
20 Kasım 2025 Perşembe

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

Yürürken ayaklarımı çok fazla kaldırmadan, zaman zaman yere sürüyerek, zemine yakın adımlar atarım. Nedenini, çok uzun yıllar sonra merhum Yaşar Kemal’in İnce Memed romanını okurken fark ettim.
İnce Memed ve arkadaşı köyden çıkıp kasabaya vardıklarında, sokakta gördükleri bir yabancıya konaklamak için hanın adresini sorarlar. Orada şöyle bir sahne geçer:
Memed: “Biz garibiz,” dedi.
Adam: “Eee… Ne istiyorsunuz?”
Memed ezildi büzüldü: “Han nerede? Onu soracaktım işte,” dedi.
Adam geri döndü: “Gelin arkamdan,” dedi ve bir sokağa saptı.
Adam hızlı hızlı yürüyordu. Memed adamın yürüyüşüne dikkat etti.
Bu, sarp yerlerin insanının (dağ köylülerinin) yürüyüşüydü.
Sarp yerlerin insanları adım atarken ayaklarını havaya fazla kaldırırlar, diz hizasına kadar. Sonra ihtiyatlı, korka korka indirirler.
Halbuki ova insanları tam aksinedir. Ayaklarını yerde sürürcesine…
Yaşar Kemal’in İnce Memed’inde işaret ettiği gibi ve Şair Edip Cansever’in dizelerinde seslendiği gibi:
“İnsan yaşadığı yere benzer.
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.
Suyunda yüzen balığa,
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğilimine…”
Meğer ben de doğduğum ve büyüdüğüm topraklara, Çukurova’ya benziyormuşum…
Sağ koluna Seyhan’ı, sol koluna Ceyhan’ı takmış; sırtını Toroslara yaslamış, ufuk çizgisini bir adım ötedeymiş gibi gösteren, engebesiz, uçsuz bucaksız, yokuşsuz mümbit topraklar kadar sıcak ve samimi…
İslam filozofu İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde, kendinden önce yaşamış Müslüman coğrafyacılardan ve Batlamyus’tan etkilenerek çalıştığı ümran ilmi çerçevesinde; coğrafyanın ve iklim koşullarının uygarlıkların gelişmişlik seviyesini belirlediğini vurgular.
Milletlerin ve toplulukların davranış kalıpları üzerine yaptığı tahlillerde, coğrafyanın insan kültürü ve karakteri üzerinde genetik aktarım ve sosyoekonomik şartlar kadar etkili olduğunu ifade eder. Ona göre: Coğrafya kaderdir.
Modern bilim de, insanın fiziksel, biyolojik ve karakteristik özelliklerinin yaşadığı coğrafyayla doğrudan ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu noktada coğrafya bilimi; doğanın insan üzerindeki, insanın doğa üzerindeki etkisini incelemek üzere doğmuştur. Nitekim toplumların kültürel ve manevi değerlerinden, mimarisine, giyiminden yemek alışkanlıklarına kadar birçok sosyal alanı şekillendiren yaşam biçimleri, yaşanılan coğrafya ve iklime göre biçimlenmiştir.
Mesela; yapı malzemeleri, ev mimarisi, şive ve aksan, giyim kuşam, turizm olanakları, tarım ve hayvancılık biçimleri, hatta insan ilişkilerindeki samimiyet veya mesafe… Hepsi yaşanılan yerin, iklimin, hatta denizin tuz oranının bile etkisindedir.
Fransız filozof ve sosyolog Pierre Bourdieu’nün 1920’lerde yaptığı çalışmalarda, bireylerin sınıfsal olarak konumlandığı yerler, mülkiyet ilişkileri, mekânsal yerleşim biçimleri dikkate alınarak oluşturduğu “habitus” teorisi; köyden kente göçün ardından oluşan yerel gettoları ve dayanışma ağlarını açıklar.
Bu teorik çerçevede değerlendirildiğinde, “Hemşerim, memleket nere?” sorusunun son yüzyılda bu kadar sık sorulması, yalnızca nostaljik bir özlem değil; aynı zamanda mekânın insan karakteri üzerindeki iz düşümüne dair sosyolojik bir işarettir.
Evet, coğrafya kaderdir. Ve insan yaşadığı yere benzer.
Savaşlar, küreselleşme, dijitalleşme bizi her ne kadar dönüştürse de, biz hâlâ özünde toprağımız kadar cömert, atalarımız kadar mert; suyumuz, havamız kadar duru ve dürüstüz.
Yedi iklim, yedi bölge, üç deniz ve bir millet…
Biz bu kaderi bin yıldır sırtımızda taşırız.
Hem doğuluyuz hem batılı.
Hep bir arada kalmışlık.
İçimiz de karışık, zihnimiz de.
Kaderimizle bir küs, bir barışık…