10.06.2024 Pazartesi Notları

10.06.2024 Pazartesi Notları

ABONE OL
10 Haziran 2024 11:05
10.06.2024 Pazartesi Notları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yeni bir haftaya yeni gündemlerle başlıyoruz. Lise Giriş Sınavı (LGS) ve Yükseköğrenim Kuramlarına Giriş Sınavı (YKS), Maliye Bakanının gündeme getirdiği Karbon Ayak İzi Vergisi ve son dönemlerde polislerse yapılan siyasi baskılar geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konuları arasındaydı.  Gelin hep beraber gündeme dair değerlendirmelere birlikle göz atalım.

LGS, YKS, KPSS…

Türkiye’de eğitim sistemi, maalesef yıllardır bir sınav maratonu üzerine kuruludur. Ortaokuldan üniversiteye kadar her kademeden öğrenciler, büyük sınavların stresi altında öğrenmekten ziyade ezbere dayalı bir sistemin kurbanı durumundalar.

Öncelikle, sınav merkezli eğitim sistemi, öğrencilerin ruh sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren yoğun bir sınav hazırlık sürecine giren çocuklar, oyun ve sosyalleşme zamanlarından feragat etmek zorunda kalıyorlar. Bu durum, çocukların sosyal becerilerinin gelişimini olumsuz etkiliyor ve depresyon, anksiyete gibi psikolojik sorunlara zemin hazırlıyor. Özellikle lise giriş sınavları (LGS) ve üniversite giriş sınavları (YKS) gibi büyük sınavlar, öğrenciler üzerinde büyük bir baskı oluşturmakta ve başarısızlık korkusunu tetiklemektedir.

Aileler açısından bakıldığında ise sınava hazırlık süreci hem maddi hem de manevi yükler getirmektedir. Dershaneler, özel dersler ve eğitim materyalleri için yapılan harcamalar aile bütçelerini zorlamakta, aynı zamanda aile içi ilişkilerde de gerginliklere neden olabilmektedir. Çocuklarının başarılı olmasını isteyen ebeveynler, bu süreçte çocuklarına istemeden de olsa aşırı baskı uygulayabilmektedirler.

Eğitim sistemi açısından değerlendirildiğinde, sürekli sınavlar üzerine kurulu bir yapı, öğretim programlarının daralmasına ve ezberci eğitim anlayışının yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Öğretmenler, sınav konularına odaklanmak zorunda kaldıkları için, öğrencilerin analitik düşünme, problem çözme ve yaratıcı becerilerini geliştirecek aktivitelerden uzaklaşmaktadırlar. Bu durum, öğrencilerin bilgiye dayalı değil, sınav odaklı bir eğitim almalarına sebep olmaktadır.

Sürekli sınav sisteminin eğitim kalitesini düşürdüğü de aşikârdır. Öğrenciler, öğrenmeyi bir amaç olarak görmek yerine, sınavları geçmeyi bir hedef olarak görmektedirler. Bu durum, bilgiye olan ilgiyi azaltmakta ve öğrenmenin kalıcılığını engellemektedir. Öğrenciler, sınav sonrası öğrendiklerini hızla unutarak, gerçek anlamda bir bilgi birikimi sağlayamamaktadırlar.

Alternatif olarak, eğitim sisteminde daha öğrenci merkezli yaklaşımların benimsenmesi gerekmektedir. Öğrencilerin bireysel yeteneklerini ve ilgilerini keşfetmelerine olanak tanıyan, proje bazlı ve uygulamalı öğrenme yöntemleri, daha sağlıklı ve kalıcı bir eğitim ortamı yaratabilir. Ayrıca, sınav baskısını azaltmak adına, çoklu değerlendirme yöntemlerinin kullanılması ve öğrencilerin süreç boyunca gösterdikleri gelişimlerin dikkate alınması önemlidir.

Sonuç olarak, Türkiye’de ortaokuldan üniversiteye kadar süregelen sınav maratonu, eğitim sisteminin yeniden yapılandırılması gerektiğini açıkça göstermektedir. Öğrencilerin ruh sağlığını koruyan, aileleri maddi ve manevi olarak destekleyen, öğretmenlerin öğretim yöntemlerini çeşitlendirmelerine olanak tanıyan ve en önemlisi, bilgiye dayalı öğrenmeyi teşvik eden bir eğitim sistemi, Türkiye’nin geleceği için hayati öneme sahiptir. Sınav odaklı eğitim anlayışından uzaklaşarak, daha kapsayıcı ve dengeli bir eğitim sistemi inşa etmek, tüm paydaşların ortak hedefi olmalıdır.

Karbon Ayak İzi Vergisi Nedir? Ne Değildir?

Son yıllarda, çevresel sürdürülebilirliği sağlamak amacıyla karbon ayak izine dayalı vergilendirme politikaları, dünya genelinde çeşitli ülkelerde gündeme gelmiştir. Bu tür vergilendirme politikalarının, çevre kirliliğini azaltmak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek amacıyla uygulanması mantıklı gibi görünse de aslında pek çok sakıncayı da beraberinde getirmektedir. Karbon ayak izi üzerinden vergi alınmasının yaratabileceği olumsuz etkileri irdelemek, bu politikanın neden yeniden değerlendirilmesi gerektiğini anlamamıza yardımcı olabilir.

Öncelikle, karbon ayak izi üzerinden vergi alınması, gelir dağılımındaki adaletsizlikleri artırabilir. Düşük gelirli bireyler ve aileler, günlük yaşamlarında zaten sınırlı kaynaklara sahipken, ek bir vergi yüküyle karşı karşıya kalacaklardır. Isınma, ulaşım ve temel gıda maddeleri gibi zorunlu ihtiyaçlar, karbon ayak izi yüksek ürün ve hizmetler kategorisine girebilir ve bu da düşük gelirli kesimlerin bütçelerini daha da zorlayacaktır. Bu durum, sosyal adaletsizliğin daha da derinleşmesine yol açabilir.

Bunun yanı sıra, karbon ayak izi üzerinden vergi alınması, ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebilir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, sanayi ve üretim sektörleri hala büyük oranda fosil yakıtlara bağımlıdır. Karbon vergileri, bu sektörler üzerinde mali bir yük oluşturacak ve rekabet güçlerini azaltacaktır. Sonuç olarak, bu durum istihdam kayıplarına, yatırımların azalmasına ve ekonomik durgunluğa neden olabilir. Aynı zamanda, küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler) bu vergilerden en çok etkilenen kesim olacaktır, çünkü büyük şirketler maliyetleri daha kolay absorbe edebilirken, KOBİ’ler bu tür ek maliyetlere karşı daha savunmasızdır.

Karbon ayak izi üzerinden vergi alınması, aynı zamanda tüketici davranışlarını istenilen şekilde değiştirmeyebilir. İnsanlar, yaşam standartlarını korumak adına alternatif çözümler bulabilirler ve bu da verginin beklenen çevresel etkisini azaltabilir. Örneğin, fosil yakıt tüketimini azaltmak yerine, daha ucuz ve genellikle daha çevreye zararlı alternatiflere yönelebilirler. Bu durum, çevresel hedeflerin gerçekleştirilememesine ve hatta bazı durumlarda çevresel etkinin artmasına yol açabilir.

Ayrıca, karbon vergilerinin uygulanması ve denetimi, bürokratik karmaşıklıkları ve maliyetleri artıracaktır. Verginin doğru bir şekilde hesaplanması, takip edilmesi ve tahsil edilmesi için geniş bir idari yapı gerekecektir. Bu durum, kamu kaynaklarının verimsiz kullanımına ve bürokrasinin artmasına yol açabilir.

Alternatif olarak, karbon ayak izini azaltmaya yönelik teşvik edici politikalar, vergilendirme yöntemlerine göre daha etkili ve adil olabilir. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapan işletmeler ve bireyler için vergi indirimleri, enerji verimliliğini artıran teknolojilere destekler ve çevre dostu ürünlerin kullanımını teşvik eden kampanyalar, çevresel hedeflere ulaşmada daha olumlu sonuçlar doğurabilir.

Sonuç olarak, karbon ayak izi üzerinden vergi alınması, adaletsizlikler, ekonomik zorluklar, beklenmeyen tüketici tepkileri ve bürokratik engeller gibi çeşitli sakıncalar barındırmaktadır. Çevresel sürdürülebilirliği sağlamak adına daha kapsamlı, adil ve teşvik edici politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Çevreyi koruma hedefi, toplumsal ve ekonomik dengeleri gözeten yaklaşımlarla ele alınmalıdır.

Polislerin Üzerindeki Siyaset Baskısı ve Bunun Topluma Etkileri

Türkiye’de polis teşkilatı, güvenliği sağlamak ve toplum düzenini korumak gibi hayati görevler üstlenmektedir. Ancak son yıllarda, polislerin üzerindeki siyaset baskısının arttığına dair yaygın bir algı mevcuttur. Bu durum, polis teşkilatının bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehdit etmekte, aynı zamanda toplumun adalet ve güvenlik sistemine olan güvenini sarsmaktadır. Polisler üzerindeki siyaset baskısının doğurduğu sorunları ve bu durumun topluma olan etkilerini ele almak, sorunun boyutlarını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Öncelikle, polis teşkilatının siyaset tarafından etkilenmesi, hukukun üstünlüğü ilkesini zedelemektedir. Polislerin, belirli siyasi çıkarlar doğrultusunda hareket etmek zorunda bırakılması, adaletin tarafsız bir şekilde işlemesini engeller. Bu durum, hukukun herkes için eşit şekilde uygulanmasını zorlaştırır ve toplumda adalete olan güveni azaltır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesi, uzun vadede toplumsal huzursuzluk ve kaosa yol açabilir.

Polislerin üzerindeki siyaset baskısı, teşkilat içindeki profesyonellik ve etik değerleri de olumsuz etkilemektedir. Polislerin, siyasi otoritelerin taleplerine göre hareket etmek zorunda kalması, mesleki etik ve bağımsızlık ilkelerini zayıflatır. Bu durum, polislerin işlerini layıkıyla yapmalarını engeller ve toplumda “polis devleti” algısının oluşmasına neden olabilir. Mesleki etik değerlerin zedelenmesi, polislerin halkla olan ilişkilerini de olumsuz etkiler ve güven bunalımına yol açar.

Siyasetin polis teşkilatı üzerindeki etkisi, toplumsal ayrışmayı da derinleştirebilir. Belirli siyasi görüşlere sahip olan bireyler, polis teşkilatının tarafsız olmadığını düşündüklerinde, güvenlik güçlerine karşı olumsuz bir tutum geliştirebilirler. Bu durum, toplumun farklı kesimleri arasında güvensizlik ve kutuplaşmayı artırır. Toplumun bir kesimi, polis teşkilatını kendilerine karşı bir tehdit olarak görürken, diğer bir kesim ise polislerin kendi siyasi görüşlerini desteklediğini düşünebilir. Bu tür bir algı, toplumsal birlik ve beraberliği ciddi anlamda zedeler.

Ayrıca, polislerin siyaset baskısı altında çalışması, onların iş yükünü ve stres seviyesini artırır. Siyasi otoritelerin beklentilerini karşılamak adına yoğun bir baskı altında çalışan polisler, mesleki tatmin ve motivasyon kaybı yaşarlar. Bu durum, polislerin performansını olumsuz etkiler ve iş yerinde tükenmişlik sendromu gibi psikolojik sorunlara yol açar. Yüksek stres altında çalışan polisler, görevlerini yerine getirirken hata yapma olasılığı daha yüksektir ve bu da toplumsal güvenliği tehlikeye atar.

Polis teşkilatının siyaset baskısından bağımsız olabilmesi için çeşitli önlemler alınması gerekmektedir. Öncelikle, polis teşkilatının tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruyacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Siyasi müdahaleleri engelleyen ve mesleki etik kurallarını güçlendiren yasalar, polislerin daha bağımsız ve tarafsız bir şekilde görev yapmalarını sağlar. Ayrıca, polis teşkilatının denetlenmesi ve hesap verebilirliğinin artırılması da önemlidir. Bağımsız denetim mekanizmaları, polislerin görevlerini tarafsız bir şekilde yerine getirmelerini sağlar ve toplumsal güveni artırır.

Sonuç olarak, polislerin üzerindeki siyaset baskısı, toplumsal düzeni ve adaleti ciddi şekilde tehdit etmektedir. Polis teşkilatının tarafsızlığı ve bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü ve toplumsal güvenin korunması açısından hayati öneme sahiptir. Siyasetin polis teşkilatı üzerindeki etkisinin azaltılması ve mesleki etik değerlerin güçlendirilmesi, daha adil ve güvenli bir toplumun inşa edilmesine katkı sağlayacaktır. Bu amaçla, yasal düzenlemeler ve bağımsız denetim mekanizmaları gibi önlemler alınarak, polislerin tarafsız ve bağımsız bir şekilde görev yapmaları sağlanmalıdır.

Keyifli okumalar, Mutlu Haftalar.

Selim GÜNAY

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
Tüm Yorumlar (1)
  • Sukran Kılbaş

    Oldukça güncel olan bu konulara deginmenizi kutlarım. Ormanlarını rant uğruna yok eden, yerin altını üstüne getiren bu zihniyet sadece vergi almanın peşinde olduğu izlenimi veriyor desem yanlış mı olur.!

    Yanıtla
    +0
    -0


HIZLI YORUM YAP

Tercüman Gazetesi Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.