6 ŞUBAT DEPREMİNİN ÜZERİNDEN 2 YIL GEÇTİİ, ENKAZ ALTINDAN KURTULANLARIN ÜZERİNDEN ETKİSİ GEÇMEDİ
Filiz Bahçıvan'ın Röportaj Haberi....


Asrın felaketinin üzerinden tam 2 yıl geçti.
Herkesin -depremi hissetmeyenlerin bile- büyük travmalar yaşadığı korkunç bir süreçti ülkemiz için.
Kahramanmaraş merkezli depremlerde kimi evini, kimi ailesini kaybetti. Yakınlarını kaybedenlerin acısı ise hâlâ taze. Onlar şimdi, yeniden hayata tutunmaya çalışırken diğer yandan da kaybettiklerinin acısını dindirmeye gayret ediyor.
Onlardan biri de Antakya’daki yıkılan evlerinin enkazından sağ çıkarılan ama yüreğinin yarısını orada bırakan Selma Rıdvanoğulları.
Selma Rıdvanoğulları, depremde yaşadıklarını anlattı.
--Depremi hissettiğiniz ilk anı ve sonrasını anlatır mısınız?
Tüm depremzedeler ne hissettiyse ben de aynı hisleri yaşadım. İlk an şaşkınlık, korku ve büyük bir belirsizlik.
Sonrası kıyamet!
Sarsıntı geçmiş, kendimi toparlamaya çalışıyordum ki, yan odada yatan annemin ve engelli ablamın çığlık seslerini duydum.
Yaşadığım sürece birçok defa çaresiz kaldım, ama bu durum çok başkaydı. Üzerimize koca bir bina yıkılmıştı ve ailece enkaz altında kalmıştık. Neredeyse üzerimde bir binanın ağırlığını taşıyordum ama hiçbir acı hissetmiyordum. Çünkü sevdiklerimin acı çığlıkları bütün acılarımı bastırıyordu.
--Enkaz altında ne kadar kaldınız?
Tam emin değilim ama sanırım 12 saat sonra, Suriyeli bir kardeşimizin yardımıyla çıkarıldım enkaz altından.
Annem benden önce kurtarılmış, orada bulunan Suriyelilerden beni ve ablamı kurtarmaları için yardım talebinde bulunmuş, sağ olsunlar hiç vakit kaybetmeden zor şartlar altında beni çıkardılar.
--Enkazdan çıkarıldığınızda ne durumdaydınız?
Vücudumun çeşitli yerlerinde kırıklar, ezilmeler vardı sadece, çok şükür.
-- Depremde yakınlarını kaybeden ailelerden birisiniz. Okurlarımıza acı kaybınızı anlatmak ister misiniz? Kimleri kaybettiniz? Ve nasıl oldu?
Ablamı kurtaramadık. Maalesef! Yan odanın duvarı üzerine yıkılmıştı. Beni kurtaran Suriyeli kardeşimiz tek başına o duvarı kaldıramadı. Belki diyorum bazen, o an bir ekip olsaydı ablam ölmemiş olabilirdi. Cansız bedeni altı gün sonra Ankara'dan gelen gönüllü vatandaşlar tarafından çıkarıldı.
İşin ilginç yanı ne biliyor musunuz? İçiniz kan ağlasa da yasınızı tutamıyorsunuz. Cenazeniz nereye gömülecek, nasıl gömülecek bilmiyorsunuz. Kışın soğuğu iliklerinize kadar işlemiş. Kafanızı sokacak bir eviniz yok. Sokaktasınız ve çaresizce ne beklediğinizi bilmeden bekliyorsunuz. Bütün ailesini depremde kaybetmiş küçük çocukları görüyorsunuz. İncecik pijamalarla üşüyen, ağlayan. Ağlamaya utanıyorsunuz. Acınızı ister istemez içine gömüyorsunuz.
--Bizler için koca ancak belki de sizler için kısa 2 yıl geride kaldı. Bu süreç hayatınızda nasıl değişimlere neden oldu? Artık farklı biri var diyebilir miyiz?
Duygularım karmakarışık. Bir gecede evimi, ablamı, arkadaşlarımı, akrabalarımı, işimi gücümü kaybettim.
Durup tüm bunları düşünmeye devam edersem inanın bir saatte aklımı kaçırırım. Ama benim böyle bir lüksüm yok. Evet, Allah elimden her şeyimi aldı, ama teselli bulmam için de annemi bıraktı. Bunun için Allah'a ne kadar şükretsem az. Bu dünyada sadece annem kaldı yanımda. Onunla birlikte konteynırda yaşıyoruz. Bu yüzden dik durarak, anneme bakmak için güçlü olmak zorundayım.
Bize yaşadıklarını anlatan bir diğer depremzede konuğumuz Dr. Hasan Ayparlar.
--Merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?
İsmim Hasan Ayparlar. 15 Şubat 1954, Kırıkhan doğumluyum. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı doktoruyum. Emekliyim. Çalışmıyorum. Deprem sonrası Kırıkhan Çamsarı köyünde yaşamaktayım.
--Sizin için çok zor bir an biliyoruz ancak yaşanan felaketin yıl dönümünde 6 Şubat tarihinde neler yaşadığınızı bize anlatır mısınız?
6 Şubat 2023 depreminde Kırıkhan’da yaşamakta olduğumuz tek katlı evimiz çöktü, enkaz altında kaldık. Kendi yakınlarımızın olağanüstü çabaları ile 12 saat sonra kurtarıldık. Bu 12 saatin her anı hafızamda canlı olarak duruyor.
Uykunun en derin olduğu bir sırada korkunç bir sarsıntı ile uyandık. Ani bir refleksle, yatak kenarında oturur pozisyon aldık. Başucu lambası yanıyor, oda aydınlıktı. Duvarlar, eşyalar salıncak misali gidip geliyordu. Deprem çok şiddetliydi. Sarsıntı uzun sürdü. Nihayet durdu. Bu aşamada bir yıkılma olmadı. Büyük bir şaşkınlık içinde idik. Düşünecek halde değildik. İlk sarsıntıdan sonra kısa bir süre geçmişti ki, odanın iç kapısı füze yemiş gibi büyük bir gürültü ile oda içine doğru patladı. Aynı anda, korkunç bir gürültü ve sarsıntı ile duvarlar bir anda içeri doğru çökerken, dam da üstümüze indi.
Yıkıntı altında zifiri bir karanlıkta ve bir boşluk yerdeydik. Seslenerek ve el yordamıyla eşimle birbirimizi bulduk. Başucumuzdaki telefon yardımı ile bulunduğumuz ortamı belirlemeye çalıştım. Tavan başımızın dört parmak üzerine kadar inmişti. 1.5-2 metrekarelik bir üçgen boşlukta idik. Etrafımız enkaz doluydu. Tek sağlam yer başucumuzda ve bahçe tarafındaki pencerenin alttan 30-40 cm'lik kısmı idi. Pencerenin sağlam duruşu ve arka bahçeye bakıyor oluşu bizim için bir umut oldu.
Deprem durmuş, yerimizi ve pozisyonumuzu belirlemiştik. Saat daha 4.5'tu. Sabahı beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yoktu.
Dam çöktüğü esnada her ikimiz de ıslanmıştık. Oturduğumuz yatak da ıslanmıştı. Üşüyor ve titriyorduk. Allah'tan üstümüzde bir metanet, sabır ve sükûnet vardı. Konuşmaya başladık. Dedik ki;
"Eğer vademiz geldiyse Allah bugün bizi burada teslim alır. Eğer vademiz dolmadıysa, bir şekilde bizi buradan çıkarırlar. Yapmamız gereken şey kurtulunca kadar gücümüzü ve metanetimizi muhafaza etmek…" Dualar okuyup helalleştik ve beklemeye başladık.
Nihayet, ortalık aydınlanmaya başlamış olmalı ki, pencere tarafında, tavanın hemen altından bir çizgi halinde ve kuş gözü kadar bir ışık huzmesi sızmaya başladı. Bu ışık huzmesi bize ümit oldu. Biraz sonra da sokaktan insan sesleri gelmeye başladı. Bu arada biz de "imdaaaat" diye bağırmaya başladık. Bir ara bizim imdat seslerimize dışarıdan bir cevap geldi:
-Amca…Amca…
Ses, kardeşim Şaban'ın kızı Ceren'in sesine benziyordu. Emin olmak için sordum:
-"Ceren sen misin?"
-"Benim amca. Siz iyi misiniz? Ben, hemen ötekilere haber veriyorum," dedi.
Biraz sonra kardeşlerim, yeğenlerim ve yakınlarımız geldiler. Çalışmaya başladılar. Ama bir türlü bize ulaşamıyorlardı. Derken, şoförümüz İboş: "Böyle olmayacak, ben köyden traktörü getirmeye gidiyorum", dedi ve gitti. Bir saatten fazla bir zaman sonra İboş traktörle geri döndü. Arka bahçede traktörle çok uğraştılar…Ama bir türlü bize ulaşamıyorlardı. Derken, bir ara içinde bulunduğumuz boşluğa bir taş düştü ve içeri ışık doldu. Artık dışarı ile temas sağlanmıştı. İboş, "Tamam amca, şimdi yerinizi kesin belirledik, sizi yarım saate kalmaz çıkarırız inşallah, sabredin" dedi ve çok yoğun bir çalışma başlattılar.
Ellerinde uzun bir demir taş sökücü vardı. Önce ışık gelen yerdeki bir taşı daha düşürdüler. Delik biraz daha genişledi. İçerden onları, hangi yöne doğru ve hangi taşı düşüreceklerini tarifle yönlendirmeye başladım. Bundan sonrası kolay oldu. O ışık giren el ayası kadar boşluk, bir tünel haline gelmeye başladı. Bir kişinin girip çıkmasına izin verecek kadar da genişletildi. Artık çıkabilirdik. Ancak, eşimin ayakları taşlar altında sıkışıktı ve kendi haline çıkabilmesi ihtimali yoktu. Dışarıdan yardım gerekiyordu. Bunun için bize bir cep telefonu vererek, "ayakların, taşın ve bulunduğumuz yerin durumu resim olarak çekin," dediler. Resimleri çekip verdik. İboş'un yeğeni Özgür, "ben içeri girerim," dedi ve büyük bir cesaretle tünelden geçerek içeri girdi. Elindeki çekiç ve taş keskisi ile yavaş yavaş vurarak taşı parçaladı ve ayağı kurtardı. Artık eşim de serbestti. Önce eşim sonra ben, tünelden sürünerek dışarı çıkarıldık.
Dışarı çıktığımda evin, pencerenin ve enkaz altında kaldığımız yerin halini görünce dondum kaldım. O ortamda bize ulaşmaları, tünel açmaları ve bizi çıkarmaları gerçekten bir mucize idi. Akraba ve yakınlarımız, at kuyruğu gibi yağan yağmurun altında ve tamamen kendi imkan, araç ve gereçleri ile aralıksız 9 saatlik bir çalışarak bu mucizeyi gerçekleştirmiş, bizi kurtarmışlardı. Biz şu an yaşamakta olduğumuz canımızı önce Allah, sonra da onlara borçluyuz.
--Enkaz altında ne kadar kaldınız?
Enkaz altında 12 saat kaldım.
--Deprem anında ne düşündünüz, o an tek hissettiğiniz neydi?
Enkaz altında eşimle birlikte kaldık. Deprem sarsıntıları durduğunda, içinde bulunduğumuz ortamı belirledikten sonra, birlikte "eğer ecelimiz geldiyse Mevlam bizi burada teslim alır. Ecelimiz gelmediyse bir şekilde bizi buradan çıkarırlar," dedik. Ölebileceğimizi de var sayarak helalleştik, dua edip beklemeye başladık. Üzerimizde olağanüstü bir sükûnet vardı. Ölüm korkusunu hiç hissetmedim.
--Size o anları tekrar hatırlatmak istemiyoruz ancak dışarıdan bakıldığında korkunç bir görüntüye sahip bir enkazda sağ çıktınız. O süreci nasıl geçirdiniz? Bilinciniz açık mıydı?
Enkaz altında 1.5-2 metrekarelik bir üçgen boşlukta idik. Saat 4.30 ile 7.30 arası ortamda bir ölü sessizliği vardı. 7.30 gibi sokaklardan kurtarma sesleri duyulmaya başladık. Bilincimiz açık, her şeyin farkındaydık. Bu süreyi tamamen sessiz, telaşsız, efor sarf etmeden, soğuğa karşı direnerek geçirdik. Sürekli dua edip kendi kendimize moral vermeye çalıştık. İnancımızı hiç yitirmedik.
Kurtarma seslerini duyunca biz de ses vererek kendimizi duyurmaya çalıştık. Yarım saat kadar sonra bizi duydular ve yerimizi öğrendiler. Ondan sonra kurtarma çalışmaları başlattılar. Kurtarmaya katılanlar kendi akraba ve tanıdıklarımızdı. 9 saatlik fiili bir çalışmadan sonra kurtarıldık.
--Deprem, hayatınızdan, elinizden neleri, kimleri götürdü?
1 dönüm içinde 200 m² tarihi yapı özelliklerine sahip bağımsız evimiz tamamen yıkıldı. Keza, şehir merkezinde 300 m² üzerine kurulu iki katlı, dört daireli iş yerim de tamamen yıkıldı. Hissedarı olduğum bir özel hastane binası ağır hasar aldı.
Can kaybı olarak bir kız kardeşimi, eniştemi ve iki yeğenimi kaybettim.
--En zor anlarda bile insanlar kendilerine bir umut ışığı arar… Sizin felaket anındaki umudunuz ne oldu?
Ecelimiz gelmediyse bir şekilde kurtarılacağımız umudunu hiç kaybetmedim.
--Belki de enkaz altında kaldığınız süre kadar uzun geçen 'ilk ışık' anı… Sizi kurtarmaya geldiklerinde ne hissettiniz?
İlk sesimizi duyurduğumuzda, "Tamam, inşallah kurtulduk." dedim. Enkazı dıştan göremediğim için kurtarılışımızın kısa sürede tamamlanacağını sandım. Ama yoğun bir yağış altında, 7-8 kişilik bir grubun çalışması ve köyden getirilen traktörün de yardımıyla ancak 9 saat sonra dışarı çıkarılabildik. Dışarı çıkıp felaketin ve enkazın boyutunu görünce durumun vahametini ve kurtuluşumuzun bir mucize olduğunu anladım.
--Depremin ilk gününde karşılaştığınız manzara, şehrin yaşadığı kaosta en çok dikkatinizi çeken neydi?
Yıkımın çok ağır ve yaygın olduğu, şehrin yüzde 70'inin yıkıldığı, ölü sayısının çok olabileceği ilk bakışta dikkat çekiyordu.
--Son olarak tüm depremzedelerin sesi olmanızı istersek, özellikle hâlâ konteynerde yaşayan depremzedeler adına ne demek istersiniz?
Konteynerlerdeki hayat asla insani değil.
Depremzedelerin bir an önce kalıcı konutlarına yerleştirilmeleri,
Bir süre daha doğrudan devlet desteğinde bulunulması,
Ev eşyalarının karşılanması,
Yapılan deprem evlerinin karşılıksız veya en azından maliyeti karşılığı verilmesi gerekmektedir.
Her iki konuğuma ve tüm depremzede kardeşlerimize, Tercüman Gazetesi ve kendi adıma tüm yüreğimle geçmiş olsun dileklerimi sunuyor ve teşekkür ediyorum.
Allah'ım, ülkemize bir daha böylesi acılar yaşatmasın ve milletimizi korusun.
Filiz Bahçıvan