Ana rahminden dünyaya ağlayarak gelmek, o ulvi alemden bu süfli aleme düşüşün adeta anlamsal bir izdüşümü değil midir?

Öyle ya da böyle, bazı duygu ve düşünceler başka aleme bırakılmayı hak etmeyecek kadar değerlidir. Sevmek, sevilmek, başarı, adalet, huzur, eşitlik, hak vb. Bu anlam dünyasının duygu ve tutumlarının gerçekleşmesi öncelikle bu dünyaya yakışır.

Çünkü hepimiz gözümüzü bu dünyada açtık. Bu yüzden bu dünyada gerçekleşmeyen sevginin, başka bir dünyada gerçekleşmeyen başarının, adaletin, huzurun anlamı ne kadar olur ki? Gerçekleşme ihtimali olan her duygu ve düşünce için yaşamak, mücadele etmek, o ihtimale sırtını yaslamak, hayata tutunmak gerek.

Sevgiyle kalın.

Süleyman ORHUN

Devamını Oku

İddianızın İspatı Yoksa…

İddianızın İspatı Yoksa…
3

BEĞENDİM

ABONE OL

Doğruluk iddia / doğru olmak ispattır. Ahlak iddia / ahlaklı olmak ispattır. Adalet iddia / adil olmak ispattır. Merhamet iddia / merhametli olmak ispattır. Cömertlik iddia / cömert olmak ispattır. Aşk iddia / âşık olmak ispattır.

Bir kavramın anlamını hayatın içinde değil de sözlükte aramaya başlamışsanız artık o ölü bir kavramdır. Ve sadece kitabi bir değer taşır.

Aslında zikrettiğim kavramların görünürlüğüne her zaman ihtiyacımız var. Eğer bizlere anlatılan;

  • Dükkanını kilitlemeden cumaya giden esnaf hikayesi doğruysa,
  • Siftahını yapan esnafın, müşterisini siftah yapmayan komşusuna yönlendirme hikayesi doğruysa,
  • Mevlana’nın “Ne olursan ol yine gel” yaklaşımı doğruysa,
  • Yunus’un “Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” ifadesi doğruysa,
  • Hacı Bektaş’ın “Eline, diline, beline sahip ol.” İfadeleri sadece o döneminin gerçekleri ise bugüne ışık tutan kandiller değilse, nostaljik anlatılar olarak tarihte yerini alır.

Bugün esnaf cumaya giderken dükkanını hem kilitler hem de kamera ile izler. Bugün komşusunun siftah yapıp yapmadığını düşünen esnafın varlığını düşünmek bile artık hayal. Eline diline beline sahip olanlar, ne olursan ol gel diyenler gitti, bizim gibi değilsen öte git diyenler çoğaldı.

Abdestli abdestsiz gönül kıranlarla doldu ortalık.

Adaleti Ömer de hoşgörüyü Mevlâna ve Yunusta anar ve yaşatır olduk.

Nesiller boyu medeniyetimize ışık tutmuş kavramlar ve düşünceler sadece sözlükte yaşar hale gelmişse geçmiş olsun.

Değerleri slogan olarak kullanıp içini doldurmazsanız neye yarar. Bal kavanozunu yalayınca ya da kavanozu elinize alınca bal tatmış olmuyorsunuz.

Değerler ve kıymetler yer altındaki madenler gibidir. Onların varlığını bilmeniz bir şey ifade etmeyecektir. O üzerinde oturduğunuz madeni çıkarıp, günün ihtiyaçlarına göre kullanır hala getirmediğiniz sürece size hiçbir faydası olmayacaktır.

Üzerinde oturduğunuz madenin kıymetini bilmez onu çıkartmazsanız, ithal madenlere kalırsınız.

Bu da sizi piyano ile bozlak çalmaya zorlar. Notayı doğru basarsınız ama duyguyu ıskalarsınız.

İspatı olmayan kavramın, değerin yeri, ancak sözlüktür.

Sevgiyle…

Süleyman ORHUN

Devamını Oku

Neyi Arıyoruz?

Neyi Arıyoruz?
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Hayat boyunca bir şeyler arıyor, bir şeylerin peşinden koşuyoruz. Arzularımız, bir şeylere sahip olmak ve kaybettiklerimize tekrar kavuşmak arasında gidip geliyor.

Hangi duygu daha baskın ondan da emin değiliz. Arzuların peşinden mi koşmak, kaybettiklerimizin mi…

Kimimiz mevlasını, kimimiz sevdasını, kimimiz rahatını, kimimiz geçmişini, kimimiz geleceğini, kimimiz gençliğini, kimimiz hakikati ve kimimiz de kendini arıyor.

Aslında tüm bu arayışlarda önemli olan onlara yüklediğimiz anlam. Arayış, insanın sahip olup da türlü sebeplerle yitirdiklerini arama ya da elde etmek istediği amaca ulaşmak gayreti şeklinde gerçekleşir. Birinci kısım arayışlar geçmiş, anılar, güzellik, güç, sağlık vb. için. Bu arayışlar için yaşayanlar bir şeylerin, bir zamanların özlemi içinde olanlardır. Bir daha hiçbir zaman ulaşamayacakları, ellerinden uçup gidene özlem. Sahipken pek de kıymeti bilmediklerimiz.

Hangi arayışlar anlamlıdır peki? Hiçbir zaman geri gelmeyecek olanlar, yani zamana yenik düşenler mi? Yoksa zaman ve mekâna sığmayanlar mı?

Birincisi için zaten yapacak pek de bir şey yok. Dünyanın sultanı da olsanız zamana yenik düşmeniz kaçınılmaz.

O yüzden bir takım arayışlar kaybettiğin bir şeyi bulmaktan ziyade o günlere özlem duymaktır sadece.

Öyle ya da böyle yaşanmış gitmiş bir zamana bakış, nostaljik bir iç çekişten öteye bir anlam ifade etmeyecektir.

Zamana yenik düşmeyen arayışlar peşinde koşmak, zamana direnen, zamana sığmayan arayışlardır.

Hakikat arayışı en anlamlı arayıştır. Bir yolculuktur hakikat yolculuğu. Bir varış değildir. Keşfetme arzusu ve zevkidir.

Mesela ölümle karşılaşılan hakikat herkes için özeldir ve herkes bir kere tadar. Ölümün tecrübesi yoktur.

Hayatınıza katacağınız anlama göre ölüm hakikati de bir sır perdesinin aralanması olabilir. Bu yüzden ölmeden önce ölebilme sırrına vakıf olan Mevlana gönüllü insanlar için ölüm bir vuslattır. “Şeb-i aruzdur.”

İnsan, bulamayacağını, bir daha ulaşamayacağını bile bile zamana yenik düşen ne varsa onu özlemle arıyor. Asıl olan nedir sormuyoruz çoğu zaman.

Kudretli olmak, sıhhatli olmak, güzel olmak, her istediğini yemek sadece belli bir dönemin gerçekliği ve günü gelince elinizden uçup gitmesi kaçınılmaz. Bütün bunlar hayatın doğal akışının durakları. En dramatik olan da bu yolculukta bindiğiniz hayat otobüsünün geçtiğiniz duraklara tekrar uğrama şansının olmaması.

O zaman hayatı anlamlı kılan, peşinden koşulacak hakikat nedir?

İnsanın hakikat arayışı nedir? Hakikatin esiri mi olunur, sevdalısı mı? Yalan dünyada hakikat arayışı olur mu? Yalan dünyanın anlamı olur mu? Gerçek nedir? Gerçek mutluluk nedir? Nerdedir? Bulanlar kimlerdir? Bulanların bize faydası var mıdır?

Aramaya ve anlama çabasına devam…

Sevgi ve saygılarımla….

Devamını Oku

Tercüman Gazetesi Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.