12 EYLÜL DARBESİ

Yakın kitaplardan başlarken Kıbrıs Barış Harekâtı anımla yol alayım. 20 Temmuz 1974 yılında olmuştur. Kıbrıs savaşında lamba yakıyorduk, ışık sızmasın dışarıya diye. Elektrik kullanmak yasaktı. Kıbrıs Barış Harekâtı'nın yapılmasının önemi gururumuzu okşuyordu. Nasıl olmasın ki! Yunanistan Türk kıyımına girmişti, Enosis cuntası altında. Başbakan Bülent Ecevit ve Millî Savunma Bakanlığı “Ayşe tatile” dediler. Bir gece ansızın harekât başlamıştı.

Annemin her gün tertemiz isinden arındırdığı lambanın akşamları karşısına otururdum. Titreyen alevi bir sağa, bir sola vururken bir an sönmek üzere olurdu. Sanki kendi ruh haliyle içine kapanırdı lambanın alevi. Sonra yine buhrandan çıkmış gibi bir o yana, bir bu yana rask ederdi, izlerdim. Karanlık Türkiye'mize aydınlığa umudu gibiydi. Yarınlara büyüyerek zamanın harcını karacağım, okuyarak da bilgili bir kadın olma coşkum içimdeki nehri çağlatıyordu küçücük yaşımda.

On iki Eylül… Hüznünü bize yaşatan Eylül. Ruhumuza mevsimin hüznü değil, acının tarihindeki Eylül. Sonbahar hüznü şiirlerde, duygularda yansıtılır yeterince. Aslında bilinçaltımız 12 Eylül darbesi; acıların, kahırların aileler ve yurttaşlar tarafından yaşandığı, acıların ülkesi olmuştu siyasi girdap nedeniyle. Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci felsefesini unutan siyasal sömürü oluşuyordu. Koltuk kavgası, çıkar mekanizması, halka verilmeyen haklar… Darbeler ülkesi olmuştuk. 12 Eylül darbesi, sağ-sol çatışması ile son buldu ama bendeki etkisi evlerde “zararlı neşriyat” diye atfedilen Marks'ın, Lenin’in dış neşriyat kitaplarının, gençlerimizi zehirlediği kanısıydı. Okumak, öğrenmek zararlı olamazdı. Farklı fraksiyonlar doğdu. Sol’un misyonu ülkemiz yararına bağımsız Türkiye isterken bir ucu dış güçlere hizmet eden gruplara dönüştü. Sağ ise milliyetçilik ruhunu taşıyarak yine bağımsız, kendi özünde fikir üretiyordu. Ta ki sağ ve sol silahlanması siyasi etkisi çatışmaya dönüşmüştü. Siyasetin çarkı kaotik kışkırtmayla kardeşi kardeşe kırdırıyordu. Yine ülkemiz üzerinde oyunlar oynanıyordu dış mihraklar tarafından. “Böl, parçala, yut” mekanizması işliyordu. Oysa ki iki grubun hedefi Türkiye’mizin kalkınması, hak, adalet, eşitlikti. Mustafa Kemal Atatürk gibi devrimci ruha sahip cesaretli, ilimde irfanda daima ileriyi gösteren liderimin yolunu bulanık mecraya çekmeye çalışan dış güçlerin amansız kanlı oyununa gark olduk. Türkiye büyümemeliydi. Önümüz aydınlıktı.

Darbeler, darbeler… Gençliğimizde ülkemizi, kendi geleceğimizi sosyal refahta, ilimde, irfanda ileriye taşımaktı hedefimiz.

12 Eylül… Ah, nadasa yatan doğamızın hüznü değildi bizi yakan. Darbe zamanı “Bir sağdan, bir soldan” diyerek güya orantı kuran idamlar yaşandı. Gencecik fidanlar; 17 yaşında Erdal Eren, yaşı büyütülerek asıldı. Buluğ çağına bile erişmeden 22 yaşında sağcı Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Ve 300'ün üzerinde idam… Ne korkunç, idam edilmek. Kitaplar yakıldı, yerin dibine gömüldü. Kitaplardan neden bu kadar korkulurdu ki? "Okuma, aydınlanma, bilgilenme, müreffeh Türkiye'nin yolunda ilerleme." Kör kal, cahil kal, yobazlığa daha yakın ol. Amaç buydu. Günümüzü hazırlayan bir oyundu. Oyunda kan vardı, acı vardı, yanan yürekler, kaybolan pırıl pırıl dinamik beyin gücümüz, idealist gençlik vardı. Darbe… Yok etti, yok ettirdiler.

Her darbenin kahramanları, “Benim kararım en büyük, benim” naraları; bencilliğinde, egosunda sadece kendilerine hizmet edenlerin kahramanlık gösterisi acı dolu tarihe yazıldı. Unutamam, unutmak acı bir eylemdir. Yanlışı ile ülkeyi karanlığa, acıya boğanları.

Günümüze kadar siyaset sert rüzgar etkisiyle devam ederken sağcı mı, solcu mu olmalıydım? Artık hepimiz bir siyasetin yolundaydık. Ama ben de, düşüncelerimde hiçbir şey yerli yerinde değildi. Komünizm, milliyetçilik neydi? Ülkemiz için hedefleri, misyonu neydi? Kısa yoldan milliyetçilik denince kimin ruhu kabarmaz ki vatanı için. Peki, solculuk neydi? Önümde koskoca bir soruydu. Hep korkutulduğumuz devrimcilerin fikirleri, Amerika'nın dünya üzerindeki emperyalist tutumuyla sömürüsü ile, ekonomik bağımlılığı kalkınmak üzere olan ülkelerde köleliği kullanıyordu. Dışa bağımlılık, dış borç nasıl çözülecekti? Dışsal emperyalizm, içsel kapitalizm gelişmeye başlamıştı ülkemizde. Sanayileşmek, üretim için insan gücüne ihtiyaç vardı. Çalışma hayatı hem çalışanı, hem işvereni ortak kotada eşit paydada buluşturma gereksinimiydi. Kapitalizmin dişleri eziciydi. Emeğe haksızlık, işverene kölelikti. Sosyal haklar için örgütlenmek, sömürü düzenine başkaldıran sol görüşün savunduğu yoldu. Aslında CHP partisinin 6 ok realitesi ile sağın 9 ışık realitesi de Türk milleti için müreffeh Türkiye yaratmaktı amaçları. Düşünceler, savlar birbirine geçirgen, empoze edilen fikir alışverişi yolunda siyasi irade yolunda ilerlerken fikir çatışmasına dönmüştür. Kimi komünist, kimi faşist yaftasıyla ülke düşmanı; ülke varlığını yaratan görüşün yolunda birbirine düşman gençlik keskin bıçak haline gelmiştir. Ayrışmalar, silahlanmalar, çatışmalar… Sağ ve sol gizli eller tarafından kışkırtılırken üçüncü el kendi karanlık düzenini kuruyordu. Başkaldırı kapitalizmin bağımlı esareti. Emperyalizmin ekonomik ve sosyal haklar sömürgesi iç sorunumuzda, toprak ağalarının tarımsal alandaki yeni sömürüsü; feodalizmle ve tarikatlarla mücadelemiz vardı. Bermuda şeytan üçgeninden nasıl sosyal refaha ulaşılırdı? Kitaplar yakılırken fikirler geçirgen olmamıştı. Bizlere göre uygun fikirler değil deniliyordu. Neydi, nedir bunca mücadelenin amacı? Kendimce fikirsiz kalmamak için Mao'nun, Lenin'in, Türk solunun amacını az çok okumuştum. Siyasal fikirler sentezlerle gelişir, şiddet beyinsel ölümdür. Milliyetçilik, vatan bütünlüğü elbette ki millî kalkınma sosyal refahtı. Birbirine yakın siyasal süreç nerelere sürüklendi? Aslında bütün yollar, 3.937 kitap okuyan, her fikri bilgece taşıyan, yüzyılların dahisi, müreffeh Türkiye’yi laik, cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk’ümün yoludur.

Millî devrimcilik yolunuz olması dileğimle.

Ayla Mediha ESER