12 Eylül ve Genç Fidanlarımız

İdamlar ve işkencelerin kutlama partisi, bir onlardan bir bunlardan diyerek kapitalist sistemin uşaklığını yapanların kurban bayramıdır 12 Eylül. Hizmet ettikleri efendilerinin emirleri doğrultusunda Türk’ün milli ve manevi kimliği üzerinde leş kargalarının kurduğu ziyafet sofrası, vatanını, milletini, topraklarını seven gencecik fidanların can verdiği hain ellerce tutuşturulmuş bir orman yangınıdır 12 Eylül. 12 Eylüle bir siyasi olay olarak bakıp bir çatışma olarak anlayıp değerlendirmek çok talihsiz bir bakış açısı olur. Dizayn etmek istedikleri bir toplumun kendi emellerine engel olarak gördükleri ufku açık etiketi farklı olsa da o toplumun öncü gençlerinin hasadı, onlardan kurtulma çabasıdır bu kara gün. Kapitalist sisteme koca bir toplumun göbekten bağlandığı ve kültürel değerlerin, milli değerlerin dejenerasyonu için düğmeye basıldığı ve büyük ölçüde başarılı olan mensubu olduğum milletin yas günü olarak algılıyorum bu hazin acıyı. Ahlaki, kültürel, metafizik algı içeren soyut değerlerin tahrip edildiği ve iyileşmemek üzere kodlandığı hain bir aşıdır 12 Eylül genimize uygulanan. Bu enjektenin acısını hala yaşıyor,ayrışmanın zehirli kollarından hala kurtulamamış bir millet olarak yaşamaya devam ediyoruz. Huzursuzlaştırılmış kaygı içinde yaşayan ve birbirine acımadan kıyan bir yapı oluşturulmuş, ekmek teknesini açamayan ve korkulu rüyalarla uyanan bir topluma kendilerini kurtarıcı olarak lanse edip bir günde tüm bu olumsuzlukları bıçakla keser gibi kesip kendi kahramanlıklarını ilan eden soysuzların bu topraklarda sahnelediği en acı tiyatrolardan biridir 12 Eylül. Bir devlet düşünün ki emniyeti bölünmüş, askeri gücü bölünmüş, eğitimcisi sanatçısı toplumun her kesimi etiketlenerek birbirine düşman ilan edilip birbirlerinin kanlarını içmek üzerine kodlanmış robotlara dönüştürülmüş. Bu uyku halinden uyandırıp koca bir milleti yol gösterecek ve birbirinizi kucaklayın sizin sizden gayrı kimseniz yok diyecek bir üst akıl çıkmayınca meydan kan emici cellatlara kalmış. Ve o cellatların darağaçlarına sürdüğü fidanların acı türkülerini hala söyleyen bir millet olarak gaflet ve delalet içinde yaşamak zorunda bırakılmışız. Şiirler susmuş, türküler ağıda dönmüş ve bilerek planlı bir ihanet ile bağlamamızın teli kopartılmış, ayrışmanın ve düşmanlaşmanın doruğunu yaşamışız. Bu kara ve karanlık olayın siyasi kısmına girmeden gönlümüzde açtığı yaraları, yüreğimizdeki izleri üzerinde durmak kısmını kendime hedef olarak seçtim. Siyasi boyutunu değerlendirmek ve irdelemek adına siyaset bilimciler zaten birçok çalışma yaptılar. Benim kaygım birbirini sevmeyen ve ötekileştirilmeye müsait toplumların hain ellerin nasıl kolay kurbanı olacaklarına dikkat çekmek. Bir gün öncesinde hiç bitmeyecek sanılan karmaşanın, kanın, ve acıların bir gecede nasıl sona erdiği sosyolojik bir inceleme ve insan aklını zorlayan bir olay karşımıza çıkıyor. Bu olayın sonucunda zaten istenen şey; Sorgulamayan, düşünmeyen itiraz etmeyen ve kapitalist sermayenin marka işgali ile hem kültürünü hem töresini hem de birbirini sevme yeteneğini kaybetmiş bir toplum yaratmaktı. Bu savaş yenilen Anadolu halkı bu hain tuzağa düşmüş ve hala acı çeken bir topluma dönüşmüştür. Hedefsiz, idealsiz bir gençlik yaratılarak bir toplumu savaşmadan ele geçirip ekonomik, siyasal ve coğrafik çıkarları doğrultusunda kullanmak için planlı olarak hazır hale getirilmesinin hikayesidir kara Eylül. Bütün darbelerde kaybettiğimiz Deniz’ler de,Özmen’ler de , Önkuzular’ da, Yusuf’lar da bu vatanın evladı idi. Etiketlerine bakarak kıyan eller aslında onları etiketleyip ölüme süren elin bizatihi kendisiydi. Kendi dalında en şirin yapraklarımızı birbirine kırdırıp, kırılmayanları da darağaçlarında soldurdular Eylül de. Beni çoktan aştı bu acı, Geçti gözümden bir resim. Oturup düşünüyorum Darbelerin tozunu. Yaşadım diyorum ya ben sana, Birikiyor umutlarım. Kaldı tortuları en güzel anıların. Eylül geçmiş kapımızdan, Süpürmüş kalıntılarını ışıkların. O güneş parlıyor hâlâ Ay yine bizim. (ALINTI) Kadim değerlerimizin yozlaştırılarak sosyal çözülmeye tabii tutulduğumuz kırk yıllık hazin öykünün hala bize bir şey anlatamadığını görmek derin bir yara ben de. Hal böyle iken demem o ki ; Hain emellere, kanlı ellere inat gelin sarılalım. Semahta bizim dua da bizim. Camide bizim cem evi de bizim. Bu vatan bizim, bu bayrak bizim diyelim. Biz Mustafa Kemal’in topyekün emanetçileriyiz diyelim. Hep beraber kardeşlikle bezenip, ilime, bilime, güzele barış şarkıları söyleyerek kol kola yürüyelim. Bir zeytin dalının ucundan tutarak güzel günlere şarkılar söyleyelim. Darağacında can veren fidanlarımızı tohum eyleyip bilince, düşünceye ilimin toprağına gömüp yeşertelim. Yeşertelim ki Eylül’de gidenlerimiz gülümsesin bize. Verdiklerini canları helal etsinler bize. Eylülü takvimden bir ay zannedenler var Oysa ki eylül Vuslatı mahşere kalmış Bir hikayenin adıdır. GÜZEL BİR TÜRKİYE İÇİN EYLÜLDE GİDENLERE SELAM OLSUN. KALMASIN O YİĞİTLERLE VUSLATIMIZ MAHŞERE. GİDENLERİN ARDINDAN YENİDEN BÜYÜSÜN YEŞİL FİDANLAR… MUSA GÖÇER