ARAFTA BİRKAÇ ASIR

Fuat Oskay kaleme aldı...

At üstünde üç kıtaya hükmeden medeniyetimiz, her anı cehd ile kuşanan bir aksiyon medeniyetiydi. Viyana Kapısı, medeniyet tarihimizde bir eşik olarak kaldı. Geçilseydi, akın akın daha ileriye gidecek, kim bilir bütün bir Avrupa fethedilecekti.

Geçilemedi. O gün milat kılınarak duraklamaya ve ardından gerilemeye başladık.

Şaşkındık. Gergindik. Bir ok kadar öfkeli. Yeniden giyindik zırhımızı. Kınından çıkarıp kılıçlarımızı, yayımızı yeniden gerdik.

Ama olmadı. Bir daha kendimizi o kapının eşiğinde bulamadık…

18. yüzyılın ilk çeyreğinden başlayarak Batı’dan topraklarımıza doğru esen bir rüzgâr, burunlarımıza yeni bir koku getirdi:
Batılılaşma.

Garp medeniyetinin üstünlüğünü kabul etmiştik bir kere. Batı ile baş edemediğimize göre ona benzeyecek, onun gibi olacaktık.

Ne garip.

Öncelikle askerî ve eğitim müesseselerini içine alan değişim, dönüşüm ve gelişmeler, daha sonra siyasi, sosyal ve kültürel hareketleri de ihtiva etti. “Asrilik, Asrileşme, Muasırlaşma, Muasır Medeniyet Seviyesine Ulaşma, Modernleşme” ve en son dilde bugünkü karşılığını bulan “Çağdaşlaşma” adını alan Batılılaşma serüvenimiz böyle başladı.

Yalnızca kabuğunu kırmayı önermiyordu süreç. Kimliğinin zırhından soyunarak karşı kalıba girmeyi öngörüyordu. Dolayısıyla Batılılaşma, bizde birçok cihetiyle modernleşmekten daha ziyade bire bir aynileşmek; içten içe kahreden bir aşağılık kompleksinin etkisiyle bir cenahı körü körüne taklit etmek olarak vücut buldu.

Payitaht merkezli olmak üzere bütün bir toplum sathında derinden hissedilen ve özü taklide dayanan Batılılaşma rüzgârının bizde oluşturduğu en büyük tahribat, “Başkalaşım” olarak ifade edilebilir.

Evet, Batılılaşma serüveniyle birlikte başkalaştık biz. Bunu kim inkâr edebilir?

Hayatın zamanla getirdiği yeni şartlara uyum sağlamak üzere kendi kimliğini kaim kılmak için birtakım değişim ve dönüşümlere başvurmak olası ve anlamlıdır. Lakin kötü olan, başkalaşımdır. Başkalaşım, adı üstünde ben'inden uzaklaşmaktır.

Yeryüzü, tarih boyunca güç gösterisine sahne olmuştur. Güçlü millet ve imparatorluklar, amansız bir mücadeleyle başka toplumları hegemonyasına alıp kendi kimlik potasında eritmeye çalışmıştır. Ancak bu acımasız dalganın karşısında hakkıyla direnebilenler, öz kimlikleriyle ayakta kalabilmişlerdir. Yakın tarihimiz buna dair örneklerle doludur. Döneminin diğer aydınları gibi hayatını milletine adayan, Kırgız hidroenerjisinin geliştirilmesi, kömür rezervleriyle maden yataklarının araştırılması ve demir yollarının kurulması için çalışan babasını Stalin rejiminin düzenlediği katliama kurban veren Cengiz Aytmatov’a “Gün Olur Asra Bedel”i yazdıran, bu sancıdan başka neydi yoksa? “Mankurtlaşma” olarak ifade ettiği kendi kimliğine yabancılaşma, kendinden uzaklaşma, bu eserinin temel mesajı olarak durmaktadır. Kendinden uzaklaşan, başkasına yakınlaşır. Boş kalan kalelere başkaları gelip yerleşir.

Tabiat böyle mi işlemektedir, kestirmek zor; ancak bu mücadele bugün de devam ettiği gibi, öyle görülüyor ki yarın da devam edecektir.

Batılılaşmanın, kendi kimliğinin renklerini muhafaza ederek daha güvenli, daha müreffeh bir hayat standardı yakalamak hedefiyle yalnızca fen, felsefe, bilim, teknik, askerî ve ekonomi yönüyle alınıp uyarlanmasında hiçbir beis yok. Nitekim Tanzimat’tan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar M. Akif Ersoy, Sait Halim Paşa ve diğer bir takım devlet erkanı ve düşünürlerin savundukları budur. Karşı olunan “Yanlış Batılılaşma”dır. Karşı olunan, moda, medya, kitle iletişim, özenti, tüketim, madde, haz ve eğlenceyi esas alan envaiçeşit kirli ideolojiler yoluyla içtimai hayatımızdan mahremimize kadar uzanan kültürel yozlaşmadır.

Karşı olunan, Batı’nın eğlence, folklor, konfor ve günlük hayat alışkanlıklarının kopyalanmasıdır.

Yanlış Batılılaşma mevzusu, 19. yüzyıl edebiyatımızdan Cumhuriyet Edebiyatı’na çok geniş bir yelpazede, roman başta olmak üzere şiir, deneme, öykü, tiyatro, fıkra, makale gibi türlerde birçok sanatçı tarafından detaylı olarak işlendi.

Akif, Batı’nın bilim ve tekniğini almış ancak kendi cenahının medeniyet ahlakıyla ahlaklanmış nesli Asım karakteri üzerinden idealize ederek işledi eserlerinde.

Özüne bakılırsa, yüzyıllar evvel pergelinin sivri ucunu bizim topraklarımıza sabitleyip ürettiği felsefeyle yetmiş iki millete seslenen Mevlânâ, doku uyuşmazlığı yaşanmadan Batılılaşmanın nasıl yapılması gerektiği konusunda güzel bir kılavuzluk yapmıştı. Mühim olan, dünya ufuklarına açılırken yerli ve millî kalmaktı.

Yanlış Batılılaşmanın kötü bir örneğini ise Tevfik Fikret vermişti. Batı’nın fen, bilim ve felsefesiyle aydınlanıp da ülkesine dönsün ve öğrendiklerini vatan toprağında uygulasın, nesillere örnek olsun diye oğlu Haluk’u Avrupa’ya göndermiş; ancak Haluk, Avrupa’da aldığı eğitim sonrasında ülkesine dönmediği gibi kimliğini kaybetmiş; kilisede başpiskopos olmuştu.

Tamam, Batılılaşalım; ancak “Hangi Batı?” diye sorup dikkat kesilmek istiyordu Attila İlhan.

Nefes aldığımız cenahta bin yıllık yaşantımızla hayat verdiğimiz İslam düşünce ve yaşam anlayışı, kolonları kendi kodları üzerinde yükselen çatı medeniyetimizdir; her dem kalbimizin üstünde taşıdığımız öz kimliğimizdir.

Batı’nın en gözde merkezlerinde bohem hayatıyla eğlencesini tadan Necip Fazıl Kısakürek, yıllar sonra yeniden kendine döndükten sonra, adeta hidayete erer gibi, “Anladım, sanat Allah’ı aramakmış.” diye belirtir.

Meseleye tarihî ve sosyolojik perspektiften yaklaşan şair ve mütefekkir Sezai Karakoç’a ayrı bir parantez açmam lazım. Ona göre, bir uyanışın olması ve daha sonra bu uyanışı bir dirilişin takip etmesi gerekir. Ancak bu sayede bir kurtuluş olabilir. Toplumlar, geçmişleriyle ayakta kalabilirler. Tarihleriyle bağı kesilmiş toplumların varlıklarını sürdürebilmesi son derece zordur. Neslin genleri temizdir. Geçmişte olan, şartları yerine getirilebilirse bugün de olur.

“Ne sadece maddiyat ne de tamamen maneviyat. İkisinin dengede tutulduğu bir hayat.” diyordu Samiha Ayverdi. “Bizim Batılılaşmaya değil, kendi kalıbımız içerisinde kendimizi yeniden ihya etmeye ihtiyacımız vardı. Köksüzlük, en derin öksüzlüktür.”

Yönümüz Batı’ya; yüzümüz bize dönsün.

Benzer Videolar